Canlılar olarak hayatımızı devam ettirebilmek için çeşitli kaynaklara ihtiyaç duyarız. Biz insanların ihtiyaçlarını belirleyebilmek adına çeşitli araştırmalar yapılmış ve 1943 yılında literatüre Abraham H. Maslow tarafından “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” kazandırılmıştır. İhtiyaçlar hiyerarşisi 5 basamaktan oluşmaktadır ve Maslow ancak ilgili basamaktaki ihtiyaçlar giderildiğinde bir sonraki basamağa geçtiğimizi savunmuştur. Bu ihtiyaçlar aşağıdaki gibidir:
1 Basamakta fizyolojik ihtiyaçları görürüz. Fizyolojik ihtiyaçları nefes almak, yemek yemek, su içmek, uyumak ve cinsel ihtiyaçlar şeklinde sıralayabiliriz. Peki yemek yemek gibi su içmek gibi temel ihtiyacımız olan cinsellik ne oluyor da hayatımızda ayıplanan, konuşulması hoş karşılanmayan ve hatta yok sayılan bir yerde oluyor? Gelin öncelikle cinsellik kavramının ne olduğuyla başlayalım; Cinselliği Dünya Sağlık Örgütü “bedensel, duygusal, entelektüel ve sosyal yönlerin kişiliği, kişilerarası iletişimi ve aşkı zenginleştirici etkilerin bileşiminden doğan bir olgu” olarak tanımlamıştır. Cinsellik; psikolojik, sosyal, ekonomik, politik, kültürel, hukuki, tarihi, dini ve biyolojik unsurlardan doğrudan ya da dolaylı bir biçimde etkilenir. Yaşadığımız coğrafyanın kültürel yapısından kaynaklı cinsellikle ilgili bilgi edinme yöntemlerimiz oldukça sınırlıdır. Ergenlikle birlikte cinsel bilgiyi edinme kaynaklarımız yapılan araştırmalarda şu şekilde sıralanmıştır;
Ergenlik yıllarında edindiğimiz bilgiler yanlış öğrenmeye, yetişkinlikte öfke, korku, anksiyete, suçluluk duygusu hissetme gibi duygusal çatışmalara neden olabileceği gözlenmiştir. Cinsellikle ilgili bu yanlış öğrenmeler ergenlerin (sadece ergenlerin değil biz yetişkinlerin de) dünyalarında çeşitli mitlerin oluşmasına sebep olmuştur.
Mitin sözlük anlamı geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren sembolik bir anlatımı olan halk hikâyesi, efsaneleşen kavram veya kişi olarak tanımlanır. Cinsel mitleri ise bireylerin cinsellikle ilgili konularda doğru olduğunu düşündüğü, çoğunlukla abartılı, bilimsel bir dayanağı olmayan, cinselliğin özgürce yaşanılmasını sınırlandıran, yanlış, kalıplaşmış tutum ve yargılar şeklinde tanımlayabiliriz. Cinsel mitler, toplumda yaygın bir şekilde görülür. Kültürler ve toplumlar arasında farklılık gösterdiği gibi bireyler arasında da farklılık göstermektedir. Özellikle kültürel, geleneksel ve kapalı yapıdaki toplumlarda cinsel mitlerin nesilden nesle aktarıldığını görürüz. Böylelikle de bu mitlerin giderek yaygınlaştığına şahit oluruz. Yaygınlaşan mitlerle birlikte bireyler gerçek dışı beklentiler içine girebilir, beklentiler neticesinde kendini yetersiz hissedebilir, tüm bunların sonucunda çeşitli kaygı bozuklukları ve cinsel işlev bozuklukları ortaya çıkabilir.
Yaygınlaşan mitler sebebiyle bireylerde gerçek dışı beklentiler oluşabilir. Bu gerçek dışı beklentiler ruhsal sağlığımızı ve cinsel yaşamımızı etkilediği noktada psikolojik destek almak daha sağlıklı bir yaşam sürmemizi sağlayacaktır.