Kötü haber nedir? Haberi alanı nasıl etkiler? Haberi vereni nasıl etkiler?
1995 Dünya Tabipler Birliği Hasta Hakları Bildirgesi 7. Madde; bilgilendirme hakkından söz eder.
1998 Türk Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 3/15 te; bu haktan söz eder.
Kötü haber bireyin bakış açısını olumsuz etkiler,geleceğe bakış açısını değiştirir.Bireyin ruhsal ve fiziksel iyilik haline tehdit oluşturur, yerleşik yaşam biçimini tehdit eder.
”Söylenmeli mi?” değil ”Nasıl söylenmeli?” Kim söylemeli, ne zaman nerede, nasıl söylenmeli, kimler bulunmalı?
Kötü haber sakin ve özel bir ortamda verilmeli, ilk görüşmenin kesintiye uğramadan yapılması için yeterli zaman ayrılmalı, hasta ve yakınlarının verilen bilgiyi anlayıp anlamadığı ve duygu durumu değerlendirilmelidir. Dürüst olmalı, hasta ve yakınlarının duygularını ifade etmelerine fırsat verilmeli, bundan başka bir şey yapılamaz mesajı vermekten kaçınılmalı, durumu tekrar gözden geçirmek için yeni bir görüşme seansı belirlenmelidir. Tedavi seçenekleri konuşulmalı ve tanının söylenebileceği diğer kişiler belirlenmeli, destek alınabilecek kaynaklar hakkında bilgi verilmelidir.
Elizabeth Kubler Ross ”Ölüm ve Ölmek Üzerine” isimli kitabında ölümcül hastalık tanısı almış terminal dönem hastalar ile yaptığı görüşmeler sonucunda böyle bir hastalık tanısı aldıktan sonraki psikolojik tepkileri şöyle sıralamıştır:
…olabilir
Yitim yaşamanın bedelidir. Kaldığın sürece ödenmesi gereken kira (Annie Dillard ”Tinker Vadisindeki Gezgin ”)
Sıklıkla sembolik anlam taşır, yasın bu ilk evresi kayba karşın ayakta kalmamıza yardımcıdır. Hayat anlamsız hale gelmiştir, neden ve nasıl devam edeceğimizi şaşırırız. İnkar ve şok kaldırabileceğimiz kadarıyla karşılaşmamıza yardım eder. Güneşe sürekli bakamayız, ölümle de her an yüz yüze gelemeyiz.
Mantıklı ya da geçerli olmak zorunda değildir, öfke iyileşme sürecinin gerekli bir bölümüdür, öfkenin altındaki acıdır. Çoğu zaman öfkeyi bastırmayı onu hissetmekten daha iyi biliriz, sağlık sistemine, hayata ve kaybedilene gittiği için öfke…..
‘Eğer ” ile başlayan cümleler, farklı düşünsek neler olabileceğiyle ilgili ihtimaller, suçluluk hissi pazarlık evresinin bileşenidir. Pazarlıkta yitimin olduğuna dair daha yüksek düzeyde bir farkındalık vardır. Fakat direnç, bizi kaderle psişik pazarlıklara oturtacak kadar işi uzatır. (V.VOLKAN)
Büyük bir kayba verilen normal bir tepki yasın iyileşme sürecinde depresyon gereklidir.
Kişinin iyi günlerinin kötü günlerinden daha fazla olduğu dönem, kaybedilen durumun / kişinin yerini kimse dolduramaz, ancak hayat devam etmek durumundadır. Kişinin ihtiyaçlarına kulak vermesi, değişmesi, gelişmesi bir zorunluluktur.
Kaybedilen sağlıksa durum farklıdır. Sanki artık acı yoktur, mücadele bitmiştir ve uzun yolculuktan önce biraz dinlenme vakti gelmiştir. Bu dönemde daha çok ailenin yardıma, anlaşılmaya ihtiyacı olur.
Worden (2001), yas sürecini belirli ‘aşamalar’dan [phases/stages] oluşan bir süreç olarak kavramlaştırmak yerine, bireyin yas sürecine uyum gösterebilmesi için yerine getirmesi gereken temel ‘görevler’ [tasks] olarak tanımlamaktadır. Bu model, bireyin baş etme yaklaşımını oldukça dinamik bir süreç olarak betimlemektedir. Çünkü, yas tutan kişi, kayıp sonrası yaşadığı yası pasif bir şekilde deneyimlememekte aksine bu süreç içinde aktif bir rol alarak yas sürecini tamamlamaya çalışmaktadır (Stroebe ve Schut, 2001). Bu modelde, yas tutan her bireyin bu görevleri yerine getirmesi ya da tamamlaması beklenmediği gibi adı geçen görevlerin tamamlanmasını gerektiren belirli bir sıra da yoktur. Bununla birlikte, yine de bireyin yas süreci içinde belirli bir ‘görev’ üzerinde çalışması için bir önceki ‘görevi’ tamamlayabilmesi önem arz etmektedir. Örneğin, yas tutan bireyin kayıp sonrası oluşan duygusal tepkileri üzerinde çalışması için öncelikle kaybın gerçek olduğunu kabullenmesine ihtiyaç vardır (Rich, 2002).
Bir kayıp yaşantısının hemen ardından bireyin bir şok ve gerçek dışılık yaşaması ve tüm olanlar sanki yaşanmamış ve ölüm gerçekleşmemiş gibi bir inanç sergilemesi olağan bir durumdur. Bu aşamada, kayıp yaşayan birey bir çok cevaplanmamış soruyla karşı karşıyadır. Özellikle ani ölümlerin ardından, ölüme yol açan nedenlerin ve olayların anlaşılması birey için daha büyük bir önem arz etmektedir (Rich, 2002). Bu aşamada, yas sürecindeki birincil görev, kayıp yaşayan bireyin, kaybedilen kişinin öldüğü ve asla geri dönmeyeceği gerçeğiyle tam anlamıyla yüzleşmesidir. Kısmen de olsa bu gerçekliğin kabul edilmesi, birey için bu dünyada bir daha yeniden bir araya gelinemeyeceğine yönelik inancın oluşması açısından önem taşımaktadır.
Yas sonucu oluşan acı, hem fiziksel hem de duygusal bir acıdır. Bu acıyı kabul etmek, tanımlamak ve üzerinde çalışmak çok önemli bir gerekliliktir. Aksi takdirde bu acı, fiziksel belirtiler (semptomlar) ya da tipik olmayan davranışlarla kendini göstererek bireyin yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir (Worden 2001). Duygusal olarak yas acısı kendini derin üzüntü, ağlama, kaygı, öfke, bitkinlik ve güçsüzlük şeklinde gösterir. Bu acının yaşanması, sonrasında bir iç rahatlığının ortaya çıkması bakımından oldukça önemlidir. Yasın ve ortaya çıkan acının gizlenmesi ya da bastırılması, bireyde geçici bir rahatlık ve sürekli bir acının yaşanmasına neden olur (Rich, 2002). Dolayısıyla, yas uzatılarak süreç kronik ya da patolojik yasa dönüşür.
Kayıp yaşayan bireylerin, ölen kişiye ait anılarını kaybetmeden değişen dünyaya yeniden ayak uydurmaları bu sürecin temel görevini oluşturmaktadır. Bu süreçte birey, kayıp sonrası oluşan acı ile uğraşmak kadar, ekonomik ve yasal konular gibi bir çok sorunla karşılaşmakta ve bu sorunlarla baş etmek durumunda kalmaktadır. Bu dönemde bireyler, aile, arkadaşlar, meslektaşlar gibi yakın çevreden ve avukat, mali müşavir ya da psikolojik danışman gibi çeşitli uzmanlardan farklı alanlarda destek almaya ihtiyaç duyabilirler (Rich, 2002).
Bu görev, varolan diğer görevlerle karşılaştırıldığında yerine getirilmesi oldukça uzun zaman alabilen bir süreci kapsamaktadır. Bireyin kayba yönelik varolan duygusal enerjisini yaşamındaki diğer ilişkilere ve kişisel ilgi alanlarına yönlendirilmesi bu süreçteki temel görev olarak nitelendirilmektedir. Bu görev, genel anlamda ve özellikle yas tutan bireyler tarafından yanlış anlaşılmakta ve ölen kişiyi unutmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirilebilmektedir. Gerçek olan şu ki, yas tutan birey geleceğini yeniden kurmak için geçmişini yoksaymak durumunda değildir. Bununla birlikte, yas tutan birey, ölen kişiye yönelik uygun bir anı formasyonu oluşturarak [reminiscing], yas sürecinin gelecek yaşam planlarını ve etkinliklerini olumsuz şekilde örselemesini engellemek durumundadır. Dolayısıyla, psikolojik danışmanın rolü, yas tutan bireye, ölen kişi ile ilişkisini sonlandırmaktan öte, bu bireyin duygusal yaşam alanında ölen kişiye uygun bir yer bulmasına ve yaşamını etkin bir birey olarak devam ettirmesine yardımcı olmaktır.
Yas danışmanlığı sırasında bireylere anlatılması gereken temel şeylerden biri yas sürecinin uzun olabileceği ve sonuçta varılabilecek en ileri noktanın kayıptan önceki durum olmadığıdır.