Bazı kişilik tipleri duygu üretemez ve bu nedenle kendi üretemediği duyguyu sürekli başkalarında arar. Onların hangi duyguda olduğunu belirleyen şey; karşısındakinin hissettikleridir. Bu kişiler; aslında kendilerini bir hiç ya da yok gibi algılarlar. Kendilerini var etmenin yolu olarak ise başkalarının bakışlarına ve duygularına muhtaç hale gelirler.
Bu kişiler; insan ilişkilerindeki sessizlikte kendilerini kaybolmuş gibi hissederler ve uzun süre bu durumda kalamazlar. Çünkü sessizlikte bir duygu yoktur. Bu durumla başa çıkmak için çok konuşurlar ve sohbeti sabote ederler.
Bu durumu bir ülkenin kaynaklarına benzetebiliriz. Eğer bir ülkenin yeraltı kaynakları ya da üretimi yoksa; başka ülkelere bağımlı hale gelir. Bağımlı ülkeler üretim yapamadıkları için fakir kalır ve başkalarının boyunduruğu altında yaşamaya mahkûm olur. Nasıl ki bir ülkenin bağımsız ve özgür bir şekilde varlığını sürdürebilmesi için fabrikalara; sanayiye ve üretime ihtiyacı varsa; bir insanın da başkalarına muhtaç olmadan kendi duygularını üretebilir hale gelmesi gerekir. Aksi takdirde; bir köle ya da mahkûm gibi sürekli başkalarından sevgi; takdir; onay gibi duygular dilenerek yaşamını sürdürür.
Bu Durumu Nasıl Anlarız?
Bir örnekle açıklayalım: Bir grup arkadaşınızla bir kafeye gittiniz. Herkes bir şeyler sipariş ediyor. Siz ise kendi içinizdeki farklı seslerle boğuşmaya başlıyorsunuz. Bir ses “Çay iç” diyor; bir diğeri “Kola iç”; bir başkası “Ayran iç.” Bu içsel çatışma bir süre sonra sizi çok yorar. Sonunda; “Ne içeyim ya?” diye en yakın arkadaşınıza sorar ve onun tavsiye ettiği içeceği seçersiniz. Arkadaşınızın önerisiyle o anlık kaostan kurtulsanız da; kendi kararınızı verememenin stresini bir ömür boyu yaşarsınız.
Bir an durup kendi içinize odaklanabilirseniz; bu seslerin kimlere ait olduğunu bulabilirsiniz. İçinizdeki “baba” çay içmenizi söylüyor olabilir çünkü babanız çayı sever. “Anne” ayran içmenizi önerebilir çünkü sağlıklı bulur. “Abi” kola içmenizi isteyebilir çünkü serinletici gelir. Ancak eğer bu seslerden biri kısık da olsa size aitse ve “Kahve iç” diyorsa; bu iyi bir durumdur. Ama ya hiçbir ses size ait değilse? İşte bu daha vahim bir durumdur. Bu; fiziken var olup ruhen yok sayıldığınız anlamına gelir. Varlığıyla yokluğu belli olmayan bir hayat sürüyorsunuz demektir.
Değersizlik Döngüsü
İlk 7 yaşınıza kadar size verilen değersizlik duygusu; terapiyle kırılmadığı müddetçe 70 yaşınıza kadar devam edebilir. Eğer iyi bir odaklanma ile kendi öz sesinizi bulabilirseniz ve o ses “kahve iç” diyorsa; bu sesin peşinden gitmelisiniz. Aşıkların dediği gibi “Zehir bile olsa içerim” diyerek; kahve sizin için zehir olsa bile onu içmek; kendi öz benliğinize ulaşmanın bir yolu olabilir.
Kendinize şu soruyu sormayı alışkanlık haline getirin: “Bu eylemi kimin için yapıyorum?” Eğer başkaları için yapıyorsanız; yapmanızı tavsiye etmem. Ama kendiniz içinse; sonucu ne olursa olsun yapmalısınız. Çünkü bu; sizin varlığınızın bir kanıtıdır. Bu durum çoğu zaman bencillikle karıştırılır. Ancak atasözümüz ne der: “Eve lazım olan camiye haramdır.” Kendimize faydamız yoksa başkalarına nasıl faydalı olabiliriz? Yüzmeyi bilmeden başkalarını kurtaramazsınız.
Ailede Doğru Öncelik Sırası
Bu durum ailede de geçerlidir. İnsanlara ailede en önemli kişi kim diye sorsanız; çoğu kişi çocuklarını söyler. Ancak sağlıklı öncelik sırası şu şekilde olmalıdır:
1. Ben
2. Eşim
3. Çocuklar
Kendiniz için yaptığınız en ufak bir şey bile çok değerlidir. Siz kendinize ne kadar değer verirseniz; başkaları da en fazla sizin kadar değer verebilir. Kendinize haksızlık etmeyin ve varlığınızı değersizleştirmeyin.
Herkesin ayrışmaya ve bireyselleşmeye ihtiyacı vardır. Varlığınızı hissetmek istiyorsanız; cılız kalan öz sesinizi bulup kendiniz olun. Bu tür davranışlarınızı artırdıkça kendi öz benliğiniz; yani sağlıklı ego parçanız da büyüyecektir.
Özünüzü bulup; kendiniz olarak kalmanız dileğiyle…