Anksiyete bozukluğu; bireyin günlük yaşamında karşılaştığı bir durum veya nesneyi olduğundan daha tehlikeli olarak algılaması ve durumdan veya nesneden gereğinden fazla endişe duyması durumudur. Anksiyete bozukluğu; DSM-5 kapsamında birçok farklı formda sınıflandırılmıştır ve her biri bireyin yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyebilir. Genel olarak; anksiyete bozuklukları endişe; korku; uykusuzluk; kas gerginliği ve aşırı tedirginlik gibi belirtilerle karakterize edilir. Bu bozukluklar; fizyolojik tepkiler de dahil olmak üzere bireyin günlük işlevselliğini önemli ölçüde bozabilir. Anksiyete bozuklukları arasında yaygın anksiyete bozukluğu; panik bozukluk; fobiler; sosyal anksiyete bozukluğu gibi çeşitler bulunmaktadır ve her biri belirli korku veya endişe türleriyle ilişkilidir. (Kafes; 2021).
Anksiyete; Prof. Dr. Raşit Tükel in çalışmasına göre; aşırı ve kişiyi felç eden bir formunun bir hastalık olarak tanınmasının; diğer birçok psikiyatrik bozukluğa göre daha geç dönemlere rastladığı bir durumdur. Tarih boyunca anksiyete; çeşitli mental bozuklukların önde gelen bir özelliği olarak kabul edilmiş; ancak detaylı bir tanımı ve anlaşılması zaman içinde gelişmiştir. 1869 da Beard tarafından tanımlanan nevrasteni içinde ikinci derecede bir belirti olarak yer alırken; zamanla çeşitli yazarların çalışmalarıyla ön plana çıkmaya başlamıştır. Freud; 1894 yılında "anksiyete nevrozu" adı altında; nevrasteniden farklı bir sendrom tanımlayarak anksiyeteyi birinci derecede bir belirti olarak bu sendrom içinde yer vermiştir. Böylece anksiyete; Freud ile birlikte; diğer belirtilerin etrafında toplandığı psikolojik bir antite olarak tanımlanmaya başlanmıştır. (Tükel; R. (2002)
Anksiyete; tarihsel olarak Greko-Romen filozoflar ve doktorlar tarafından belirgin bir negatif duygu ve ayrı bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Antik çağlarda; bugünün kognitif terapilerini anımsatan; anksiyeteden arınmış bir zihin durumuna ulaşmak için teknikler önerilmişti. 19. yüzyılın sonlarına kadar anksiyete; bağımsız bir hastalık olarak sınıflandırılmamış olsa da; anksiyete bozukluklarının tipik vakaları; farklı isimler altında tıbbi yazınlarda rapor edilmeye devam etmiştir. Modern psikiyatride; anksiyete bozuklukları ve bunların tanımlanması 19. yüzyılın ortalarında yeniden belirmeye başlamış ve DSM ve ICD sınıflandırmalarının gelişimiyle birlikte daha ayrıntılı bir şekilde tanımlanıp alt tiplere ayrılmıştır (Crocq; 2015).
Anksiyete; DSM-5 te gelecekteki tehdit beklentisi olarak tanımlanmaktadır ve gerçek veya algılanan yakın tehditlere karşı duygusal yanıt olan korkudan ayrılır. Ek olarak; endişeli beklentinin bilişsel yönlerini ifade eden endişe (worry) terimi de vardır. Anksiyete; adaptif bir duygu olarak evrimsel bir bakış açısından yararlıdır çünkü tehlikeli yerlerden uzak durmayı teşvik ederek hayatta kalma şansını artırır. 20. yüzyıldan itibaren anksiyete; psikiyatrik sınıflandırmalarda bir bozukluk olarak da yer almıştır ve normal adaptif anksiyete ile tedavi gerektiren patolojik anksiyete arasındaki klinik eşik; klinik yargıya tabidir (Crocq; 2015).
Anksiyete bozukluklarının modern psikiyatrideki tarihçesi; Freud un 1895 te "Anksiyete Nevrozu" kavramıyla anksiyete bozukluklarını tanımlamasıyla başlar. Freud; anksiyetenin libido kaynaklı bir tipini ve baskılanmış düşüncelerden kaynaklanan bir tipini ayırt etmiştir. DSM ve ICD sınıflandırmalarının gelişimiyle; anksiyete bozuklukları daha detaylı tanımlanmış ve alt tiplere ayrılmıştır. (Özakkaş; 2014).
1.1.2 Yaygın Kaygı Bozukluğu’nun Tarihçesi
Yaygın Anksiyete Bozukluğu nun (YAB) tarihçesi; geçmişten günümüze psikiyatrik tanıların evrimi üzerine kapsamlı bir perspektif sunar. YAB; ilk olarak "panophobia" ve "anxiety neurosis" gibi terimlerle tanımlanan durumları kapsayan geniş bir spektrumu ifade etmiştir. 19. ve 20. yüzyıllardaki bu terimler; hem panik atakları hem de genel endişeyi içerdiği için paroksismal ve interparoksismal fenomenolojiyi temsil ederdi. Neurasthenia kavramının popülaritesi ve belirsizliği; genel anksiyetenin de bir semptomu olarak kabul edildiği bir dönemi yansıtır. (Crocq; 2017)
YAB resmi bir tanı kategorisi olarak 1980 de DSM-III de yerini aldığında; bu ayrımın yapılmasındaki ana nedenlerden biri; bu iki bozukluğun imipramin tedavisine farklı yanıtlarının gözlemlenmesiydi. Bu tanımın DSM-III-R den başlayarak endişe odaklı olarak geliştirilmesi ve sonraki sürümlerde endişenin YAB için ayrıcalıklı bir semptom olarak belirtilmesi; YAB nin tarihsel yolculuğunda önemli bir dönüm noktasıdır.
DSM-III den DSM-5 e kadar olan süreçte YAB nin tanımlanması; endişenin daha belirgin bir özellik olarak ortaya konulması ve kognitif işlevsellik üzerine daha fazla vurgu yapılması şeklinde evrimleşmiştir. YAB nin somatik belirtileri kültürlere özgü psikiyatride önemli olmaya devam etse de; bilişsel yönleri ve endişe unsurunun artan önemi; modern tanılamada merkezi bir yer tutar hale gelmiştir.
YAB ve diğer psikiyatrik bozukluklar arasındaki sınırların belirlenmesindeki zorluklar; DSM-5 in hazırlanma sürecinde tartışılan konulardan biriydi. YAB ve depresyon arasındaki yüksek komorbidite nedeniyle; bu iki durumun tek bir temel etiyolojinin farklı fenotipik ifadeleri olup olmadığı tartışma konusu olmuştur.
Bu tarihsel ve evrimsel bağlamda; YAB nin tanımlanması ve tedavisi üzerine gelecekte yapılacak çalışmalara; araştırmalara ve tedavi yaklaşımlarına ışık tutulmuştur. RDoC (Research Domain Criteria) girişimi gibi yeni araştırma çerçeveleri; bireysel davranışın normalden patolojik düzeylere kadar çoklu bilgi düzeyleri (genler; moleküller; hücreler; beyin devreleri; fizyoloji; davranış ve kendi kendine raporlama) üzerinden incelenmesine olanak tanımaktadır.
YAB nin tarihçesinde; anksiyete bozukluğunun tanınması ve DSM-III ile resmi tanı sistemlerine girişi nispeten yenidir. Ancak; akut ve şiddetli anksiyete atakları ile daha kronik anksiyete durumları arasındaki fark klinisyenlerce uzun zamandır bilinmekteydi. YAB kavramı; daha önceleri farklı şekillerde adlandırılan bir dizi benzer klinik sendromu tanımlamaktadır. Bu sendromların bazıları Da Costa sendromu; efor sendromu; asker kalbi; anksiyete histerisi; anksiyete nevrozu; kardiyak nevroz; irritabl kalp; nörosirkulatuvar asteni; hiperventilasyon sendromu; atipik depresyon ve fobik anksiyete/depersonalizasyon sendromu gibi çeşitli isimler altında bilinmekteydi
Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) ile ilgili literatürdeki tarihçeye bakıldığında; bu durumun tanımlanması ve tanı kriterlerinin evrimi DSM-III ile 1980 yılında "anksiyete nevrozları" kavramının bırakılması ve YAB ın ayrı bir tanı kategorisi olarak tanımlanmasıyla başlar. YAB; önceleri diğer anksiyete bozukluklarının tanısı dışlandıktan sonra tanınabilen bir çeşit "artık" kategori olarak düşünülmüştü. Ancak; sonraki yıllarda yapılan epidemiyolojik çalışmalar YAB nun oldukça yaygın olduğunu ve birinci basamak sağlık hizmetlerinde en sık karşılaşılan anksiyete bozukluğu olduğunu göstermiştir. YAB nun; özellikle majör depresyon; panik bozukluk ve madde kötüye kullanım bozukluğu gibi pek çok psikiyatrik tabloyla komorbidite gösterdiği bilinmektedir.
YAB nun tanı ve klinik özelliklerine dair genel bilgiler; epidemiyoloji ve prognoz ile ilgili literatür bilgilerinin özetlenmesi; YAB nun halk sağlığı açısından önemini vurgulamaktadır. DSM-IV tanı kriterlerine göre YAB; en az altı ay boyunca hemen her gün ortaya çıkan birçok olay ya da faaliyet hakkında aşırı anksiyete ve endişe halidir. Kişi; endişesini kontrol etmekte zorlanır ve anksiyete ile endişe; altı semptomdan üçüne (ya da daha fazlasına) eşlik eder. Bu semptomlar arasında huzursuzluk; kolay yorulma; konsantrasyon bozukluğu; irritabilite; kas gerginliği ve uyku bozukluğu bulunmaktadır.
YAB ile ilgili klinik seyir ve tedavi yaklaşımlarına dair bilgiler de önem taşımaktadır. YAB nun kronik ve tekrarlayıcı bir seyri vardır ve genellikle belirli bir çözümü olan sorunlar ile çözümü belirsiz sorunlara yönelik endişe taşır. Tedavide bu iki ayrı endişe tipini belirlemek ve her birini çözümlemeye yönelik uygun stratejilerin uygulanması önemlidir. Tedavide olumlu yanıtlar; kişilerin belirsizliğe tahammül düzeyiyle doğru orantılıdır. Psikolojik müdahaleler; güven verme; bedensel belirtilerin ortaya çıkış düzeninin açıklanması; çatışmaların belirlenmesi gibi yaklaşımları içerir ve hastalığın kronik seyri nedeniyle baş etme mekanizmalarının kazandırılması hedeflenir.
1.1.3 Yaygın Kaygı Bozukluğu Tanı Kriterleri
A-En az altı aylık bir sürenin çoğu gününde; birtakım olaylar ya da etkinliklerle(işte ya da okulda başarı gösterebilme gibi) ilgili olarak; aşırı bir kaygı ve kuruntu (kaygılı beklenti) vardır.
B- Kişi kuruntularını denetim altına almakta güçlük çeker.
C- Bu kaygı ve kuruntuya; aşağıdaki altı belirtiden üçü ya da daha çoğu eşlik eder.
Not: Çocuklarda yalnızca bir belirtinin olması yeterlidir.
1-Dinginleşememe(huzursuzluk) ya da gergin ya da sürekli diken üzerinde olma
2-Kolay yorulma
3-Odaklanmakta güçlük çekme ya da zihnin boşalmaması
4-Kolay kızma
5-Kas gerginliği
6-Uyku bozukluğu (uykuya dalmakta ya da uykuyu sürdürmekte güçlük çekme ya da dinlendirmeyen; doyurucu olmayan bir uyku uyuma)
D-Kaygı; kuruntu ya da bedensel belirtiler; klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal işle ilgili alanlarda ya da önemli işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye neden olur.
E-Bu bozukluk; birmaddenin kötüye kullanımı ya da başka bir sağlık durumunun (örn hipertiroidi) fizyolojiyle ilgili etkilerini bağlamaz.
F- Bu bozukluk başka bir ruhsal bozuklukla daha iyi açıklanamaz. (American Psychiatric Association; 2013)