Günlük hayatta çevremizdeki kişilerle kurduğumuz ve sürdürdüğümüz bağ; kişiler arası ilişkilerimizde ve yaşama sevincimizde önemli bir etkiye sahiptir. Yaşama sevincimiz; büyük oranda ilişkilerimizden aldığımız doyuma bağlıdır.
Bir ilişkinin doyumu; besleyiciliği ile yakından ilişkilidir. Besleyiciliği tatmin etmeyen ilişkiler; doğal olarak doyum vermez. Doyum vermeyen bir ilişki de sürmez veya sürdürülemez.
İlişkilerdeki besleyicilik; beslenebilme ve besleyebilmeye bağlıdır. Bunu sağlayabilmek için hem kendimizin; hem de ilişkide olduğumuz kişinin ihtiyaçlarını ve besleme şeklini bilmek gerekir. Zira;
Bazı insanlar yemek ile besler; bazıları bilgi ile.
Bazıları şefkat ile besler; bazıları ilgi ile.
İhtiyaç duyduğumuz besini bir kaynaktan alabileceğimiz gibi farklı kaynaklardan da sağlayabiliriz. Ne kadar iyi beslenebilirsek; o kadar iyi besleyebiliriz. Böylece ilişkide karşılıklı iki rolü de deneyimleriz; hem beslenen; hem besleyen.
Bir ilişkiden beslenirken neye ihtiyaç duyduğumuzu bilmek; gerektiğinde bunu dile getirmek ve bu konuda sorumluluk almak ilişkiden alacağımız doyumu etkiler. Bunun yanı sıra; karşımızdaki kişiden neyi; ne kadar talep edebileceğimizi bilmemiz de gerekir. Böylece karşımızdaki kişiyle ilgili olası hayal kırıklıklarını önlemiş ve ilişkiye dair beklentilerimizi gerçekçi bir zemine taşımış oluruz.
Bir ilişkiyi beslerken; neye ihtiyaç duyduğumuzu bilmek kadar; ilişki içinde olduğumuz kişinin neye ihtiyaç duyduğunu bilmek de çok önemlidir. Çünkü bizim için önemli olan şey; karşımızdaki kişi için bir anlam ifade etmeyebilir. Çok bilindik bir hikaye olan; “Timsah ile Filin Aşkı” bu duruma örnek olarak verilebilir.
Hikayeye göre; birbirlerine aşık olan timsah ile fil evlenmeye karar verirler. Birbirlerini o kadar çok severler ki; bu sevginin bir göstergesi olarak ikisi de kendisi için en değerli olan şeyi eşine vermek ister. Timsah suda yakaladığı en güzel balıkları; fil de kendisi için en taze olan otları eşine verir. Ancak bu durum iki tarafı da memnun etmez. Çünkü etobur olan timsah için otun; otobur olan fil için ise etin hiçbir anlamı yoktur. Anlarlar ki kendileri için değerli olanı vermek; sevginin bir göstergesi olsa da eşi için aynı değerde olmayabiliyor. Bu deneyimin ardından ikisi de eşlerine kendileri için en değerli olanı değil; eşleri için en değerli olanı vermeye karar verirler. Böylece aralarındaki yakınlık ve sevgi artar.
Timsahla filin öyküsünden anlıyoruz ki; hepimiz ihtiyaç duyduğumuz besine ve dolayısıyla besini verene yakınlık duyuyoruz. Karşımızdaki kişinin neye ihtiyaç duyduğunu bilmek; ilişkinin besleyiciliği ve devamlılığı açısından oldukça önemlidir. Ancak bununla birlikte göz önünde bulundurulması gerektiğini düşündüğüm bir başka husus; karşımızdakinin neye ihtiyaç duyduğu kadar; bu ihtiyacın miktarının dikkate alınması gereğidir. Zira besinden yoksun bırakmak ne kadar zararlı ise; besine boğmak da bir o kadar zararlıdır. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak gerekir.
Bu konuda belirtmek istediğim bir diğer durum da; ihtiyaçların karşılanmasında zamanlamaya dikkat edilmesi gereğidir. Bir şey; ihtiyaç olmaktan çıkmışsa eski önemini kaybeder. Vaktinde gerçekleştiğinde kıymetli olan bir şey; vakti geçtiğinde değersizleşebilir. “Isınmak üşürseniz; dinlenmek yorulursanız güzeldir” der Pascal. Yani bir şeyin değeri onu duyulan ihtiyaç nispetindedir.
İlişkinin canlılığı; zamanında ve yeterince beslenmesiyle mümkündür. Aksi halde ilişkinin uzun sürmesi çok zordur. Bir ilişki doyum vermemesine rağmen sürüyorsa; kişilerin bu ilişkiyi bir tercih olarak değil; bir mecburiyet olarak algılamalarından ötürüdür.
Özetle hepimiz neye açlık duyuyorsak; o alanda doyurucu bir besine ve dolayısıyla besini verene yakınlık duyuyoruz. Bu yüzden bir ilişkinin doyumu ve devamlılığı; tarafların neye; ne kadar ve ne zaman ihtiyaç duyduklarını bilmelerine ve buna göre davranmalarına bağlıdır. Zamanında karşılanmayan ihtiyaçlar; sonrasında karşılanmaya çalışılsa bile ilişkide onarılması zor durumlara yol açabilir. Zira; “geç yağan yağmurlar; hayat vermez kurumuş yapraklara.”