Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Severek Anlamak

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Yaşam denilen kısa bir yolculuk bizimkisi. Hepimiz bu yolculuğu yoğun bir merak ile geçirmekteyiz. Bu merak ise öğrenme isteğimizi kamçılayan bir etken. Aynı zamanda kazanma hırsı; genellikle öğrenme isteğini gölgelemektedir.

Mevcut ortamda eğitimin tamamıyla kazanç ile ilişkilendirilmesi; merak ve kazanç kıskacını ortaya çıkarmaktadır. Fakat kazanmak veya bilmek hırsını tatmin etmeye yönelik uğraşı içerisinde olan insanımızın azımsanamayacak çokluktaki kısmı; maalesef hedefe varamamaktan yani başarısızlıktan şikayetçi. Gösterilen bu yoğun çabaya rağmen; mustarip olunan durumun nedeni nedir?

Ben bu soruya; Celaleddin Rumi’ye atfedilen şu hikâye ile yanıt vermek istiyorum:

Bir gün Mevlana’nın yanına bir adam gelmiş. Mevlana devrinin en bilgin; en eğitimli kişisi. Okumadığı kitap yok denir. Sayfaların arasında dünyayı öğrenmiş bir adam. Gelen adam; Mevlana’nın karşısına geçmiş ve demiş ki: Ben de öğrenmek istiyorum seninle; bana en önemli; en iyi üç kitabını göster. Mevlana kuşkulu işaret etmiş üç kitabını. Canı gibi sevdiği asırlık üç kitabı. Adam üç kitabı şöyle bir incelemiş; sonra orada bulunan havuza atmış. Mevlana çılgın gibi kitapları kurtarmaya koşmuş. Kitaplar suda eriyor; mürekkepler suya karışıyordu. Üzülmüş Mevlana.

Adam tutmuş Mevlana’yı ve demiş: Aradığın şey o kitaplarda değil; aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Sende eksik olan şeyi gözlerinle tamamlayamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacaksın. Aradığın şeyi yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar; tüm hesaplar; akıl oyunları; sayfalarca laflar sevginin yerini tutamaz. Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.

Eğitimden iş dünyasına bugün en büyük sorunlarımızdan biri bu: İlgisizlik. Sevmeden; zorunda hissederek bir işi yapmak. Belli katı kurallara sahip bir dünya anlayışı; bizi durmadan dipsiz bir uçuruma doğru sürüklüyor. Önemsemiyor hislerimizi; hissettiklerimizi. Sadece dayatıyor ve acıdır ki bunu; bizimle yapıyor.

Bürokrasi; özel kurumlar ve eğitim dünyası; konulara ilgi duymayan memur; işçi ve öğrencilerden şikayetçi. Hatta daha da kötüsü var: ebeveynler; evet anne babalar; ilgisiz bir bakıcılık ile ilişkilendirilmekteler.

İlgisizlik ve zorundalık ile yapılan her iş; zevksiz ve sıradan bir uğraşı halini alır. Haz alınmayan bu durumlar; zamanla bütün olumsuzluklara ortam hazırlar. Çatışmalar; zorbalıklar; zarar verme isteği; kaçma ve kaçınma eylemi; boş verme; kayıtsız kalma; anlamsızlık duyguları bu tür ortamlarda gelişen en rahatsız edici duygulardır.

Sözlerime kulak verin:

Vücudumuzun bütün işleyişini kontrol eden bir beynimiz var ve biz bu muhteşem mekanizmayı tanımıyoruz. Aslında o; vücut işleyişinde olduğu kadar hayatımızın her alanında bir yöneticidir. Öğrencinin öğrenmesinde; eğiticinin eğitiminde; işçinin işinde… aklınıza gelen her türlü kültürel faaliyette; beynimizde fiziksel değişimler olduğu artık kanıtlanmış bir gerçek.

Temel sorun ilgisizlik. Peki; ilgisizlik ile beynimizin fiziksel fonksiyonlarının ne gibi bir ilişkisi var?

İlgisizlik; severek yönelmenin olmadığı durumlarda söz konusu olur. Yani haz alınmayan işlere insanlar ilgisizdirler. Haz aldığımızda beynimizde bir hareketlenme olur ve dopamin dediğimiz madde salgılanır. Bu ismi hatırlayacağınızdan eminin. Bellek; ödül ve motivasyonlarla ilişkisi olduğundan ötürü; sıkça duyduğumuz bir kavram. Fakat maalesef bu da yanlış yönde kullanılıyor. Mesela zorundalıkları yapmaya alıştırmak için çikolata; oyun gibi uyarıcı ödüllendirmeler yapılır.

Yaygın ve önemli bir örnek:

Haz almadan bir iş yaptığınızı düşünün. Sıkıcı ve yorucu bir uğraşı. Ama siz; bu işten haz almak istiyorsunuz. Çünkü yapmak zorunda olduğunuzu düşünüyorsunuz. Bu işin bir getirisi; bir kazancı var: Para. Belli dönemlerde aldığınız bu para sizi az da olsa rahatlatıyor. Oysa kısa süreli bir rahatlık bu. Sonra aynı sıkıcılık ve aynı yoruculuk. Zamanla bu işi kazancına bağlıyor ve sadece para için çalışmaya başlıyorsunuz. İşte bu fena. Çünkü hedef salt para kazancı olunca; beynimiz bunu haz ile eşliyor ve siz; daha çok kazanmak istiyorsunuz. Neden sonra bir eksiklik yakanızı bırakmıyor. Derin bir huzursuzluk; kaygı; stres ve mutsuzluk… Zamanla bu uğurda sağlığınıza da kaybediyorsunuz. Ömrünüz bu şekilde kayıp gidiyor avuçlarınızdan.

Düşünürün sözlerini hatırlayın:

“İnsanoğlu çocukluktan sıkılır; büyümek için acele eder; sonra da çocukluğunu özler! Önce para kazanmak için sağlığını harcar; sonra da yitirdiği sağlığını geri kazanmak için parasını!”

Böyle bir durumun sizlere yabancı gelmediği kanısındayım. Toplumun genelinde mevcut olan bu durum karşısında; ya boyun eğeceğiz ya da buna bir dur diyeceğiz.

Bir işi yapmak; bir bilgiyi edinmek; bir hedefe doğru koşmak istiyorsak; her şeyden önce kalbimizi ortaya koymalıyız. Her statü; her dönem ve her meslek için geçerli bir gereklilik bu. Aksi halde aradığımızı bulamaz; onu hiç bilemeyiz. Hikâyede işlenen konu gibi: Sende eksik olan şeyi gözlerinle tamamlayamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacaksın. Aradığın şeyi yüreğinle bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar; tüm hesaplar; akıl oyunları; sayfalarca laflar sevginin yerini tutamaz. Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.

Şikayete atfedilen şu veciz ifadeyle makalemi noktalamak istiyorum:

"Sevdiği bir işi yapan; ömür boyu çalışmaz."

Psikolog Kadir Özsöz