ÖNSÖZ
Masterson Yaklaşımı; kişilik bozukluklarının yapısı ile gelişimini açıklayan ve psikoterapisini hedefleyen psikanalitik bir kuramdır. Kuramda yer alan gerçek kendilik kavramı günümüz insanlarının yaşadığı pek çok uyum bozucu duruma açıklık getirmekte ve yeni bir bakış açısı sağlamaktadır.
Bu çalışmanın amacı gerçek kendilik aktivasyonunun sekteye uğrama nedenleriyle bilrikte; bu zorlanmayı yaşayan kişilerin Masterson Yaklaşımı perspektifinden incelenmesidir. Projede Masterson Yaklaşımı’nın bütünleştirici yönteminin nasıl geliştiğine; gerçek kendilik kavramına ve terk depresyonu kuramına yer verilmiştir. Buna ek olarak kendilik gelişimiyle ilgili literatüre katkı sağlayan pek çok farklı kuramcının görüşlerinin de kısaca aktarılması amaçlanmıştır.
Kuram çerçevesinde kişilik bozuluğu görülen bireylerin gerçek kendiliklerinin ne şekilde zarar gördüğü ve neden kendi kendilerine bu döngüden çıkmakta zorlandıkları aktarılmıştır.
Erken intrapsişik gelişimde oluşan gerçek kendilik aktivasyonunda yaşanan aksaklıklar; kişilik bozukluklarına temel oluşturmanın yanı sıra bireylerin öz saygılarının azalmasına ve yaratıcılıklarının bastırılmasına da neden olduğu gözlemlenmektedir. Dış dünya ile sağlıklı bir uyum içinde olmak; yaratıcı çözümler üretebilmek; özsaygı ve duyguların düzenlenmesi ve olumsuz duygulanımların üstesinden tümgüçlü bir birey olarak gelinebilmesi için gerçek kendiliğin tutarlılığının önemi klinik gözlem ve araştırmalarla aktarılmaya çalışılmıştır.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ İ
İÇİNDEKİLER İİ
KISALTMALAR İİİ
ŞEKİL LİSTESİ İV
GİRİŞ 1
1. MASTERSON YAKLAŞIMINA GENEL BAKIŞ 2
1.1. Kuramın Gelişimi 2
1.2. Kuramlararası Bütünleştirme 3
1.3. Masterson’ın Terapötik Yaklaşımı 4
1.3.1. Terapistin Duruşu ve Terapötik Tarafsızlık 5
1.3.2. Tanıya Özgü Müdehale 6
2. GERÇEK KENDİLİK VE SAHTE KENDİLİK 8
2.1. Kendilik Nedir? 8
2.2. Gerçek Kendilik 10
2.3. Gerçek Kendiliğin Yapısı 11
2.4. Gerçek Kendiliğin Gelişimi 12
2.5. Kendilik Kapasiteleri 12
2.6. Sahte Kendilik 13
3. TERK DEPRESYONUNDAN SAKINMAK 18
3.1. Terk Depresyonuna Kuramsal Bakış 18
3.2. Gerçek Kendiliğe Karşı Sahte Kendilik 20
SONUÇ 25
KAYNAKLAR 27
ÖZGEÇMİŞ 28
KISALTMALAR
1. ÖNİP: Ödüllendiren Nesne İlişkileri Parça Birimi
2. GNİP: Geri Çekilen Nesne İlişkileri Parça Birimi
ŞEKİL LİSTESİ
Masterson 40 yılı aşkın sürede yaptığı çalışmalar; araştırmalar ve klinik gözlemler sonucunda literatüre çok kıymetli kavramlar eklemiş ve kişilik bozukluklarının psikoterapisi için yeni ufuklar kazandırmıştır. Gerçek kendilik ve terk depresyonu konularında edindiği bulgular doğrultusunda yazdığı kitaplar; kişilik bozukluklarının yapı ve gelişiminin anlaşılmasına yeni bir boyut getirmiş ve entegratif bir bakış sağlamıştır.
Çalıştığı klinikte Masterson; borderline kişilik bozukluğu belirtileri gösteren hastalar üzerinde uzun süreli gözlemlerde bulunmuş ve bu ergen hastaların eyleme vurumları kontrol altına alındığında depresyon belirtilerinin alevlendiğini belirlemiştir. Böylece eyleme vurmanın depresyona karşı bir savunma olduğu görüşü ortaya çıkmış ve teorik kaynağını Mahler’in çalışmalarından alan “Terk Depresyonu Kuramı”nın temelleri atılmıştır. Çalışmaların daha da derinleşmesi sonucunda gelişimsel duraksamaların; kendilik gelişimini de duraklattığı ve kişilik bozukluklarının böylelikle gelişme ortamı bulduğu sonucuna ulaşılmıştır (Masterson J. F.; Gerçek Kendilik; 2016).
Masterson’a göre kişilik bozukluklarının temel patolojisini oluşturan kendiliğin gelişim duraksamalarına maruz kalmasının ana nedenleri genetik faktörler; ayrılma – bireyleşme evresinde yaşanan olumsuz etkileşimler ve ayrılma stresidir. Bu etkenler kendilik gelişiminde duraksamaya neden olur ve sahte kendiliğin savunmacı önlemleriyle gerçek kendilik bastırılarak hastalar terk depresyonu korkusundan korunmaya çabalar. Gerçek kendiliğin aktivasyonu için yapılan her müdehale ayrılma anksiyetesi ve savunmaya neden olan terk depresyonunu tetiklemektedir. Hastalar kendilik aktivasyonu için gerekli potansiyele sahip olmalarına karşın terk depreyonuna karşı gelişen korku nedeniyle aktivasyondan kaçınmakta ve gerçek kendiliğin anlamlı doğasına karşı sahte kendiliğin savunmalarına sığınmaktadırlar (Masterson; Tolpin; & Sifneos; 2014).
1. MASTERSON YAKLAŞIMINA GENEL BAKIŞ
1.1. Kuramın Gelişimi
James F. Masterson; 1960’larda “ergen bunalımı”adlı kuramla ilgilendiği dönemde çalışmalarının temeli atılmıştır. Yaptığı literatür taramaları sonucu ilgili kuramı destekleyen bir çalışmaya ulaşamamış ve kendi araştırmasını oluşturmaya karar vermiştir. Bu karar sonucu on iki yıl süren bir araştımaya başlamış ve çalışmaya devam etmekte olduğu hastanede yatarak tedavi gören hastaların geçmişine; ayaktan tedavi gören hastaların ise olası geleceklerine yönelik izlemler yapmıştır (Masterson J. F.; 2008).
Yaptığı çalışmalar sonucunda Masterson; ergenliğin sonlanmasıyla semptomların kaybolmadığını fark etmiş ve elde ettiği bulgularla Ergenliğin Psikiyatrik İkilemi adlı kitabını yayınlamıştır. Kitap borderline kişilik bozukluklarıyla ilgili bazı sorulara cevap aramaktadır. Masterson borderline kişilik bozukluğu olan ergenlere tanı koymakta zorlanmazken; tedavi sırasında eyleme vurmaları kontrol altına alınmaya çalışıldığında ergenlerin depresif olduklarını gözlemlemiştir. Bu gözlem; eyleme vurmanın depresyona karşı bir savunma olduğunu belirten ilk psikodinamik düşünceye yol açmıştır(akt; Aydın; 2010).
Sorulara cevap aramakta olan Masterson; bu dönemde Bowlby’nin çocukların ayrılamaya karşı verdiği tepkileri üzerine yaptığı çalışmadan ve Mahler’in “Otizm Sembiyoz; Varlık ve Kimlik Algısında İki Bozukluk” adlı makalesinden etkilenmiş ve bu iki çalışmayı birbiriyle karşılaştırmştır. Bu karşılaştırma sonucunda borderline ergenin bir ayrılama / bireyleşme başarısızlığı içinde olduğunu; bunun nedenininse egonun gelişimsel bir duraklaması ve annenin egonun gelişimini desteklemekteki yetersizliğinden kaynaklandığını görmüştür. Ergen; yaşadığı destek eksikliği sonucunda diğer savunmalara ek olarak terk depresyonu yaşamaktadır. Elde edilen bulgular Masterson’ın önce Borderline Ergenin Tedavisi; Gelişimsel Bir Yaklaşım ve bundan beş yıl sonra tedavisindeki başarının kanıtı niteliğinde olan Borderline Ergenden İşlevsel Yetişkine; Zaman Testi adlı kitaplarında yayınlanmıştır.
Masterson’ın cevap aradığı bir diğer soru; maternal libidinal ulaşılmazlık ve egonun gelişimsel duraklaması arasındaki bağlantının anlaşılmasına ilişkindi. Yanıt nesne ilişkileri kuramında ve intrapsişik yapı kavramında yatmaktaydı. Arayışı Masterson’ı dört farklı düşünceyi bir araya getrmeye itmiştir:
1. İlk üç yıldaki ayrılma/bireyleşme evresinde annenin libidinal ulaşılmazlığı
2. İntrapisişik yapının nesne ilişkileri kuramı
3. Zihinsel işleyişin iki ilkesi üzerine Freud’un yazdığı makale
4. Borderline hastaların iyileştikçe; daha kötü; yani daha depresif hissettiklerine dair edinilen klinik gözlemler
Borderline üçlüsü adı verilen ve kendilik aktivasyonunun anksiyete ve depresyona; bunların ise savunmaya yol açtığını ifade eden kavram bu bütünleştirme sonucunda meydana gelmiştir. Masterson çalışmalarını derinleştirdikçe bu kavramın sadece borderline kişilik bozukluğu için değil tüm kişilik bozuklukları için geçerli olduğunu fark etmiş ve onu “Kendilik Üçlüsü Bozuklukları” olarak yeniden adlandırmıştır. Böylelikle Masterson’ın ileriki yıllarda yayınlayacağı Gerçek Kendilik; Görünen Kendilik ve Kendilik Bozukluklarının Psikoterapisi gibi pek çok çalışmanın temelleri atılmıştır.
Kuramın betimlenmesi 40 yıldan fazla süre almış ve önce gelişimle başlayıp nesne ilişkilerine; sonra gelişimsel kendilik ve nesne ilişkilerine kadar uzanan derin araştırmalar sonucu; bağlanma kuramı ve nörobiyolojik beyin araştırmalarının da kurama katkılarıyla gelişmiştir (Masterson J. F.; 2008; s. 15-19).
1.2. Kuramlararası Bütünleştirme
Masterson’ın kuramının evrimi onlarca yıl süren kuramı üzerinde çalışırken edindiği yeni bakış açısı; onu bütünleştirici bir vizyon edinmeye yönlendirmiştir. Kuramın gelişimi büyük bir emek harcanmasını zorunlu kılmış; bu süreç oldukça zorlu ve zahmetli bir mücadele gerektirmiştir.
Masterson yaklaşımı; gelişimsel bağlanma ve nesne ilişkileri kuramlarını nörobiyolojideki gelişmelerle bütünleştiren bir psikodinamik psikoterapi biçimi sunmaktadır (Tuncer; Kapısız; & Dönmez; 2018).
Masterson’ın kuramını geliştirme aşamasında ilerlerken; Mahler ve Stern’in çocuk gözlemi araştırmalarına ek olarak Bowlby’nin Bağlanma Kuramı ve Ainsworth’un Eichberg ile yapmış olduğu bağlanma araştırmaları normal kendiliğin gelişimi hakkında yeni ufuklar edinmesini ve kendi borderline hastalarının normal gelişim sürecinde yaşadığı tutukluk ve başarısızlıkları açıkça görmesini sağlamıştır.
Bu aşamadan sonra maternal libidinal erişilmezlik ile gelişimsel tutulma arasındaki bağlantının ne olduğu sorusuna yanıt “ Nesne ilişkileri Kuramı” ile gelmiş ve Masterson’ın kendilik ve intrapsişik yapının gelişiminde maternal kabulün rolü hakkındaki düşüncelerinin gelişmesine ortam sağlamıştır ve Donald Rinsley’nin katkıları konuda derinleşilmesine katkıda bulunmuştur. Bu gelişmelerin sonucu olarak Masterson “Borderline Kişilik Bozuluğunun Doğuşunda ve İnrapsişik Yapısında Annenin Rolü” adlı makaleyi yazmış ve Nesne İlişkileri Kuramı ile ayrılma –bireyleşme gelişimini bütünleştirmeyi önermiştir. Yazdığı makaleyi Rinsley’e göndermiş ve Rinsley çalışmaya Fairbairn’in nesnde ilişkileri hakkındaki görüşlerini de entegre etmeyi önermiştir.
Masterson yaptığı onca araştırma ve çalışmaya; yazdığı onca yayına rağmen hala teoride bir eksiklik olduğunu düşünmekteydi ki bu da kendilik gelişimine yeterince vurgu yapılmamasından öte gelmekteydi. Bağlanma kuramı ve nörobiyolojik araştırmaların da katkılarıyla kendilik kavramının detaylandırılarak çerçevelenmesi ve gerçek kendilik kevramının gelişip kurama entegre edilmesiyle “Masterson Yaklaşımı” olarak adlandırılan perspektif ana hatlarıyla oluşmuştur (Klein & Masterson; 1989).
Kuramlar arası bütünleştirici bir yaklaşım gözetirken Masterson; şu soruyu da asla gözardı etmedi: İnsan yavrusu nasıl bir dünyaya doğuyordu? Her bebeğin dünyaya eşit koşullarda gelmediği aşikardı(akt. Aydın; 2010). Bu soru üç faktörle açıklanan bir kavram doğurmuştur: Doğa; çevre ve kader’in etkisi. Doğa genetiğe; çevre çocuğun kendilik gelişiminin büyüme evrelerinde anne tarafından ne kadar desteklendiğine; kader ise dış faktörlere dikkat çekmektedir (Masterson J. F.; 2008).
1.3. Masterson’ın Terapötik Yaklaşımı
Masterson yaklaşımının ana hedefi nesne ilişkileri ve bozulmuş gerçek kendilik kapasiteleri bağlamında kişilik bozukluklarının psikoterapisidir. Kişilik bozukluğu olan bir bireyin gerçek kendilik aktivasyonu bastırılmış ve yerini sahte kendiliğe bırakmıştır. Dolayısıyla psikoterapi süreci; bireyin gerçek kendilik aktivasyonunun gerçekleşmesi temelinde yapılandırılmalıdır. Bu yapılandırma terapistin; hastadan kendilik desteğine sahip olmasını; kendini ortaya koymasını ve kendini yatıştırabilmesini beklediği bir duruşu olmasını gerektirir (Masterson J. F.; 2008).
. Bu yaklaşım perspektifinden psikoterapiyi sürdüren psikoterapistler; farklı kişilik modellerini intrapsişik yapıları ve gelişimsel faktörleri göz önünde bulundurarak değerlendirebilmekte ve her kişilik yapılanmasının tedavisini kendi özelinde ele alabilmektedirler (Tuncer; Kapısız; & Dönmez; 2018).
Terapist gerçek kendilikle konuşmalı; etkinleşebilmesi onu uyarmalı ve kenilik aktivasyonuna ket vuran süreçlerin tekrarlanmasına engel olmak için çerçeve kullanarak terapiyi yapılandırmalıdır. Bu müdehaleler; hastanın gerçek kendilik aktivasyonunun “ne” olduğunu farketmesi ve “nasıl” gerçek ilişki kurulabileceğini keşfetmesi olasılığına ulaşmak amacını içerir. Hastanın gerçek kendiliğin yeniden işlenmesi ve yapılandırılması bu yolla gerçekleşecektir (Masterson J. F.; 2008; s. 178-181).
“Terapi hem sol hem sağ beyni; hem kalbi; hem aklı; hem tekniği; hem de gizemi içerir” (Masterson J. F.; 2008).
1.3.1. Terapistin Duruşu ve Terapötik Tarafsızlık
Terapötik tarafsızlık; psikanalitik yönelimli psikoterapiler kapsamında son yıllarda sık sık tartışma konusu haline gelen bir olgudur. Terapistin tarafsızlığının ne denli mümkün olduğunun sorgulanması ve terapistlerin bu konuda ne kadar istekli olduğu konusu tartışmaların başını çekmektedir (Masterson J. F.; 2008).
Terapötik tarafsızlık kavramı terapistin; hastayla kişisel bir ilişki içinde bulunmadan tarafsız ve nesnel bir duruş olarak tanımlanabilir. Hastanın iyileşmesi amacıyla; hasta ve terapist arasında uzlaşılarak belirlenen bu durum “terapötik ittifak” olarak adlandırılır.
Kişinin savunmalarıyla yüzleşebileceği bir ortam yaratmak adına terapötik tarafsızlığın korunması ve sürdürülmesi büyük önem taşımaktadır. Terapistin sakinliği; hastaya kendi içsel çatışmalarıyla başedebilecek potansiyelde olduğu konusunda güven veren örtük bir mesaj iletir. Hasta bu halde yatışarak devam edecek motivasyona erişir (Masterson J. F.; 2016).
Terapist; terapötik tarafsızlığını koruyarak kişinin gerçek kendiliğinin koruyucusu olur. Hastayla kişisel bir ilişki kurulması ve tarafsızlığın kaybı; hastanın iyileşmesi için en etkili araç olan algı ve yargının nesnelliğinin yitirilmesine neden olacaktır. Ancak çok sık rastlanan bir yanılsama vardır ki o da ; terapötik tarafsızlığın terapistin katı ve tamamen duygusuz birer nesne olarak var olması gerektiği hatasına düşülmesidir. Terapist “merhametsiz bir tahta parçası” değildir (Masterson J. F.; 2014).
Tüm yazılanlara ek olarak bilinmelidir ki; terapötik tarafsızlık tüm terapi süresince her hasta karşısında korunması gereken bir duruş değildir.Kişilik bozukluğu olmayan hastalarla ya da kişilik bozukluğunun üstesinden gelmiş kişilerde terapistin öznelliği terapinin ihtiyaçlarını karşılayabilir (Masterson J. F.; 2008).
1.3.2. Tanıya Özgü Müdehale
Masterson borderline; narsisistik ve şizoid kişilik bozuklukların psikoterapisinin tanıya yönelik olarak ayrıştırılabilmesi için gelişimsel açıdan belirleyici faktörler önermiştir. Kişilik bozukluklarının her birinin ayrı bir intrapsişik yapılanması vardır ve kendine özgü terapötik yaklaşıma ihtiyaç duyar.
Müdehalelerin ortak hedefi sahte kendiliğin aşılmasıyla gerçek kendiliğe erişmektir. Ancak gerçek kendiliğin açığa çıkması için gerekli donanımlar her bir kişilik bozukluğunun kendi özelinde farklılaşmaktadır (Masterson J. F.; 2008).
Borderline kişilik bozukluğu olan ve ayrılma-birleşme stresiyle terapötik ittifaktan geri çekilmeye eğilimi olan bir hasta ile çalışırken terapistin görevi ustalıkla yapılacak bir “yüzleştirme” olacakken; narsisistik kişilik bozukluğunda terapğst bambaşka bir duruş ve süreç için hazır olmalıdır (Masterson J. F.; 2014). Terapötik müdehale yüzleştirmeden narsisistik kırılganlığın yorumlanmasına kayacak ve iletişimsel örtüşme sürecinde büyüklenmeci kendilikle konuşulmadığına emin olunması gerekecektir (Masterson J. F.; 2016).
Şizoid kişilik bozukluğunda ise durum bambaşkadır. Hastaların ikili kontrol edilme ve çaresiz yalnızlık kaygıları güvenlik konusunda hassasiyete neden olur ve “şizoid ikilem” gün yüzüne çıkar (Masterson J. F.; 2008). Terapist hastaya dayatmada bulunmamaya ve sınırlarına hassasiyet göstereceğini görünür şekilde ifade etmeye çabalamalıdır. Terapi sürecine giriş şizoid ikilemin yorumlanmasıyla olur ancak bu yorumlama kendilik aktivasyonunu tetikler ve aktivayon da anksiyete ile terk depresyonuna neden olur. Terapist hastanın ritmine özen göstererek süreci ilerletmesi ve sabırlı olması hastaların terapiyi terk etmemesi için son derece kritiktir (Tuncer; Kapısız; & Dönmez; 2018).
Sonuç olarak Masterson kuramı perspektifinden bakıldığında; terapi sürecinin; her hastanın gerçek kendiliğini ortaya çıkaracak şekilde yapılandırılması ve sürdürülmesi elzemdir. Terapistin duruşu; hastanın kendilik aktivasyonunu beklediği ve desteklediği nitelikte olmalıdır ve sahte kendilikle iş birliği yapmaktan kaçınılmalıdır (Masterson J. F.; 2008).
2. GERÇEK KENDİLİK VE SAHTE KENDİLİK
2.1. Kendilik Nedir?
Kendiliğin tanımını yapmak ve doğasını açıklamak oldukça karmaşık bir konudur. Psikanaliz çerçevesinde pek çok kuramcı tarafından kendiğilin yapısı ve gelişimi anlaşılmaya ve açıklanmaya çalışılmıştır. Bu çabalar farklı kuramların gelişmesine neden olmuştur.
Freud; kendilikle ilgili çalışmaların temelini atarak diğer araştırmaların önünü açmıştır. Yapısal kişilik kuramıyla; kişiliği; id; ego; süperego adı verilen üç sisteme ayırmıştır. İd; içgüdüleri kapsayan ve genetik olarak aktarılan gizil güçleri ifade eder; ego; kişiliğin yürütme organıdır ve eyleme ulaşmak için seçilecek yolları denetler; süperego ise; kişiliğin vicdani ve ahlaki temsilini oluşturur (Geçtan; 2002).
Freud Ich (ego) kelimesiyle kendiliği açıklamış ve pre-ödipal dönemde kendilik gelişimin sınırlarını kabaca çiziştir. Ancak bu süreç o kadar çok vaktini almıştır ki daha detaylı bir kendilik gelişimi üzerine odaklanamamıştır ve bu aşama diğer kuramcılar devreye girmiştir (Masterson J. F.; 2014).
Daha bütüncül bir bakış açısına olan ihtiyaç Jung’un kişilik kavramlaştırmasının temellerini oluşturmuş oldukça kapsamlı bir kişilik kuramı gelişmiştir. Kişiliğin bölümleri; kişiliğin enerji kaynakları ve kişiliğin gelişimi ve yaşam boyunca değişimi konularının beraberinde getirdiği sorular; psişe; bilinç; ego; kişisel bilinçdışı; kompleksler; kolektif bilinçdışı ve arketip kavramlarını oluşturmuştuır (Geçtan; 2002).
Jung kendiliği; insanın tasarımında bulunan; kişinin bütünlüğünü ve en büyük hayallarine olan ihtiyacınında anlam bulan bir arketip olarak görmüştür.
Rank; ayrılma anksiyetesi ve doğum travması üzerine odağını çevirmiş (Masterson J. F.; 2016) ve insanları üç bölüme ayırarak ortalama insan; nevrotik ve artist olarak adlandırdığı kişilik tiplerini oluşturmuştur (Geçtan; 2002).
Adler (1940); erken çocuklukta edinilen bilgilerin kendilikte oluşan aşağılık duygularının aşırı telafisi şeklinde açığa çıkarak hayat tarzını oluştuduğu ve bu durumun da yaratıcı kendiliğin işlev göstermesini engellediği yorumunu yapmıştır. Benzer şekilde Horney (1946; 1950); bastırılmış bir gerçek kendilik ve idealize edilmiş bir kendilik olasılığını öne sürmüştür. Sullvan (1970) ise kendiliğin gelişiminin güvenliğin ve ihtiyaçların giderilmesinin sağlanmasıyla doğru orantılı olduğunu düşünmüştür(akt; Masterson; 2016).
Erikson; ego savunma mekanizmalarının bilinçli olarak aktive edilmesine gerek olmadan psişik dengemizi sağladığını; her kişisel kimliğin; kendi deneyimiyle ego ve kendilik yönü barındırdığını açıklamıştır. Erikson’a göre; birey psikososyal deneyimlerinde edindiği kendilik imgelerini başarıyla bütünleştirdiğinde kendilik yönü ortaya çıkar (Masterson J. F.; 2014).
Hartmann (1958; 1964) kendiliği bütün bir kişi olarak tanımlamış; Jacobson (1964) ise kendilik temsilini fiziksel ve zihinsel kendiliğin ego sistemindeki bilinçdışı; bilinç öncesi ve bilinçli intrapsişik temsilleri olarak açıklamıştır. Kernberg (1982); karakter terimini kullanarak kendiliği bütüncül bir yapı olarak düşünmüştür.
Kohut; kendiliği bütünüyle; nesne tasarımlarına benzer bir şekilde; zihinsel aygıtın bir içeriği olarak açıklamış fakat zihnin aygıtlarından biri olmadığını önemle vurgulamıştır (Kohut; 1998a). Kohut’un teorisi; nesne ilişkileri bulgularıyla zıt düşmesi açısından Masterson yaklaşımıyla örtüşmemektedir (Masterson J. F.; 2016).
Kohut(1998b)’a göre çocukta sağlıklı bir kendiliğin gelişmesini sağlayan kaynak; kendilik nesnesinin en azından belli zamanlarda uygun aynalayıcı yanıtlar verme kapasitesidir; patojen olan kendilik nesnesinin zaman zaman başarısız olması değil; kendilik alanında kendi psikopatolojisine bağlı olarak; uygun yanıt verme kapasitesinin süreğen zaafiyetidir. Dönüştürerek içselleştirme yoluyla kendiliğin bütünleşmesine yol açan ve insanı yaşam boyu ayakta tutan temel kendilik saygısı ve kendine güven için bir depo oluşturmasını sağlayan; çocuğun narsisistik gereksinimlerinin yerinde ve yeterince tatmin edilmeden bırakılmasıdır.
Kendiliğin kavramsal gelişiminin eriştiği bu noktadan sonra Mahler’in araştırmaları; kavramın yeni bir boyut kazanması için ihtiyaç duyulan zemini sağlamıştır. Normal gelişen çocuklar ve anneleriyle yapılan gözlemsel çalışmalar; “doğru gidenin ne olduğu” konusunda perspektif sunmuştur ve nesne ilişkileriyle kendilik gelişimi arasındaki bağlantının keşfedilmesi yardımcı olmuştur (Masterson J. F.; 2014).
Kendilik gelişimi; bağlanma kuramında altı çizilen; yakın duygusal ilişki içinde olmayı sağlayan güveli bağlanma ve nesne ilişkileri kuramında belirtilen; özerkliğin kazanımını ifade eden sağlıklı ayrışma kapasiteleri tarafından desteklenmektedir (Masterson J. F.; 2008).
Klein’e göre; nesne ilişkileri kuramlarında çoğunlukla kendiliğin; “olgun nesne tasarımı ve ayrılma – bağlanma ilişkileri ” çerçevesinde açıklandığı görülmektedir(akt.; Aydın; 2010 ).
Nesne ilişkileri kuramından edindiği bilgiler ve klinik gözlemleri sonucunda Masterson; kendilik tasarımı; kendilik kabulü; yatıştırma; kendini haklı görme; kendilik iddiası gibi kendilik işlevlerinin maruz kaldığı güçlüklere odağını yöneltmenin kişilik bozukluklarının terapisi için gerekliliğini keşfetmiştir. Sonraki çalışmalarında kapsamı genişleterek kendilik işlevlerinin zorlanmalarının terk depresyonunun önemli bir sonucu olmasının yanı sıra; ego saplanması da içerdiğini farkederek; kendilik gelişimindeki bir duraksamanın eş zamanlılıkla ego işlevlerinde de bir duraksamaya neden olduğu sonucuna ulaşmıştır. Elde ettiği bu sonuç Masterson’ın; “Gerçek Kendilik” yaklaşımının ortaya çıkmasına yön vermiştir (Masterson J. F.; 2016).
2.2. Gerçek Kendilik
Gerçek kendilik kavramı; Masterson yaklaşımının temel yapı taşlarındandır (Masterson J. F.; 2008). İntrapsişik anlamda kendiliği ve kendiliğin duygulanınlarına etki eden nesne ilişkilerini ifade eder. Burada kullanılan “gerçek” kelimesi; normal ya da sağlıklı anlamına gelmektedir.
Yaşamın ilk üç yılında çocuğun kendine has özelliklerinin anne ve bakım veren kişilerce cesaretlendirilerek desteklenmesi gerçek kendiliğin gelişmesi ve bütünlüğünü sağlaması için önem teşkil etmektedir. Gelişimin bu basamağında oluşabilecek aksaklıklar; kendilik gelişiminin sekteye uğrayarak kişilik bozukluklarının gelişmesine neden olabilmektedir.
Gerçek kendilik; egonun yanında ve egoyla birlikte; kendine has ya da bireyleşme isteklerini gerçek dünyada yaratıcı bir şekilde belirledikten sonra ifade etme ya da dile getirebilmenin yanı sıra kendilik saygısının düzenlenmesi için sürekliliği olan bir kaynak sağlamak amacıyla etkin bir adaptasyon ve savunma yapmak için çalışmaktadır (Masterson J. F.; 2016).
Masterson’ın kuramında aktarılan gerçek kendilik kavramının; Winnicott'un hakiki kendilik tanımı ile karıştırılması sık karşılaşılan bir durumdur. Winnicott’a göre hakiki kendilik; bireyin kendi ihtiyaçlarını toplumun ihtiyaçlarından ayırt ederek; doğru derecelendirmelerle kendi ve diğerlerinin ihtiyaçlarını ölçmesi; sıralaması ve yaşantısında bu farkındalıkları harekete geçirmesini içermektedir. Masterson ise gerçek kendilik kavramı ile daha kapsamlı bir yapılanmaya işaret etmektedir. Ona göre gerçek kendilik ego ile iş birliği yapar ve birinde yaşanan duraksama diğerini de etkiler ki bu gelişim ve duraksamaların tamamı da bireyin kişiliğini ve gerçek kendiliği etkiler (Klein; 1989; akt. Aydın; 2010).
Gerçek kendilik; varlığını egoya paralel bir şekilde sürdürür ve bu anlamda ego psikolojisinden ayrı düşünülemez. Bununla birlikte gerçek kendiliğin kendi kapasiteleri; kendine has bir gelişimsel eğrisi ve bozuluğunda görülen psikopatolojileri bulunmaktadır. Ego gelişimindeki herhangi bir duraksama ile kendilikte de bu duraksamayla eş zamanlı gelişen bir bozukluk meydana gelecektir (Materson; 2016).
Erikson’a göre(2968); kimlik oluşumunun hem ego yönü hem de kendilik yönü vardır. Kendilik genellikle bilinç öncesinde var olur fakat bilinçli hale gelmesi mümkündür. Yani ego çoğunlukla bilinçdışı çalışırken; kendilik istediğinde bilinç düzeyinde var olabilir(akt.; Masterson; 2016).
Nesne ilişkileri çerçevesinde gerçek kendilik (Masterson; 2014 ); “kendiliğin ve önemli başkalarının intrapsişik imgelerinin toplamının yanı sıra; o imgeler tarafından rehberlik edilen ortam içindeki eylem kapasitelerinin beraberinde o imgelerle ilintili duyguların toplamı”ndan oluşmuştur.
Borderline ve narsisistik kişilik bozukluklarında; gerçek kendiliğin bütün kapasiteleri bir dereceye kadar hasar görmüştür. Dış dünyayla başa çıkabilmek için gerçek kendiliklerini kullanamayan borderline ya da narsisistik hasta bunun yerine sahte savunmacı bir kendiliğin işlevsiz uyumundan yararlanır. Borderline kişilik bozukluğunda bu sahte savunmacı kendilik; terk depresyonuna karşı gerileyici savunmalara dayanır. Narsisistik kişilik bozukluğunda ise sahte savunmacı kendilik; büyüklenmeci ve tümgüçlü nesne temsillerine ve bunlara bağlı olarak gelişen savunmalara dayanmaktadır (Masterson J. F.; 2016).
Masterson’a (2014) göre gerçek kendilik; bireyin ve dünya imgelerinin temsillerini yaratan çeşitli imgelerin sürekliliği ve ilişkiselliğini sağlamaya ek olarak; kişinin kendine özgü bireysel isteklerini belirleyen ve gerçekliğin içinde bu istekleri aktaran bilinç olarak tanımlanabilir. Bu şekilde insanın özgün bir varlık olarak kendilik imgelerini tanıma ve ilintilendirme becerisi gelişir. Gelişen bu beceri doğrultusunda birey kendilik imgesi ve davranışlarının; kendiliğinin özgün ve dürüst ifadesi olduğunu deneyimleyerek kimliğinin sürekliliğini sağlar; “gerçek” hisseder ve değişen durumlara yaratıcı bir işlevsellikle uyum sağlamayı başarabilir.
Gerçek kendilik; birbiriyle çelişse dahi pek çok çeşitli kendilik imgesini içselleştirebilir; karışıklara çözümler üretir. Çeşitliliklerden uyumlu bir bütün oluşturur ve davranışlar üzerinde bir navigasyon görevi görür. Gerçek kendiliğin hayata yaptığı rehberlik sayesinde birey; amaçlarına ulaşmak için uygun yollar keşfeder ve dış çevre ile intrapsişik gerçeklik arasında yakalanan bu uyum özsaygının gelişmesiyle taçlanır (Masterson J. F.; 2014).
2.3. Gerçek Kendiliğin Yapısı
Kendilik organizasyonunu daha iyi anlaşılmasını sağlamak için Masterson ve arkadaşları (2016); kurama birkaç tanımlayıcı açıklama getirmiştir.
Kendilik tasarımı: Moore ve Fine (1968)’a göre kendilik tasarımı; bireyin belirli bir durumda; belirli bir süre kendi hakkındaki zihinsel imgesi. Bu imge bilinçli ve gerçekçi olabileceği gibi; bilinçdışı düzeyde ve çarpıtılmış da olabilir(akt.; Masterson; 2016 ).
Kendilik temsili: Egonun katkısıyla zaman içinde bireyin edindiği farklı kendilik tasarımlarının birleşmesiyle oluşan bu yapıyı Moore ve Fine (1968); kendilik temsili olarak açıklamışlardır (akt. Masterson; 2016).
Aşırı-düzenli kendilik organizasyonu: Horowitz ve Zilber (1983) bu terimi; var olan ikincil kendilik tasarım ve temsillerinin düzenlenmesini sağlayan yapı için kullanır. Süreklilik organizasyonu için büyük önem taşır ( akt.; Masterson; 2016 ).
Bütün kendilik: Sağduyuyu içeren bir kavramdır. Bireyin öteki insan ve nesnelerle farklılığını ortaya koyduğu kişilik gerçekliği (Masterson J. F.; 2016).
2.4. Gerçek Kendiliğin Gelişimi
Masterson (2016) gerçek kendiliğin; genetik etkenler; çocuğun bedensel ve algısal duyumları; çevre ile baş etme kapasitesi ve nesne ilişkileri formlarının bütüncül etkisi ile oluşup geliştiğini aktarmaktadır.
Klein’e göre bir çocuğun gelecek yaşantısına bir kendilik bozukluğu taşıyıp taşımayacağını bağlanma stillerine ek olarak genetik faktörler; mizaç ve çevresel faktörler belirlemektedir. Nesne ilişkileri açısından bakıldığında; kendiliğin gelişimini yordamak için ayrılma – birleşme evrelerinin ve bağlanma süreçlerinin araştırılması oldukça önem taşımaktadır. Kendilik kuramları penceresinden incelendiğinde ise kendilik; kişinin bireyleşme yolunda attığı adımlar sırasında maruz kaldığı nesne ilişkilerinin yapısı ve libidinal oluşumların bireyleşme girişimlerine etkisiyle ilişkili olarak gelişmektedir. Gelişen bu yapı kişinin kendini ne şekilde sakinleştireceğini ve duygularıyla nasıl baş edeceğini belirlemektedir. Yapılan gözlem ve araştırmalara göre bebekler duygularını stabilize etmek ve streslerini azaltabilmek için; bakım veren kişiler onları ne şekilde yatıştırıyorsa kendilerini o yöntemle yatıştırmaya eğilimli olmaktadır. Tüm bunlardan yola çıkılarak kendilik kuramlarının kendilik sürekliliğine ağırlık verdiği söylenebilir (akt.; Aydın; 2010 ).
İlk 3 ayda bebek için temsili olarak farklılaşmamış bir matriksin varlığı söz konusudur. 3 – 18 aylar arası; annenin ödüllendiren ya da engelleyen etkileşimleri bu matriksten iki kendilik temsili oluşmasını sağlar. En kritik evrelerden biri olan ayrılma – bireyleşme evresinde (18 – 36 aylar) fiziksel olarak anneden ayrılma kapasitesinin oluşması; bebeği kendilik temsili ile nesne temsilini birbirinden ayırması için motive eder. Gelişim ilerledikçe iyi – kötü nesne ve kendilik temsilleri en son alt evrede birleşir. Bu bütünleşme ego ve kendilik gelişimi açısından çok önemli bir aşamadır. Sonucunda deneyimlenen özdeşleşme ve içe yansıtma süreçleri; çocuğun ego işlevlerini içselleştirmesine; hoşgörü; dürtü denetimi ve ego sınırları geliştirmesine neden olur. Çocuk artık insanı hem iyi hem kötü; bir bütün olarak algılar; hayal kırıklıklarına karşın o kişiye yatırımı sürdürebilir ve kişinin yokluğunda dahi intrapsişik imgesini zihninde tutabilir (Materson; 2016; s. 46 - 48).
2.5. Kendilik Kapasiteleri
Gelişim evrelerinde edinilen tecrübeler sonucu birey; sorunlar ve zorluklarla baş etmesine yardıncı olacak; içsel yol gösterici olarak işlev görecek duygu ve düşünce ör