Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Kadın Psikolojisi

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
“Kızını dövmeyen dizini döver”
“Kadın milletinin sırtından sopayı; karnından sıpayı eksik etmeyeceksin”
“Saçı uzun aklı kısa”
“Kadın dediğin koluna taktın mı yakışacak; duvara vurdun mu yapışacak”


Bunlar bizim kadına bakışımızın sadece bir bölümünü anlatan atasözleri. Sadece bir bölümünü çünkü; kadın hakkında var olan az da olsa güzel atasözlerimiz de var. Hani laf aramızda çok da kullanmadığımız.


Erkek egemen bir dünyada yaşarken kadın olmanın da tabii ki psikolojik olarak yüklerinin olması kaçınılmaz. (Bakın bir kadın olarak bu yazıyı yazarken hiç de farkında olmadan bilinçaltım bana neler söyletiyor!) Bir diğer yandan yetersizlik duygusuyla yüzyıllardır donatılmış anne kadınların kızları için kurdukları zengin koca hayallerinin gölgesinde ortaya çokan bir paradoks. Kadın demenin bile ayıp sayıldığı; cinsiyet belirtirken kadın kutucuğunu işaretlerken suçluluk duyan kız çocukların olduğu bir toplum anlayışından yavaş da olsa "bayan değil; kadın"; iş adamı değil; iş insanı söylemlerine yavaş bir geçişin içerisinde olmak az da olsa umut verici çabalar.
Kendi toplumumuzu merkez alarak baktığımızda; yaşadığımız metropolde çalışan ve üreten kadının da yoğun söz hakkı varmış gibi gözükmekle birlikte gerçek aslında pek de öyle değil.


Ülkenin geneline bakıldığında eve hapsolan ve sosyalleşemeyen tüm varlıklar gibi kadın da önce kendine sonra da topluma olan güvenini kaybediyor. Böylece toplum içinde yalnızlaşmış; mutfak ve odalar hattında gidip gelen; hizmet temelli bir robot gibi hissetmeye başlıyor. Sonucunda ise depresyon ve panik atak tedavisi gören kadın sayısı hızla artıyor ve bunlar sadece istatistiklere yansıyanlar.


Neden önceleri süreç böyle değildi ve neden yaklaşık 30 yıl öncesinde kadınlar evdeki bu durum nedeni ile duygusal ve ruhsal yıkımları bu denli yoğun yaşamıyordu?
Öncelikle o yıllarda psikolojik yakınmalar ve bu sebeple alınan yardımlar günümüzdeki gibi kabul görmüyordu. Bunun yanı sıra metropolde de olsa (ki o yıllarda metropol kavramı yoktu) nüfusun çok daha az olması; köyden kente göçün yoğun olmaması nedeni ile köyde üretime katılan kadının şehirde yalnızlaşma durumunda kalmaması; siteler yerine mahalle kavramının olması; ekonomik düzey makasının bu denli açık olmaması; varlıklı insanında alım gücünün mevcutlarla sınırlı olması ve en önemlisi ise televizyonla evimize giren dünyanın bilgisayarla evin baş köşesine henüz oturmuş olmaması şeklinde sırlayabiliriz.



Peki televizyon mu seyretmemeli; bilgisayar mı kullanmamalı; dünyadan mı soyutlanmalı?


“Değişmeyen tek şey değişmenin kendisidir” Heraklitos’tan bu yana bahis konusu olmuş değişim dünya döndükçe devam edecek. Dünyanın bir yerlerinde farklı hayatlar yaşandığını televizyon ya da bilgisayar vasıtasıyla gören kadın önce ulaşamamanın; yokluğun verdiği öfkeyi ardından iç hesaplaşmayı yaşayacak ancak sonunda çözüm üretme noktasına gelecek. Böylece de varlığı yüzyıllara öncesine dayanan atasözlerinin yerini bekli de yenileri alacak. Ancak bu durumun da her doğum gibi sancılı olması ise kaçınılmaz olacak.


Kız çocuk olarak doğmakla başlayan psikolojik süreç;
Evcilik oyunlarından itibaren yüklenen annelik misyonu ve aynı anda evin dışında süren hayata katılmak; ruh sağlığı yerinde başarılı çocuklar yetiştirmek; beraberinde yemek yapan temiz pak anne iken başarılı bir kadın olmak…


Artarda yazarken dahi yoran bu yolculukta kendi ruh sağlığını koruyabilmek zaman içinde umarım bir rutin olacak; iş bölümü arttığında erkeğin de sürece katılmasıyla kadın ruhsal anlamda daha çok doyacak. Sonuç olarak ruh sağlığı düzgün ve duygusal olarak doymuş kadının varlığı toplumun da ruhunu sağaltacak.