Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Bağlanma Kuramına Göre Bebeklikten Yetişkinliğe Ben Olma Süreci

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Özet
Bağlanma kuramının kurucularından Bowlby; her bebeğin “bağ kurma ihtiyacı” ile dünyaya geldiğini söyler. Bağlanma sistemi; bebeğin hayatta kalması için hayati öneme sahipken; bu sadece insana özgü olmayıp doğadaki tüm memeli türlerinde ihtiyaç duyulan bir sistemdir. Anne–çocuk ilişkisi ile başlayan ve kişinin hayatı boyunca kurduğu ilişkiler için bir taslak arz eden bağlanma biçimini anlamak hem birey hem de toplumsal dönüşüm yolunda elzem bir adımdır. Bu bağlamda; yeni bir ebeveynlik tarzı örneği olan Bağlanma Temelli Ebeveynlik ile sağlıklı bağlanma süreci desteklenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Bağlanma; Anne-Çocuk İlişkisi; Duygu Düzenleme



Abstract
Bowlby; one of the founders of attachment theory; says that every baby is born with the need to bond. While the attachment system is vital for the survival of the baby; it is not unique to humans; but is needed for all mammal species in nature. Understanding the attachment style; which begins with the mother-child relationship and presents a base for one s life-long relationships; is an essential step towards both individual and social transformation. In this context; the healthy attachment process was tried to be supported with Attachment Based Parenting; which is a new example of parenting style.
Keywords: Attachment; mother-child relationship; affect regulation.


Giriş

Bilim insanları; 20. yy’ın ortalarına kadar insan bağlanması kavramını henüz bilmemekteydi. Ancak kedi veya köpek gibi memeli hayvanların doğumundan hemen sonra korumak; emzirmek; yalamak; sokulmak gibi içgüdüsel davranışları ile kurulan bağ uzun zaman önce keşfedilmişti. Bağlanma aynı zamanda ebeveyn ve çocukları yakın tutmaya yarayan evrimsel bir stratejidir. Fiziksel yakınlık çocukların ve bu yüzden toplulukların hayatta kalmasını sağlar. Onlar büyüyüp geliştikçe; aralarındaki özel bağ güçlenir; anne daha da korumacı ve ilgili olurken; yavrular çevreyi araştırarak ve yeni becerilerini sınayarak bağımsızlığa doğru ilerler. İşte bu özel bağa bağlanma diyoruz (Parker; ve Nicholson; 2013).


Bağlanma süreci insanoğlunda daha uzundur ve yaşamın ilk 3 yılı boyunca devam eder. Bunun nedeni; bebek beyninin doğum sırasında yalnızca %25 oranında gelişmiş olması ve tıpkı kanguru yavruları gibi gelişimini rahim dışında sürdürmeye devam etmesidir. İdeal ev ortamında bebekler müthiş bir gelişim sergiler. Destekleyici ebeveynler; bebeğinin bilişsel; duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını giderirken onun güveni; empatiyi ve şefkati deneyimlemesine imkân tanırlar. Bu sayede; bebek uyarılmakta ve yeni beceriler öğrenmek istemektedir. Bebeğin beyni bu koşullarda ilk 3 yılda yaşamının en hızlı büyümesini gerçekleştirir.


Bağlanma kuramının ilk araştırmacılarından psikiyatr John Bowlby ve Mary Ainsworth’e göre bebekler “bağ kurma ihtiyacı” ile doğarlar. Güvenli bağlanma ise bebeği kimin beslediğinden; kiminle daha çok vakit geçirdiğinden ziyade; ebeveyn-bebek arasında duygusal bağın hangi yetişkin ile kurulduğudur. Anne babanın çocuğunun sadece midesini değil; kalbini ve zihnini besleyebildikleri bir ilişki; toplumsal dönüşüm yolunda elzem bir adımdır. Bağ; nihayetinde her şeydir (Parker; ve Nicholson; 2013).
Tıpkı bakım verenle kurulan sağlıklı ilişkide olduğu gibi; tüm besleyici; destekçi ve iyileştirici ilişkilerin özünde güvenli bağlanmanın gücü vardır. Bu yüzden başarılı bir psikoterapinin arkadaşlık; yol göstericilik; ebeveynlik; kapsama ittifak kurma gibi özellikleri vardır. Başkası tarafından kabul edildiğini; sevgiyi hissetmek insanın içine işleyen; hayat enerjisi akıtan özel bir deneyimdir. Böyle bir deneyim beyin ve zihinde nöroplastisiteyi geliştirir ve olumlu değişikliklere yol açar. Bu yüzden; yüzlerce yeni terapi modası ve tekniği çıksa da Rogers in temel esasları olan şefkat; empati ve koşulsuz sevgi her zaman alanımızın merkezinde olmuştur. (Cozolino; 2018) Sağlam sevgi ilişkisi ve güvenli bağlanma ileride arkadaşlıktan okul başarısına; zor durumlarla başa çıkmaktan beyin gelişimine kadar pek çok konuda önemli rol oynar (Parker; ve Nicholson; 2013).


Anne çocuk bağlanma işlevlerinde etkin olan beynin sağ ön kısmıdır. Bağlanmaya yönelik doğuştan gelen eğilim anne ve çocuğun senkronizmiyle harekete geçer ve korunur (Masterson; 2005). Allen Schore anne-çocuk arasında sağ beyin iletişimi olduğunu; yani annenin sağ beyinden çocuğun sağ beynine olduğunu göstermiştir. Sağ beyin işleyişi temelde bilinçli bir farkındalığın dışındadır. Yaşamın ilk üç yılında meydana gelenlerin çoğu açık bellek ve sözlü tanımlamalara doğrudan erişemez (Cozolino; 2018).
Bağlanma kuramı; anne ve çocuk arasındaki etkileşimlerin kendiliğin gelişimine yönelik etkilerine dair kuramı doğrulayan ve zenginleştiren; bilimsel açıdan araştırılan bir temel sağlamıştır. Nörobiyoloji; beyni araştırarak kendiliğin gelişimine ve işleyişine dair ilk defa nöronal bir temel bulunmasını; duygu düzenlemesi ve onun patolojisinin; terapötik işbirliğinin; aktarımın ve karşı aktarımın nörobiyolojik temelini anlamamızda önemli katkılar sağlamıştır (Masterson; 2005).


Bağlanma kuramı aynı zamanda nesne ilişkileri kuramından da beslenmiştir. Çocuğa karşı aşırı koruyucu ve ihtiyacının dışında müdahaleler yapıldığında çocuğun otonomi; ayrışma bireyselleşmesi engellenerek gelişimin zarara uğramasına neden olunur. Çocuk talep ettiğinde; ihtiyacının sinyallerini verdiğinde ihtiyacı karşılanmalıdır. Ancak; çocuğun ihtiyacı olmayan müdahaleler çocuğu işgal eden; aşırı korumacı yaklaşımlar; ona kimlik ve kişilik oluşumu için alan tanımayan; örneğin; yetersiz olduğu; bu nedenle başkalarının ihtiyaçlarını karşıladığı gibi olumsuz inançları oluşabilir.



Anne-bebek bağlanma ilişkisine tanımlayıcı bir bakış açısı kazandıran Bowlby; psikanaliz; etoloji; deneysel psikoloji ve öğrenme kuramlarından yararlanarak çocuk gelişimine temel olacak ve psikoloji ile psikiyatrinin pek çok alanını etkileyecek kuramını geliştirmek üzere çalışmalarını sürdürmüştür (Karataş; 2017).


Bağlanma konusunun kişilik yapıları üzerindeki etkisinin oldukça çarpıcı boyutta olduğu fark edilince; günümüzden yaklaşık kırk yıl önce kuramcılar bu konudaki çalışmalarını arttırmışlardır. John Bowlby’nin yanı sıra; Kim Bartholomew; Margaret Mahler; Mary Ainsworth ve son dönem geliştirdiği “İlişkisel Kuram” la ön plana çıkan günümüz araştırmacılarında Paul Watchel; bağlanma konusunda literatürde adı geçen araştırmacılarımızdan bazılarıdır. Her biri kendi dönem ve koşullarında yaptıkları çeşitli araştırma ve elde ettikleri çıkarımlarla; günümüzde bağlanma ile ilgilenen uzmanlara halen ışık tutmaktadır (Akçakaya; 2016).


Bağlanma Kuramına İlişkin Yapılan Araştırmalar

Bowlby; bağlanma kuramını oluşturduğu dönemde (1950); psikanaliz (haz duygusunun anne memesinden karşılandığı) ve davranışçı ekol rağbet görüyordu. İngiliz psikiyatr Bowlby 1940 larda; erken yaş dönemlerinde ebeveynlerinden ayrılan ve onları uzun süre göremeyen çocukların duygu durumunun hızla bozulduğunu; üzgün; depresif; korkulu ve sonunda duyarsız hale gelerek gelişimlerinin gerilediği sonucuna varmıştır. Yine başka bir araştırmada; küçük yaşlarda anneden uzun süreli ayrılık yaşayan çocukların; yaşamlarının ileriki dönemlerinde duygusuz karakter geliştirdiği gibi döneminin bağlanma odaklı birçok bilimsel çalışmaya imza atmıştır. Ancak; meslektaşları tarafından; ortamın çocukları şekillendirdiğine inanmayı reddetmesi ve genetik yapıyı ön plana aldıkları için dışlanmıştır (Parker; ve Nicholson; 2013).


John Bowlby; öncelikle uyum sorunu yaşayan ayrılma araştırmalarına; yani hastaneye yatırılmaları veya yuvaya gitmeleri nedeniyle annelerinden ayrılan çocukların tepkileri üzerine gözlemler yaparak çalışmalarına başlamıştır. Kırk dört vaka incelemesinden sonra ayrılma ve anne eksikliği arasındaki ilişkiye dikkat çeken Bowlby’e göre bu çocukların temel sorunu; yaşamlarının ilk yıllarında anne figürü ile gerçek bir bağlanma oluşturma olanağından yoksun kaldıkları için sevmeyi başaramamalarıdır. Bazı çocuklar bu ayrılıkla iyi bir şekilde başa çıkabilirken; bazı çocuklar ise ağlayarak; öfkeli ya da kayıtsız davranarak tepki göstermişlerdir. Bağlanmayla ilgili yapılan çalışmalarda çocuğun; duygu düzenleme; dikkat kontrolü ve zihinselleştirme kapasiteleri edinmesi; öz-etkinlik algısı gelişimi; ebeveynin çocuğun içsel dünyasını kavramalarının oynadığı hayati rolü; bakım verenle güvenli bağlanmanın sonraki yakın ilişkiler üzerindeki etkisinin önemi üzerinde durulmuştur (Karataş; 2017).


Çocukların anneden uzun süre ayrı kalma konusunda üç aşamalı tepki geliştirdiği görülmüştür: a) Protesto: Annenin geri gelmesi için çocuğun yüksek sesle ağlaması ve teselli girişimlerine direnç göstermesi; b) Umutsuzluk: Annenin geri dönmemesi üzerine çocuğun duygusal çöküntü yaşaması; c) Kopma: Çocuğun küskün ve savunmacı bir tavır sergileyip; annenin ya da bakım verenin dönüşünü kabullenmeyen ilgisiz davranışlarda bulunması (Orta; ve Sümer; 2016).


1970’lerde Harry Harlow tarafından yapılan bir deneyde iki anne maymun simülasyonu oluşturulur. Bunlardan biri tamamen tellerden oluşturulur ve ucuna besin kaynağı olan biberon yerleştirilir. Diğerinin üzerine battaniye gibi yumuşak bir şey sarılarak daha şefkatli; sıcak ve duygusal yakınlığın kurulabileceği bir anne simülasyonu oluşturulur. Bebek maymunlar yeme ihtiyacını karşıladıktan hemen sonra yumuşak olan maymun simülasyonuna giderek günün çoğunluğunu onun kucağında geçirdikleri gözlemlenir. Deneyin devamında ortama ses çıkaran; hareket eden; stres yaratıcı bir figür çıkarılır ve bebek maymunların bu durumda hemen sıcaklık veren maymunu tercih ettiği görülür. Bu da bize anneliğin sadece beslenme ihtiyacıyla alakalı olmadığı; şefkat; sıcaklık ve fiziksel temasın da önemli olduğunu; bununla birlikte çocuğun; özellikle olumsuz duygular esnasında bağlanma figürüne ihtiyaç duyduğunu tekrar kanıtlıyor.



Bowlby’e göre bir bireyin bağlanma süreci dört aşamada ve 3 yılda tamamlanmaktadır. İlk aşama olan 0-3 aylık dönemde bebek çevresinin henüz farkında olmadığı için bağlanma davranışı görülmemiştir. İkinci aşama; 3-6 aylık döneminde çocuk seçici olarak bir ya da bir kaç kişiye bağlanır. Üçüncü aşama güvenli üst denilen dönemdir. Son aşama ise; amaca göre düzeltilmiş ortaklık olarak ifade edilir ve çocuğun bakıcısına ulaşılabilirliği ile ilgili düşünceleri ve doyumu erteleyebilme durumuna göre düzenlenir. Çocuk dil becerisi kazandıktan sonra birincil bakıcısıyla daha iyi bir iletişim kurar ve ayrılıkla ilgili daha az stres yaşamaya başlar. Hareket becerisi de arttıktan sonra çocuk; güvenli üst olarak gördüğü anne ya da babasından uzaklaşarak diğer insanlarla da iletişim kurmaya başlar ve böylece çocuğun dünyasında akranlarıyla olan ilişkisinin önemi artar. (Sümer; Oruçlular; ve Çapar; 2015)


Anne ile bebek arasındaki ilk bağlanma ilişkisinin doğum öncesinde kurulduğu ileri sürülmektedir. Doğum öncesi dönemde fetüs; annenin duygulanımlarına yanıt verebilmektedir. Yirmi altıncı haftada fetüsün algılama; tepki gösterebilme ve işittiği bilgileri yakalama yeteneklerinin olduğu bildirilmektedir. Bu durumda; doğum öncesi dönemde; annenin bedeninde meydana gelen değişiklikleri benimsemesi; olumlu duygularını henüz doğmamış olan bebeğine aktarabilmesi bağlanmanın ilk temellerini oluşturmaktadır. Hamilelik döneminde annenin karnına dokunması yoluyla bebeğin tensel olarak hissedilmesi ve bebeğin kabulü bağlanma ilişkisi için oldukça önemlidir. İstenmeyen gebelikler sonucu dünyaya gelen korunmaya muhtaç çocuklar anne karnında dışlanmaya maruz kalmakta; hamilelik döneminde annenin yaşadığı stres ve gerginlik gibi olumsuz duygularından etkilenmektedirler (Karataş; 2017). Araştırmalar güçlü bir şekilde hem rahim içi ortamının hem de doğum sonrası anne davranışlarının beyin gelişimini şekillendiren mekanizmalar olduğunu destekler. Annenin hem biyokimyası hem de davranışı bebeğin beyninin şekil alacağı modeli oluşturur (Cozolino; 2018).



Kötü muamele; bağlanma sistemini altüst eder. Kötü muamele gören çocukların; duyguları anlamada önemli gelişimsel gecikmelere sahip olduklarına dair bulgular; IQ ve sosyoekonomik statüler denetim altında alındığında çok az bir azalma göstermesine rağmen istikrarlıdır. Kötü muameleye maruz kalan çocuklarda duygusal anlamda problemlerinin yanı sıra sosyal biliş eksiklikleri ve gecikmiş zihin teorisi kavrayışı bildirilmiştir (Clarkin; Fonagy ve Gabbard; 2010).



Çocukluk yıllarında sevgi bağı kurma kapasitesinde bozulma yaşayan bireyler psikonevrotik; sosyopat veya psikotik rahatsızlıklara yatkın olmaktadırlar. Çocukluk dönemi kaybıyla ilgili yapılan pek çok araştırmada; iki psikiyatrik sendrom ve eşlik eden iki tür semptomda çocuklukta sevgiye dayalı bağların kesintiye uğramış olmasının yüksek oranda etkili olduğu tutarlı biçimde saptanmıştır. Bu sendromlar kişilik ve depresyondur; semptomlar da sürekli suç işleme ve intihardır. Bu bireylerde sevgi bağları kurma ve koruma kapasitesi her zaman bozuktur ve hiç olmadığının görüldüğü de seyrek değildir. Psikolojik desteğe ihtiyaç duyan bu bireylerin çocukluklarında çoğunlukla ebeveynlerinin ölümü; boşanması veya ayrılmasıyla ya da bağlarının bozulmasına neden olan olaylarla karşılaştıkları belirlenmiştir. Örneğin binden fazla ayaktan tedavi gören 60 yaş altındaki hastalarla yürütülen bir çalışmada; bunların 66’sını sosyopat ve 1.357’sini farklı diğer bozukluklardan muzdarip olarak saptamışlardır. Kriter olarak; annenin 6 yaşından önce 6 ay ya da daha fazla süren yokluğu alındığında sosyopatlar arasında bunun oranı %41 ve diğerlerinde ise %5 olarak bulunmuştur. (Karataş; 2017).
Bağlanma kuramının hipotezi; sağlıklı bir bağlanma gerçekleşmediğinde; duygusal bağlantı eksikliği; şiddet de dahil her türlü duygusal ve sosyal sorunlara yol açabiliyordu. 1990’larda birbirini ve ebeveynini öldüren çocuklarla ilgili haberler görmeye başladık. En az bir suç nedeniyle hüküm giymiş 86 çocuk suçlunun her biri önemli ve belirleyici bir çocukluk travması geçirmiştir (Parker; ve Nicholson; 2013).


Araştırmalarda; bağlanma kaygısının aynı zamanda başta depresyon; kaygı bozuklukları ve panik atak olmak üzere olmak üzere birçok “içselleştirme” ile ilintili psikolojik sorunla da ilişkili olduğu gösterilmiştir (Sümer; Oruçlular; ve Çapar; 2015).


Sümer ve arkadaşları (2008) tarafından yürütülen TÜBİTAK destekli geniş kapsamlı bir projede orta çocukluk dönemindeki çocukların (dört ilden 1931 öğrenci) ebeveynlerinin bağlanma örüntüleri ve ebeveynlik davranışları; diğer aile değişkenleri ve çok sayıda çocuk uyum değişkenleri ile birlikte ölçülmüştür. Ebeveynlerin kaçınma ve kaygılı bağlanma boyutlarının çocukların algıladıkları; özellikle reddedici; müdahaleci ve suçluluk yaratmaya yönelik ebeveynlik davranışlarıyla sistematik olarak ilişkili olduğu bulunmuştur. Özellikle; annenin yüksek düzeyde kaçınmacı bağlanmaya sahip olması sadece anneye değil babaya da güvenli bağlanmayı olumsuz yönde yordamıştır Bu araştırmada aynı zamanda; ebeveyn bağlanma boyutlarının evlilikte çatışma ve doyumla; çocuğun genel kaygısı; içselleştirme ve dışsallaştırma davranışlarıyla ve akademik yeterlik algısıyla sistematik olarak ilişkili olduğu gösterilmiştir (Sümer; Oruçlular ve Çapar; 2015).


Yapılan çalışmalar güvenli bağlanan kişilerin güvensiz bağlananlara oranla stresli durumlarda daha az kaygı ve rahatsızlık yaşadıklarını; stresle başa çıkmada başkalarından daha etkili destek aradıklarını ve aldıkları desteği etkili kullanabildiklerini ve kendileri ve başkaları hakkında daha olumlu görüşlere sahip olduklarını ortaya koymuştur (Orta; Sümer; 2016).

Erken dönem destek ve müdahale programları; çocukların özellikle ilk üç yılda sosyal ve duygusal becerilerini geliştirmelerine yardımcı olan; onların iyi birer yetişkin olmasını sağlayarak aile ve topluma sosyal ve ekonomik yönden uzun vadede yararlı olmayı amaçlayan uygulamalardır. Bağlanma-temelli bir programda; Ainsworth ve arkadaşlarının (1978) ‘güvenli üs’ ve ‘güvenli sığınak’ kavramlarından yola çıkılarak geliştirilen; annelerin çocuğun bağlanma ve keşif ihtiyaçlarını gözleyebilme; ayırt edebilme ve bu ihtiyaçlara duyarlı karşılık verebilme becerisini artırmayı amaçlayan “Güvenlik-Çemberi” isimli müdahale programıdır Bu doğrultuda geliştirilen ‘Güvenlik-Çemberi’ programında annelere; bireysel video geribildirimi yoluyla çocukların yakın temas ve keşif ihtiyaçları arasındaki farklılıkları ve bu ihtiyaçlara duyarlı bir şekilde karşılık verilmemesinin ilişkiyi nasıl etkileneceği anlatılır. Bunun için çocukların farklı ihtiyaç ve beklentilerini ifade eden resimlerden (örn.; ‘çocuğun anneden uzaklaşması’) ve açıklamalardan (örn.; ‘Benim keşfimi desteklemene ihtiyacım var’) yararlanılır. Bireysel ve grup olarak verilen 20 haftalık eğitiminin sonunda; 75 anne-çocuk çiftinde güvenli bağlanma örüntüsünde artma gözlenmiştir (Marvin ve ark.; 2002). Güvenlik-Çemberi programının daha sonraki yıllarda yapılan kısa sureli (4 haftalık) uygulamalarında ise; eğitim verilen grupta yer alan annelerin duygusal bakımdan kırılgan mizaca sahip olan çocuklarının aynı gruptaki diğer çocuklara göre daha güvenli bağlandıkları görülmüştür. Bunun gibi destekleyici programlar; olumlu sosyal ve duygusal becerilerin erken dönemde kazanılması yaşam boyu kullanılan değerli bir özkaynak olarak çocuğu okula; iş hayatına; sağlıklı kişilerarası ilişkilere ve ebeveynliğe hazırlamaktadır. Batı ülkelerinde yapılan araştırmalar; sosyal ve duygusal yetkinliği artırmaya yönelik destek programlarının; çocuklardaki davranış problemlerini; okulu bırakma ve suça karışma oranlarını azaltarak; sağlık giderlerinden tasarruf ettirerek ülke ekonomisine yarar sağladıklarını göstermiştir. Ülkemizde de AÇEV gibi sivil toplum kuruluşları; aileye yönelik eğitim programları ve saha çalışmalarının yanı sıra; toplumsal farkındalığı artırmak; bilinç ve destek oluşturmak üzere farkındalık faaliyetleri gerçekleştiriyor.


Bağlanma Çeşitleri

Bowlby ve arkadaşları yaptıkları gözlemlere dayanarak 4 tür bağlanma türü belirlemişlerdir.


1.Güvenli bağlanma: Anne tutarlı; ulaşılabilir tahmin edilebilir; çocuğun sinyallerini doğru okuyup cevap verebilir. Anne-çocuk arasında karşılıklı güven; sıcak bir ilişki vardır. Anne yerinde ve yeterince çocuğun ihtiyaçlarını giderir. Bebek burada aktif şekilde keşiftedir anne çıkınca mutsuz olur ve geri dönünce keyiflenir. Çocuğun anneyi güvenli his olarak kullanması; çocuğun keşif ihtiyacında annenin yanında olması; örneğin yeni bir yere gidildiğinde anneden biraz ayrılıp oradaki oyuncaklarla oynaması için keşfetmesi gerekir. Çocuğun; özellikle yaşadığı olumsuz duygularda annenin sığınılacak liman olup yine yatıştırabilmesidir. Güvenli bağlanmış bebeklerin anneleri sevecen ve duyarlı kişilerdir.


Bu çocuklar bakım verenlerin ilgili; yardımcı ve özerkliklerini destekleyici olacağı beklentisini kazanır. Kaygılı oldukları zaman anneleri ile etkileşime geçerler; çünkü bu etkileşimin sonucunda tekrar güvende hissedeceklerini öğrenmişlerdir. Güvenli bağlanmış çocukların ebeveynlerin erişilebilir ve çocukların ihtiyaçlarına duyarlı olma konusunda başarılılardır dikkatlerini o an yaptıkları şeyden çocuklarına yöneltme ve artık ihtiyaç duyulmadıklarında çocuktan kopabilme bilme esnekliğine sahiptirler (Cozolino; 2018).



Çocuk yardıma ihtiyaç duyduğunda ya da bir davranışı yapmak için biraz teşvik gerektiğinde hep hazır bulunan ve gerektiği zaman aktif bir şekilde müdahalede bulunan bağlanma kişisinin varlığını ve erişebilirliğini temsil eden “güvenli üs” olarak anneyi tercih eder. Bu bakımdan Bowlby’nin yaklaşımına göre güvenli üs; askerin savaştaki üssüne benzer. Asker yense de yenilse de üssüne geri döner; çünkü bilir ki o üs onlar için güvenli yerdir. Önemli olan güvenli bir üssün olmasıdır. Bu güvenli yere sırtını dayayarak yeni seferlere çıkarlar ve riske girerler (Sümer; Oruçlular; ve Çapar; 2015). Bağlanma kişisi aynı zamanda özellikle de keşif sırasında korku; tehdit; tehlike hissedildiğinde geri dönülen bir yer olduğundan Bowlby bağlanma kişisinin “güvenli sığınak” işlevi de gördüğünü belirtmiştir. Bu işlevlerin yerine getirilebilmesi için çocuk ile onu büyüten arasındaki ilişkinin optimum düzeyde dengeli ve kaliteli olması gerekir. Aksi takdirde hayatta kalmak için çocuk alternatif yollar; çareler aramak zorundadır. Bu alternatif yollar da genellikle güvensiz bağlanma davranışları ve onlarla ilişkili başta bağımlılık olmak üzere çok sayıda olumsuz duygu ve davranışlarla ilişkilidir. (Sümer; Oruçlular ve Çapar; 2015).


2.Kaygılı-Dirençli bağlanma: Bebek anneye yakın durur; sınırlı ölçüde keşif yapar; anneden ayrılınca yoğun bir huzursuzluk yaşar. Annenin dönüşünde nasıl davranacağı konusunda kararsızdır ama yine de yakın durur. Kaygılı bebeklerin anneleri katılık; ilgisizlik; düzensizlik ile yetersizlik arasında bir noktadadır. Tutarsız olan annenin ne yapacağını bilememesi ile sürekli terkedileceği endişesi içindedir. Bu yüzden anneye yapışma anne geri geldiğinde ise bir yandan yapışma; bir yandan da anneye karşı öfkelidir; yatıştırılması çok zordur. Bir yandan sarılır bir yandan da anneye vurur. Bu bağlanma örüntüsünde çocuk ben sevilmeyi hak etmiyorum inancı oluşturur. İleride romantik ilişkilerinde de hep terk edilme korkusu yaşayanlar ve yeterince sevilmedikleri ile ilgili kaygı içindedirler. Bu bağlanma türünde çocuklar hem kendine hem annesine hem de başkalarına güvenmemektedir. Kaygılı çocuklar istikrarsız ve erişilebilir olma konusunda tutarsız ebeveynlere sahiptirler. Bu çocuklar kaygı duyduklarında yakınlık ararlar ama güçlükle yatıştırılırlar ve oyuna geri dönmeleri yavaş olur. Çoğu durumda kaygı annenin endişesi ve belirsizliği ile daha da kötüleşir bu çocuklar keşif yapmaktan ziyade dünyanın tehlikeli ve kaçınılması gereken bir yer olduğunu öğrenmiş gibidirler (Cozolino; 2018).


3.Kaçıngan bağlanma: Çocuğun anneyle duygusal bağ kuramaması; anne gittiğinde ne zaman geleceğini kestirememesi ve çocuğun bu acıya dayanabilmesi; hayatta kalabilmesi için anne geldiğinde artık umursamaz davranması (bağlantı örüntüsünün kurulması çocuğun kendini korumasına yöneliktir). Burada çocuk; anne gittiğinde tepki vermez; geldiğinde de oyununa devam eder. Annenin gitmesi gelmesi ile fazla ilgilenmez yani aslında duygusal olarak kendini kapatır kendi kendine yatıştırmayı öğrenir. Kaçıngan bağlamada anne daha az duyarlı tepkisiz ve reddedicidir. Çocuk böyle durumlarla karşılaştığında ihtiyacım olduğunda yanımda olmayacak o zaman bu ihtiyacımı kendim karşılamalıyım düşüncesi ile hayatta kalabilmek için kendini korumaya alır. Kaçınmacı stilde bağlanan çocuklar çocukların kendilerini ve ihtiyaçlarını görmezden gelen bakım verenlere sahiptirler.


4. Güvensiz-Karışık (Dağınık) Bağlanma: Bu bebekler anne ile ayrıldığında en büyük huzursuzluğu yaşayanlardır. Özgüveni en düşük olanlar da yine bu bebeklerdir. Anne geri döndüğünde bebek kafa karışıklığı yaşar; şaşkın davranışlar sergiler ve donup kalır; belki anneye yaklaşabilir ama anne de yaklaşmaya başlayınca anneden uzaklaşır. Dirençli ile kaçıngan karışımı davranışlar sergiler.


Karışık stilde bağlanan çocuklar stres altında olduklarından anneleri ile çatışmacı bir ilişki içine girerler. Bir yandan yaştırılmak için annelerine yaklaşmak isterken diğer yandan onlara yaklaşmaya korkarlar. Sanki içsel bir yaklaşma-kaçınma çatışması yaşarlar. Bu çatışma kaotik şekilde ve hatta kendine zarar verme davranışlarıyla ortaya çıkar; döner dururlar; düşerler; bir yere çarparlar; kendilerini sakinleştirmek için ne yapacaklarını bilemezler; bulundukları ortamdan kopmuş görünürler; transa benzer yüz ifadeleri vardır; bir yerde donup kalırlar ya da fiziksel olarak rahatsız pozisyonlarda dururlar. Çocuklarda dağınık bağlanmanın annedeki çözümlenmemiş acı ya da travma ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu da annenin çocuk için hem korkmuş hem de korkutucu görünmesi anlamına gelir. (Cozolino; 2018).


Bağlanmadaki Uyum/Uyumsuzluk Süreçleri

Tüm biyolojik organizmalar gibi; bizde homeostatik dengeden dengesizliğe sonra yeniden dengeye geçtiğimiz sürekli bir değişim içindeyizdir. Acıkırız ve sonrasında yemek yeriz; korkarız ve sonrasında güvenliğe kavuşuruz; bitkin ve yorgun hisseder; sonunda uyuyakalırız. Bütün bunlar düzenden düzensizliğe ve sonra tekrar düzene geçme örüntülerimizin örneklerini oluşturur. Beynimiz gelecekte kullanmak üzere bu durumların bir özetini alır. Bu sırada bağlantılar kurup bilinçli deneyimimizi inşa eder. Yani; bakım veren ihtiyaç duyulduğunda yerinde ve yeterince bu ihtiyaçları karşılar; bebeğin düzensizlik durumundan düzen durumuna geçmeye yardımcı olursa; ilkel beyin devreleri bir başkasının varlığını olumlu duygular ile eşleştirir. Bağlanma teorisine göre başkasının varlığı ile ilgili bu tür olumlu özdeşleştirmeler yeterli miktarda gerçekleştiğinde; güvenli bağlanabilme ihtimalimiz oldukça fazladır. Bunun tersi ise; yine herhangi bir sorunumuz olduğunda ve düzenimiz bozulduğunu hissettiğimizde; başkasının gelişinin yeniden düzenlemeye yol açmadığı; daha da kötüsü düzensizliği artırdığında; örneğin; çocuk ağlıyor ve kimse gelmiyorsa ya da gelen kişi onu rahatsız ettiği için bağırıyor ve kaygıyı daha da artıyorsa o zaman başka bir kişinin gelişini düzenleme ve sorun giderilmesi ile özdeşleştirmeyiz. Bu tür deneyimler çoğaldıkça güvensiz bağlanma stilini ortaya çıkarırlar. Güvenli ve güvensiz bağlanma deneyimleri; örtük bellekte saklı tutulurlar ve oluşan bu bağlanma şemaları; daha sonraki yakın ilişkilerde de etkinleşerek deneyimlerimizi; başkaları ile nasıl ilişki kurduğumuzu belirleyen beklenti kalıpları haline dönüşürler (Cozolino; 2018).



Güvenli bir bağlanma öncelikle çocuğun ihtiyaçlarına; zihinsel durumlarına ve gerçek kendiliği "yeterince iyi" uyumu sağlayan duygusal açıdan uygun bir anne gerektirir. Çocuğun yönlendirmesini takip ederek; anne uyum yoluyla Sender in tanıma süreci olarak adlandırdığı ve çocuğun bu sayede tanındığını hissettiği ve bir başkası tarafından tanınarak kendini tanıdığı sürecin oluşumunu sağlar. Yani çocuğun deneyimi annenin uyumlu yankısında yansıtılır. "Sen bana uyduğunda; beni gördüğünde; beni ele geçirdiğinde ve kendi deneyimimi açıklığa kavuşturmamda bana yardım edersin". Bu tanıma süreci sonrasında; gerçek kendiliğin açıklığa kavuşmasını ve güçlenmesini destekler (Masterson; 2005).



Güvensiz bağlanma durumunda; çocuğun gerçek kendiliğine yeterli düzeyde uyum sağlanmadığında; yani ebeveynin gündemi gerçek kendiliğin ihtiyaçlarından daha öncelikli olduğunda; çocuk örtülü olarak ebeveyn tarafından istenen şefkatli bir bağlamanın devamlılığı için gereken örtülü prosedürleri ve bağlanma koşullarını yani ebeveynleri yansıtan; onlar için işleyen; görünmez olan; sorun olan vb. bağlı güven ve çaresizliği sezer. Bu yüzden güvensiz bağlanma büyük ölçüde gerçek kendiliğin bastırılması koşuluna bağlıdır. Gerçek kendilik harekete geçen geçmemek; dışa vurulmamak; deneyimlenmemek üzere işlenir. Bu bakımdan bir hasta şöyle ifade etmiştir; "annem her zaman ilgisini çekmemi istedi; ama kendisi daha üstündü; dolayısıyla fark edilmek için oraya sıçramak zorundaydım. Onun tarafından fark edildiğimi hissetmek için kendiliğimi bir kenara bırakarak onun; benden olmamı istediği şeyi olmak zorundaydım." (Masterson; 2005).


Kendilik bozuklukları temelde örtülü prosedürlerle işlenmiş sağlıklı bir ayrılma sürecini engelleyen bağlanma bozukluklarıdır; yani hem bağlanma hem ayrılma kapasiteleri bozulmuştur. Bu yüzden kendilik bozuklukları bir tür güvensiz bağlanma sistemini ifade ederler (Masterson; 2005).



Bowlby’nin kuramını uygulamaya aktaran Ainsworth; Blehar; Waters ve Wall ; “anne duyarlığını” bağlanmanın öncül koşulu olarak kabul etmişlerdir (19). Anne duyarlığı; bakım veren bağlanma kişisinin çocuğun duygusal işaretlerini algılama; anlama ve doğru yorumlama becerisi ve bu işaretlere zamanında en uygun cevap verme kapasitesi olarak tanımlanabilir (20). Ainsworth ve arkadaşlarına göre çocuğun bağlanma örüntüsünü temelde anne duyarlığının kalitesi belirler. Duyarlığının kalitesi de annenin kendi bağlanma zihinsel modellerinin ne oranda olumlu ya da olumsuz olduğu ile ilişkilidir. Bu anlamda bağlanma kuşaklararası aktarılan duygusal bir süreçtir (Sümer; Oruçlular ve Çapar; 2015). Boylamasına araştırmalar bebeklikteki bağlanma sınıflandırmaları ile yetişkinlikteki sınıflandırmalar arasında %60; %75 oranında benzerlik olduğunu göstermiştir. Güvenli yetişkinler kendilerine güvene