Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Kadın Şiddeti; Öfke ve Öç Alma

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Kadın Şiddeti; Öfke ve Öç Alma

Ne yazık ki gündemimiz de her geçen gün bir karadelik gibi büyüyen kadına şiddet ve kadın cinayetleri üzerine bir iki cümle ile hem bir psikolog hem de bir kadın olarak ‘’Saldırganlık’’ kavramını üzerine durmak isterim.



Bastırılmış duygular; saldırgan eylemlerin ortaya çıkmasına yol açar. Şiddetin türüne bağlı olarak okuduğumuz artık her şiddet veya cinayet haberinde ‘’gıpta ve kıskançlık’’ ile oluşan şiddet biçimi sahip olma güdüsü ile oluşan saldırgan eğilimlere dönüşüyor.

Bu erkekler; kendisinin isteyip ulaşamadığı bir şeye bir başkasının ulaşması halinde ya da ne yazık ki Pınar ve nice katledilen kadın tarafında hayatında reddedildiğinde o kişiye öfke duymaya başlıyor. Bu durum kişiler arası kıskançlıktan öte bir yıkıcı ilişkiye dönüşüyor. Bir çok boşanma talebinden hatta boşanmadan sonra kadını rahatsız eden erkek; ayrılma talebinde olan kadına fiziksel şiddet uygulayan ya da vahşice katleden erkeklerin öfke ve kin duygusunun altında yatan şey de tam olarak bu. REDDEDİLMEK. Bu nedenle sahip olma güdüsünün yanında kadın tarafından reddedilme olgusu cinayetlerin en yaygın sebeplerinden.

Ünlü sosyolog ve psikanalist Erich Fromm; bizlere bu saldırganlık eğilimine ‘’Habil ve Kabil’’ ilişkisini örnek göstererek anlatır. Kardeşler arasındaki ayrım kıskançlığı doğurmaktadır. Sonuç olarak nefret katlanarak ölüm duygusunu ortaya çıkarmıştır.

Peki ya her geçen gün bu haberleri neden daha çok alıyoruz?

Öç alma duygusundan. Öç alma duygusu ekonomik ve sosyal olarak geri kalmış toplumlarda yaygın olarak görülmekte; bu sebeple intikam duygusu ortaya çıktığında hukuk ve kişisel hakların önemi yok olmakta. Geri kalmış toplumların çoğunda özgürlük ve kişi hakları bir çok şekil de ihlal edildiğinde bir yaptırımı olmadığın da ya da bu yaptırımın etkisinin olmayacağını erkek bildiğinde; kendisine alan açılıyor. Hepimiz de sağlıklı bir biçimde bastırılan saldırganlık ve cinsellik ile ilgili dürtüler bu kişiler de toplumda yaptırımının olmaması ise dizginlenme ihtiyacı hissetmeden; hatta erkeğin kendisinde bunu hak görmesine kadar gidiyor.

Bunun diğer bir nedeni ise Sosyolojik açıdan; 2. Dünya Savaşı Sonrası kadının çalışma hayatına katılımı ile kadın ve erkek rollerininin aslında yeniden tanımlanmaya başlayan bir sürece girmiş olması. Kadın okuyup meslek sahibi olup; erkeğe muhtaç kalmadıkça yani toplumda kendi başına ayakta durabildiğinde artık kendi tercihlerini de yapabilen; kararlarını uygulayan birine dönüşüyor. Bu da geri kalmış toplumlarda yaşayan erkek figürlerinde; erkek için kendi üstünlüğünün hiyerarşi de yeri sarsıyor. ‘’Eve ekmek getiren’’ rolü ile kadına dahil etrafındaki her şeye tek başına sahip olamaması bu rolü kaybetmemek adına saldırgan hatta kadını öldürmeye dahi gidebilecek bir hiyerarşi savaşına sokmakta.

Peki ne yapılmalı?

Aslında biz bu insanları eyleme geçtiklerinde görüyor ve duyuyor. Öldürülen kadının kendisi; ailesinin yerine kendimizi yerine koyarak acı çekiyoruz. Faile ve hayata lanet ediyoruz. Ancak bir psikolog olarak söylemek isterim ki biz bu kişiyi de şu an görüyoruz. Bu erkeğin şiddetle ve saldırganlıkla tanışıklığı genel klinik gözlemim kendi çocukluğuna dayanıyor. Bu erkek daha çocukken sorunlarla şiddete başvurarak başa çıkıyor ya da erkeğin kendisi bu şiddet ve saldırganlığa maruz kalırken o da olması gerekenin bu olduğunu sanarak öğreniyor. Peki bu erkeğin ilkokul öğretmeni; komşusu; ailesi; arkadaşı olarak ya da kısacası toplum olarak biz ne yaptık?

Bu konu üzerine yazabileceğim herkes gibi çok şey olsa da; üstüme düşeni bir kadın ve vatandaş olarak yapmaya devam ederken; görevli olan kişilerin de adalet ve hukukun herkese eşit şekil de uygulanmasına aracı olmasını ve gereğinin yapılmasını diliyorum.