Canlıların en büyük problemi ki bu yüzden de en büyük motivasyonu hayatta kalmaktır. Her tür; varlığını devam ettirmeye çabalar. Konu insana gelince ise hayatta kalma problemi yeni bir boyut kazanır. Yazının temelini ise bu boyutu açıklamak üzerine kuracağım.
Adler ; her birimizde “Aşağılık Duygusu” adını verdiği bir duygudan bahseder. Aşağılık duygusu; duyulduğunda olmaması gereken bir şey gibi gelir. Oysa Adler; her sağlıklı insan için mevcut duygunun varlığının gerekliliğinden bahseder. Adler e göre aşağılık duygusu bebeklikten itibaren her birimizi özerk olmaya; girişimde bulunmaya ve başarılı olmaya motive eden bir kaynaktır. Adler; aşağılık duygusunun yanına “Üstünlük Çabası”nı da ekler. Her birimiz yokuşun başında aşağı yuvarlanmayı bekleyen birer hareketlilik potansiyeliyizdir. Bir yandan sahip olduğumuz eksiklikler vardır; ki bu noktada bebeğin anne bakımına ihtiyaç duymasını gözümüzde canlandırabiliriz. Bu durum aşağılık duygusunun kaynağıdır. Ama bir yandan da sahip olduğumuz potansiyelle üstünlük çabası ile kendimizi gerçekleştirmek isteriz. İlk başta bahsettiğimiz; diğer türlerden insanı ayıran boyut bu noktada devreye giriyor. İnsan diğer canlılardan farklı olarak hayatta kalmanın yanı sıra aşağılık duygusuna sebep olan eksikliklerini telafi etmek ve üstünlük çabasını gerçekleştirmek ister. Adler e göre sağlıklı olmayan ise Aşağılık Kompleksidir. Sağlıklı aşağılık duygusunun sebep olacağı özerkleşme; girişimlerde bulunma ve kendiliği inşa etme süreçleri ketlenirse aşağılık kompleksi gerçekleşecektir. Ketlenmeye sebep olarak; anne-baba tutumları; sağlıklı rol model eksikliği; içinde bulunulan çevre ile uyum sorunları yazılabilir. Yaşanılan ketlenme ile kişide aşağılık kompleksi gelişecektir. Böylece kişi ilerleyen süreçte kendini yetersiz ve güçsüz hissetmeye başlayacaktır. Düşünce; duygu ve davranış süreçleri aşağılık kompleksinden etkilenecektir.
Adını anmamız gereken diğer bir kişi ise Nietzsche dir. Güç İstenci kavramını; yaşam mücadelesinin ve varoluşun temeli olarak görülür. Nietzsche ye göre insan hayatta kalmak ve kendini korumak dışında daha fazlası olmak ister. Daha fazlası olmak istemesini “Güç İstenci” kavramıyla açıklar. Nietzsche ye göre her eylem; hiyerarşik olarak üstünlük kurma amacıyladır.
Güç istenci ve Aşağılık Kompleksi; benin öteki ile mücadele etmesini ve hiyerarşisini düzenlemesini öngörür. İnsan doğasının doğuştan getirdiği birer özellik olarak sunulur. Hızlı bir şekilde akan bir nehir hayal edelim. Kendimizi bir anda akan nehirin ortasında buluyoruz ve nehirde savrulduğumuzu fark etmeye başlıyoruz. Savrulmamak ve hayatta kalmak için tutunmaya çalışıyoruz; güçlendikçe de suyu biz savurmaya çalışıyoruz. Ve gün geliyor akıntıda kaybolup gidiyoruz. Peki kendimizi akıntının ortasında bulma ve sonunda akıntıda kaybolma konularında bir değişim yapamıyorken başka yapabileceğimiz bir şey acaba var mı? Acaba akıntıda sürüklenirken daha farklı davranabilir miyiz? Akıntının kenarına doğru ilerleyip bir soluk alabilir miyiz? Nehir-akıntı benzetmesi Heidegger in sevdiği bir benzetmedir. Heidegger e ve Varoluşçu Terapi yaklaşımına göre insan özgür bir canlıdır. Eylemlerinde; özgürce kararlar verebilir. Özgür olma hali; insana seçim yapma halini getirir. Seçim yapma ise bizi kaygıya götürür. Yapılan her seçim sorumluluk diyebileceğimiz bir sürecin de habercisi olacaktır. Varoluşçu Terapiye göre nehrin kenarında soluklanmak elimizdedir. Her birimiz aşağılık duygusu ile dünyaya gelebiliriz ve çevre ile etkileşimler sonucu onlardan çeşitli hedefler alabiliriz. Güç İstencimiz devreye girer; daha fazlası olmak için nehir boyu mücadeleler ederiz. Oysa Otantik İnsan olmak elimizde. Otantik İnsan; kendisi konusunda bilinçli insandır. Eksikliklerinin farkındadır; çevresinin taleplerinin farkındadır. Ama süreci konusunda karar veren kendisidir. Merkeze ötekiyi değil kendini koyandır. İçinde bulunduğu zaman diliminin; ortamın ve etkileşim kurduğu kişilerin kendiliğini etkilediğinin farkındadır. Yaptığı ise kömürün içindeki elmasın ayrıştırılması gibi kömürün farkında olup kömürden kendini arındırmasıdır.