Okul yıllarından kalmıştı bu alışkanlık. Sınav günleri ders kitabını rastgele açar; karşısına çıkan konuyu okurdu. Sınavların çoğunda da okuduğu konudan soru çıkardı. Bu durumu alışkanlık haline getirmişti. İşe gitmeden önce kütüphanesinin önüne geliyor; gözlerini kapatıp bir kitap seçiyordu. Rastgele bir sayfa açıyor; okuyor; o sayfada yazılı olanları gün içinde fırsat buldukça düşünüyor; kendince bazı çıkarımlarda bulunarak içselleştiriyor böylece bilgisini arttırdığını düşünüyordu. İşe de yarıyordu hani.
Yine bir sabah evden çıkmadan çalışma odasına girdi; kitaplığının birkaç adım gerisinde durdu. Gözlerini kapatıp ellerini uzatarak üç adım attı eline ilk değen kitabı çekti. Bakalım bugün hangi konu üzerine kafa yoracaktı. Elindeki kitap Doğan Cüceloğlu tarafından kaleme alınmıştı ve İletişim Donanımları adını taşıyordu. Kitabı rastgele açtı 64. sayfa karşısındaydı. Hiçbir şeyin tesadüf olmadığına inanırdı. O yüzden açılan sayfadaki bilgilere ihtiyacı olduğunu düşünürdü.
Sayfanın ortasında başlayan alt bölüm İLK İZLENİMLER başlığını taşıyordu. Okumaya başladı: “Daha önce birbirini hiç görmemiş insanlar ilk defa birbirlerini gördüklerinde; kısa sürede birbirleri hakkında bir izlenim oluşturmaktadırlar. Kişinin güvenilir veya güvenilmez; hoş veya nahoş; önemsenecek veya önemsenmeyecek; uyumlu veya uyumsuz olduğu gibi algılamaları içeren bu ilk izlenimler; otuz – otuz beş saniye gibi kısa bir sürede oluşmakta ve daha çok sözsüz mesajlara dayanmaktadır.” Sonra birkaç cümle yapılan bir araştırmadan söz ediyordu. Okumaya devam etti: “ ……… Bulduğu sonuçlar gerçekten ilginçti. Gözden gelen mesajlar ilk izlenimin yüzde elli beşini; kulaktan gelen mesajlar yüzde otuz sekizini oluşturmaktadır. Kişinin ne söylediğini belirten içerik ise (kelimeleri kast ediyor) ilk izlenimin ancak yüzde yedisini oluşturmaktadır.” Görsel kanalın iletişimde en yüksek yüzdeye sahip olduğunu biliyordu. Devam etti “…….. Bu sonuçlardan anlaşılan o ki; ilk karşılaştığımız zaman nasıl göründüğümüz; nasıl bir yüz ifadesine sahip olduğumuz ve nasıl konuştuğumuz; ne konuştuğumuzdan daha önemli olmaktadır.” Kitabı kapatıp yerine koydu.
Tam saatinde evden çıkıp yoğun trafiğe daldı. İş yerine varana kadar en azından bir saati falan vardı. Düşünmeye başladı. İnsanlar enteresan varlıklardı; diğer algılamalarında olduğu gibi iletişim sırasında da görsel ve işitsel unsurların yanı sıra dokunsal; tatsal; kokusal unsurlar da iş başındaydı. Bu unsurlardan en önemli görünen de görsel algılamaydı. İletişimlerimiz sırasında karşımızdakinin mimiklerinden birçok çıkarımda bulunuyorduk. Bir de gözler bize pek çok şey anlatabiliyordu.
Yalnız dünyanın içinde bulunduğu pandemi dolayısıyla maske kullanmak zorundayız. Maske taktığımızda yüzümüzü örtüyoruz. Bu iki uçlu bir konu; karşımızdakinin yüz ifadesi nasıl bize ipuçları veriyorsa; bizim yüz ifademiz de diğer insanlara bizim hakkımızda ipuçları veriyor. İnsanlar yalnızken; çevrelerinde hiç kimse yokken bile düşündüklerini; duygularını beden dilini kullanarak yansıtmaktadır. Bu maske takıldığında kendimizi tam olarak ifade edemeyeceğiz demek oluyor. Hele gözlük de varsa yüz ifadesi yok; yüzümüz yok oluyor. İşimizi halletmek amacıyla kısa süreli ilişki kurulan insanlardan alınan mesajlar da sekteye uğruyor. Mesela yeni tanıştığımız kişiler ya da bir tezgahtar veya bankadaki memurun yüz ifadesinden bizi dikkate değer bulup bulmadıkları konusunda bir fikir edinemiyoruz. Düşündükçe TV de röportaj yapılan insanların konuşurken neden maskelerini indirdiklerini anlıyordu. Maske takınca nefes almak; konuşmak zorlaştığı gibi insanlar kendini ifade ederken de eksiklik hissediyor olmalılar.
Virüsten sonra kurulacağı söylenen yenidünya düzeninde yeni iletişim sisteminden de söz etmek gerekecek. Yüzümüzü başkalarına sadece dijital ortamda mı gösterebileceğiz? Adetler; gelenek ve görenekler de değişecek mi? Birbirimize yabancılaşacak mıyız? Acaba giderek daha az konuşan insanlar topluluğu mu olacağız?
Bu durumun olumlu bir yanı olarak insanların bulunduğu ortamlara göre takınmak zorunda oldukları rolcü maskelere ihtiyaç duymamaları düşünülebilir miydi? Her zamanki gibi gülümseyerek girmek yerine farklı olarak düşünceli ve sıkıntılı bir ifadeyle işyerine girdi ama nasıl olsa maskesi vardı kimse yüzünü görmeyecekti.