Evlilik ebedi bir yol arkadaşlığıdır. Bu yolda eşlerde beklenilen şey ise; iki zıt kutupta yaratılan kadın ve erkeğin birbirini tamamlayarak maddi ve manevi konularda birbirine yardım etmesi; iyi ve kötü günde birlikte olmasıdır. Bunun yanında karşı cinsin karşılayabileceği psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını gidermesidir.
Böyle bir yolculuğun zahmetsiz ve sıkıntısız olması; her zaman ve zeminde mutlu ve huzurlu geçmesi düşünülemez. Çünkü kutupluluk üzerine kurulu olan dünya hayatında soğuk-sıcak; iyi-kötü; acı-tatlı; zor-kolay; hastalık-sağlık; varlık-yokluk; yaşam-ölüm; mutluluk-sıkıntı hep var olmuştur ve olmaya da devam ediyordur. Çoğu zaman da kişinin plan ve iradesinin dışında “kaderden atılan musibet taşları” da; örneğin deprem; sel; yangın gibi doğal afetler; Korona gibi salgın hastalıklar; araba ve iş kazaları da onun rahatını; huzurunu; saadetini belli bir süre sarsar.
Tüm bunların yanında farklı karakter; doğa ve anlayışlara sahip iki insanın bir araya gelmesinden kaynaklanan yanlış anlaşılmalar; anlaşılmamalar; kırılganlıklar; küsmeler; öfke ve kızgınlıklar da var olacaktır. Tüm bunlar ilişkilere geçici bir süre zarar da verebilecektir. Ama hiçbir şey kalıcı olmayacaktır. Acılar da kalıcı değil; mutlulukları da.
Unutmayalım “her kışın bir baharı; her gecenin bir gündüzü vardır”
Bu gerçeğe rağmen; nedense insanlar; “her an mutlu olmak” için evlenir ve evliliklerinde de; “kesintisiz bir mutluluk” ararlar. Yüksek romantik beklentiler içine girer; bulutların üzerinde yaşayacaklarını düşünürler. Dostları da onlara hep “ömür boyu mutluluklar” diler. Böylece hayat boyu mutlu olmanın mümkün olduğunu beyinlerine kodlarlar.
Ancak bu dostlar kendi acı-tatlı hayat tecrübelerine rağmen bir insanın her zaman mutlu ve huzurlu olmasının imkânsız olduğunu; böyle bir dileğin; gerçekleşmeyeceği; bunun mümkün olamayacağı hiç akıllarına getirmezler.
Dizilerdeki mutluluk sahneleriyle de mutluluk algılarını iyice şekillendirir. Hayat boyu mutlu olmaya şartlanan kişi; değil hayat boyu bir hafta bile mutsuz olsa; tükendiğini; artık bu evliliğin kendisine heyecan vermediğini; hatta hayatın bir anlamı olmadığını düşünmeye başlar.
Oysa böyle bir mutluluk algısı; yeni evlenenleri gerçek dışı bir mutluluk beklentisine sokuyor. Bu algı içinde olan birisi de; eşinden birkaç huzursuz edici davranış gördüğünde veya kırıcı söz duyduğunda “eyvah ben mutlu olmuyorum; demek ki yanlış bir evlilik yaptım; bu adam veya bu kadın beni mutlu edemez”; diye endişelenmeye başlıyor.
Evliliğine ve eşine bu kaygı ve olumsuz duygular içinde yaklaşan birisi farkına varmadan ona karşı olumsuz davranışlarda bulunuyor. Ve sonuçta olumsuzluk karı-koca arasında bir kısır döngü gibi sürekli dönüp duruyor.
Ayrıca günümüzde medya; özellikle diziler; evlilikten duygusal beklentileri çok yükseltti. Bu dizilerdeki hayatın normal akışına ters olan abartılı evlilik teklifleri; pahalı romantik geziler; lüks lokantalarda her gün baş başa yemekler; yüksek maliyetli takılar; evlilik aşamasındaki genç kızları aynı beklenti içine sokuyor
Özellikle hanımların; sevgi; ilgi; beğenme gibi ihtiyaçları aşırı romantik beklentilere dönüştü. Erkek; doğasından ve yetişme biçiminden kaynaklanan nedenlerden dolayı bu beklentileri karşılamayınca kadın yanlış bir algıya kapılıp; eşinin kendisini sevmediği veya hayatında bir başkası olabileceği düşüncesine kapılıp; huzursuz olabiliyor.
Kısaca bakış açısı; bizzat ve sadece duygusal doyuma; evlilikten elde edilecek mutluluğa; maddi haz ve menfaatlere çevrildi. Bu da her zaman gerçekleşmeyince huzursuzluklar da arttı. Maddi gücünü kaybeden erkek veya fiziki güzelliğini kaybeden kadın; uzun süre hastalık yaşayan; bir musibete maruz kalan; ekonomik ve bedensel gücünü kaybeden eş; karşı tarafın “canını sıkmaya” başlıyor; tahammül sınırlarını zorluyor. Evlilikten beklenilen tatmini vermediği için de kişilerin aklına ilk gelen şey terk etmek oluyor.
Oysaki evlilik bir “kader ortaklığıdır.” Kader ortaklarının iyi günleri de olabilir; kötü günleri de. Hayatta hiçbir zaman “kesintisiz mutluluk” olamaz. Mutluluk kadar; mutsuzluk da; hüzün de; keder ve kaygı da insana özgüdür.