Freud psikanalizle beraber insanın iç dünyasını incelerken ruhsal sistemimizin temel prensip olarak "acıdan kaçmak ve hazza koşmak" ilkesine sıkı sıkıya bağlı olduğunu gördü. Bilimin ilerlemesiyle sonradan gördük ki insan beyninde sadece hazla ilgilenen ayrı bir bölge bile var. "Nucleus accumbens" diye adlandırılan bu çekirdek; beynimizde dopamin ile ilişkiye girdiği zaman haz keyif ortaya çıkıyor.
Bir insanın bebeklik döneminde ilk deneyimlediği en büyük hazlardan biri de mutlak surette karnının doyması ve o tokluk hissinin yaşattığı büyük hazdan meydana gelir. Dolayısı ile hepimizin yemek yemenin hazzı ile çok önceden sıkı bir ilişkisi var. Yemek yediğimizde; özellikle şekerli ve karbonhidrat ağırlıklı besinler beynin ödül ve haz sistemini harekete geçirir ve kendimizi bir süreliğine rahatlamış hissederiz. Bu bizim beynimizde bir dizi sistemin birbirine bağlı olmasından kaynaklanır. Hatta yemeği ilk çiğnemeye başladığımız anda beynimiz alt beyne “rahatız ki yemek yiyebiliyoruz” mesajı göndermeye başlıyor. Bunun tersine bir örnek; eve yeni alınmış ve kafesiyle ilk defa tanışan muhabbet kuşu korku ve kaygı ile etrafına bakınırken; siz önüne envai çeşit kuşların sevdiği yiyeceklerden koysanız da kuş o anda onları yemez; yiyemez. Çünkü o anda kaygı ve korkusunu yaşıyordur. Dolayısı ile beynimizin bildiği sistem; “yemek yiyebilecek kadar rahat isek bir tehlike yok; hazza odaklanabiliriz”dir. İşte insan beyni de bu şekilde çalışır. Eğer biz her hangi kötü bir duygu içerisine olduğumuzda o duyguyu yaşamak yerine ondan kaçmayı; ertelemeyi; dışsallaştırmayı ya da bastırmayı seçip yemek yersek; beynimiz o anlık rahatladığını hissedecek; fakat sonrasında bastırdığımız kötü duygu aşağı tarafta kalmaya devam ettikçe bizi tekrar tekrar rahatsız edecektir. Dolayısı ile tam da burada zihnimizde bir kısır döngüden veya bir şeye bağımlılıktan bahsedebiliriz. Eğer kendinizi sık sık atıştırmak isterken ya da tok olduğunuz halde özellikle belli başlı yiyecekleri (şekerli; tatlı; unlu) isterken buluyorsanız; bu bazen ruhsal olarak altta yatan kötü bir duygudan kaçmak ve kendini korumak için zihninizin size oynadığı tehlikeli bir oyun olabilir. Bu türden bir yemek yeme; hem ruhsal hem de fiziksel sağlığınıza iyi gelmez. Çünkü bir süreliğine iyi hissetseniz de alttaki kötü duygu sizi tekrar o kısır döngüye iter. Hem bir süreliğine iyi hissetmek için yemek yersiniz; hem de yemek yeyip kilo aldıkça pişman olup kötü hissetmeye başlarsınız. Böylece olumsuz duygular katlanmış bir şekilde size geri döner.
Diğer taraftan bundan ayrı olarak bilinçdışımız; bizim haberimiz bile olmayan devasa bir sistemin başındaki orkestra şefi gibidir. Kalbimizin atması; dakikadaki atış sayısı; bütün organların bir sistem içinde kendi işleyişini gerçekleştirmesi; bu organların birbiri arasındaki alışverişleri de dahil daha sayamayacağımız bir çok şeyi düzenlediği gibi; bizim beden ağırlığımız ve kütlemiz üzerinde de söz sahibidir. Buna örnek olarak oruç tutmaya niyetlenen bir kişinin bilinçdışı “yarın yemek yok” cümlesi karşılığında kendini buna hazırlayıp; sindirim sistemini yavaşlatarak son yediği yemeği daha yavaş sindirebilir. Dolayısı ile sizi bir sonraki yemek vaktine kadar hayatta tutmaya odaklı çalışmaya başlar. Mesela Afrika’da 3 günde bir yemek bulabilen bir insanın metabolizması zarar görmeden kendini idare edebilirken; biz bir öğünü atladığımız zaman midemiz bize alarm verir. Çünkü bilinçdışımızın onu programladığımız şekil budur. Bu şekilde biz daha farkında bile olmadan bir çok karar alan bilinçdışımız; bazen de bir sebepten bizim kilo almamızın iyi olduğuna karar verebilir. Buna bir kaç örnek verecek olursak; ilişkilerinde duygusal olarak incinme korkusu olan bireyin bilinçdışı; vucut kütlesini büyüterek onu üzen dışarıdan gelen negatif duygular ile arasına bir bariyer koymaya çalışıyor olabilir. Ya da bilinçdışındaki çatışmalar nedeniyle öldürülme korkusu olan kişi kendini büyüterek öldürülmeye karşı hayatta kalmaya çalışıyor olabilir. Ya da çevresinin baskısı altında olan birey yemek yiyerek zihninde özgür olma duygusunu yaşıyor olabilir. Bunun gibi bir çok duygu kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir ve özneldir. Bu tarz duyguları olan kişi kendisi istemese bile sürekli kilo almaya devam edecektir.
Sonuç olarak; duygusal yemek yiyen kişiler bilinçdışı çatışmaları ve bununla alakalı duyguları çözmeden diyete ya hiç başlayamaz ya da hep yarım kalır. Kilo verse bile kendini serbest bıraktığı zaman verdiği kiloları fazlasıyla hızlı bir şekilde geri alacaktır.
Kişi kendisiyle alakalı bu duyguları fark edip çözmeye çalışabilir; çözemiyorsa psikoterapi eşliğinde bir uzmandan yardım alabilir.