Bu bölümde araştırmaya konu olan problem durumu açıklanmış; problem ve alt problemler verilmiş; bu problemlerle ilgili sınırlılıklar belirtilmiş; araştırma ile ilgili temel kavramlar; araştırmanın önemi ve gerekçesi açıklanmıştır.
Problem
Bebek; çocukluğa doğru geliştikçe yeni beceriler kazanmaya; davranışlarını kendi denetimi altına almaya başlar. Bu dönemde ailenin rehberliği çocuğun gelişimi üzerinde çok etkili olur. Hatalı anne baba tutumu ve bozuk aile yapısı; sağlıksız bir gelişimin ve uyumsuzlukların başlıca kaynağı olabilir. Anne baba; bazen çocuğa çok şey vererek onun kendi gelişimine yön vermesini engeller. Bazen de çok az şey vererek ona gerekli desteği sağlayamaz ve uygunsuz davranış örüntülerinin gelişimine neden olur (Gençtan; 1993).
Anne ve babaların kendi değer ve inançlarına göre değişik tutumları vardır. Anne baba tutumları; sevgi; hoşgörü ve kabul etmeyi içine alan “demokratik tutum” ve sevginin gösterilmediği hoşgörünün olmadığı; reddetmeyi içine alan otoriter tutum olmak üzere iki genel başlıkta toplanabilir. Demokratik anne baba; çocuğun arzu ve ihtiyaçlarına karşı ilgilidir. Çocuğun davranışlarını ilgi ve anlayışla izler. Onun iradesine ve sağlıklı uyumuna değer verir. Çocukları yaşına göre kendisi ile ilgili bazı kararlar almaya teşvik eder. Önemli konularda alınan kararların nedenlerini çocukla tartışır. Onun görüşlerine değer verir. Dil alışverişine olanak sağlar. Hemen her konuda çocuğa iyi bir rehber olmaya çalışır. Otoriter anne baba ise; çocuğa olan sevgisini bile çocuğu istenilen şekilde davrandıkça (şartlı) gösterir. Sevgiyi bir pekiştireç olarak kullanır. İstenen davranışlar da çoğunlukla gelenek ve daha üst otoritelerce saptanmış kurallara uygun davranışlardır. Anne baba; kendisini toplumsal otoritenin temsilcisi olarak görür. Mutlak itaat bekler. Kendisi otoriter kişiliğin temel nitelikleri olan dogmatik düşünce tarzına yatkın olduğundan; çocukla dil alışverişinde bulunmaz. İstek ve emirlerin tartışmasız yerine getirilmesini ister. Aksi halde; cezaya başvurur (Kuzgun; 1972).
Baskı altında büyüyen çocuk; çekingen; başkalarının etkisinde kolayca kalabilen; aşırı hassas bir kişilik yapısına sahip olabilir. Anne babanın aşırı koruması; çocuğa gerekenden fazla kontrol ve özen göstermesi sonucu çocuk; genellikle diğer kimselere bağımlı; özgüveni olmayan bir birey olarak yetişir (Yavuzer; 1987).
Aşırı hoşgörü ve dürüstlük; çocuğun bencil olmasına ve zayıf sosyal çevre uyumuna neden olur (Yavuzer;1996). Çocuğuna boyun eğici davranış gösteren anne-babaların çocuk üzerinde gerektiğinde otorite ağlamaları mümkün olmaz. Çocuk; doğumundan itibaren var olan ben merkezcil tavrını; bu aşırı boyun eğici tavır nedeniyle; zamanla sosyal normlara uygun şekilde değiştiremez; uyumsuzlaşır; anne -babasına saygısı azalır. Onları yönetmeyi ister (Yavuzer; 1987).
Sık görülen olumsuz anne -baba davranışlarından biri de çocuğun aynı davranışına karşı farklı zamanlarda farklı tutumların sergilenmesidir. Böyle bir tutum; çocuğun davranışlarına rehberlik edecek dengeli değer yargılarının oluşumunu engeller. Bu çocukların; daha tutarlı bir disiplinle yetiştirilmiş çocuklara oranla; cezaya daha çok direnç gösterdikleri ve saldırgan davranışlarının kolayca ortadan kaldırılamadığı gözlemlenmiştir (Gençtan; 1993).
Yapılan araştırmalarda ilgisiz ve otoriter anne baba tutumunun birbirleri ile yakından ilişkili olduğu; buna karşılık demokratik anne-baba tutumunun bu iki tutumdan farklı olduğu öne sürülmüştür (Akbaba;1988). Aynı araştırmacı; demokratik tutumla yüksek benlik saygısı arasında; ilgisiz ve otoriter tutumla düşük benlik saygısı arasında paralel ilişki bildirmiştir.
Demokratik; hoşgörülü ve kabul edici tavrın benimsendiği evlerde; çocuklar aktif; bağımsız kararlar alabilen; yaratıcı; toplumsal bireyler olarak yetişirler. Yaşıtları arasında yüksek düzeyde kabul görürler. Bu tarzda yetiştirilen çocuklar; kolay egemenlik kurulamayan; başarılı; yapıcı; özel merakları olan bireyler olur; öte yandan otoriter tutumun benimsendiği evlerdeki çocuklarda; kavgacılık; işbirliğine yanaşmama; engel olunamayan ve tekrar eden saygısız davranışlar tespit edilmiştir (İkizoğlu; 1983).
Hoşgörülü; gerekli bazı kısıtlamalar dışında çocuğun kendi başına karar almasını destekleyen; kendini ailenin diğerleri kadar önemli bir elemanı olarak algılamasını sağlayan; işbirliğine açık;ödüllendirme ve gerekirse beklediği armağanın verilmeyişi; gezi programının ertelenmesi gibi cezalandırmalarla (ancak dövmeyi içermeyen) sağlanan ilişkinin; çocukta yüksek benlik saygısına; ve hemen bütün ruhsal fonksiyonlarda ileri derecede uyuma yol açtığı belirtilmektedir (Critelli; 1987) .
Zihinsel engelli çocuklar; engelli çocuklar arasında en sık karşılaşılan gruptur. Buna rağmen; bu çocuklar toplum tarafından yeterince tanınmamaktadır. Hatta bu çocuklara ilişkin bazı ön yargı ve inançlar bulunmaktadır. Bunların başında zihinsel engelli çocuklar için hiçbir şeyin yapılamayacağı inancı gelmektedir. Tüm zihinsel engellilerin yaklaşık yüzde 85 ini eğitilebilir zihinsel engelli çocuklar oluşturmaktadır ve normal ilkokul programından yeterli şekilde yararlanamamaktadırlar. Ancak; bu çocukların ilkokul düzeyinde akademik konularda eğitilebilirlik; toplumda bağımsız yaşayabilecek düzeyde sosyal uyum; yetişkin düzeyinde kısmen ya da tamamen destek alacak şekilde mesleki yeterlilik alanlarında gelişme potansiyeline sahip oldukları ifade edilmektedir (Özer; 2001). Nitekim eğitilebilir zihinsel engelli çocuklara yönelik özel eğitim programları bu konulara ağırlık vermektedir (Eripek; 1993)
İnsan sosyal bir varlıktır. Kültürel koşullar içinde sosyal ilişkiler; hem toplumun; hem kültürün; hem de bireyin yapısını etkiler. Bireyin tüm yaşamı çevresine uyum sağlama çabası içinde geçer. Bu uyum çabası doğumdan başlayarak bir gelişim göstermektedir. Sosyalleşme birçok karmaşık faktörün etkilediği bir oluşumdur. Bireyin sosyalleşmesinden; bir anlamda yaşadığı kültürü ve dolaylı olarak bu kültürle bağlantılı diğer kültürleri öğrenmesi kastedilmektedir. Bir diğer anlamda ise; sosyalleşme; kişinin; grubun kural ve değerlerine uymayı öğrenmesi; bu değerler düzenini benimsemesidir. Bu öğrenme doğumdan ölüme dek tüm yaşam boyunca devam eder ve bu süre içinde bireyin çevredeki insanlarla ilişkileri ve diğer çevre faktörleri sosyal uyumunda önemli rol oynar (Yavuzer; 2003). Sosyal gelişim; kişinin doğumundan yetişkin oluncaya kadar; başka insanlarla olan ilişkilerinin ve onlara karşı geliştirdiği ilgi; duygu; tutum ve davranışlar gibi toplumsal özelliklerin tümüdür. Başka bir anlatımla sosyalleşme; kişinin çevresinde geçerli olan norm ve değer yargılarına uygun bir davranış geliştirme sürecidir (Binbaşıoğlu; 1995). Zihinsel engele sahip çocukların sosyal özelliklerinde tipik bazı problemler görülebilmektedir. Bu problemler kısmen toplumdaki bireylerin bu çocuklara yönelik tutum ve davranışlarıyla; kısmen de çocuğun geçmişte kendisinden beklenen davranışları yerine getirmedeki başarısızlıklarıyla ilişkilidir (Ersoy ve Avcı; 2000).
Bu araştırmanın amacı farklı anne baba tutumlarının hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkileyip etkilemediğini incelemektir. Bu amaçla aşağıdaki sorulara yanıt aranmıştır.
Amaçlar
1. “Aşırı koruyucu annelik”; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkilemekte midir?
2. “Demokratik davranma ve eşitlik tanıma”; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkilemekte midir?
3. “Ev kadınlığı rolünü reddetme”; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkilemekte midir?
4. “Karı-koca geçimsizliği”; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkilemekte midir?
5. “Baskı-disiplin”; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkilemekte midir?
Araştırmanın Sınırlılıkları
1. Araştırmanın örneklem grubu 2008–2009 yılında; İstanbul İli; Beşiktaş İlçe merkezinde; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Özel Beşiktaş Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi ve Şişli İlçe merkezinde; Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Özel İçgörü Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ne devam eden hafif derecede zeka geriliği gösteren çocuklardan 6:0-6:11 yaş arasında olanlarla sınırlandırılmıştır.
2. Araştırmada psikososyal gelişim düzeyi; araştırmada kullanılan sosyal duygusal uyum ölçeğinin ölçtüğü özelliklerle sınırlıdır.
3. Araştırma sonuçlarının genellenebilirliği Özel Beşiktaş Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi ve Özel İçgörü Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi’ne devam eden yalnızca “hafif derecede zeka geriliği” tanısı alan çocuklar ile sınırlıdır.
Sayıltılar
1. Hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların annelerinin araştırmada kullanılan veri toplama araçlarındaki sorulara doğru ve içten cevap verdikleri kabul edilmiştir.
2. Bu araştırmadaki ölçekler güvenilir şekilde kabul edilmiştir.
Tanımlar
Sosyal Duygusal Gelişim: Sosyal duygusal gelişim; çocuğun kendini ifade edebilmesi; duygularını kontrol edebilmesi; kendisiyle ve çevresiyle barışık ve uyum içinde olabilmesidir. Biliş ve beceriler duygunun yorumlanmasında kaçınılmazdır. Sosyal ve duygusal yeterlilik yaşam boyu gelişmektedir (Saarni; 2001)
Farklı Aile Tutumları: Çocuğun benlik kavramı; yetişkinlerin ona yönelttikleri tutumların bir yansımasıdır. Bu nedenle; ana-babasından gelen itici tutumlar; çocuğun kendini değersiz bulmasıyla sonuçlanır. Buna karşılık; istenen davranışları gösterdiğinde desteklenen çocuk; onaylanan davranışlarının hangileri olduğunu öğrenir. Bu ortam; özgüvenli ve otonom bir çocuk yetiştirmenin ön koşuludur (Yavuzer; 2003).
Hafif derecede zeka geriliği: Bireysel olarak uygulanan bu testlerde yaklaşık 70 ya da altında bir IQ; yani Zeka Bölümü’ne sahip olmanın yanı sıra; iletişim; kendine bakım; ev yaşamı; kişilerarası beceriler ve kendini yönetip yönlendirme alanlarından en az ikisinde görülen yetersizlik zeka geriliği olarak tanımlanabilir. Uluslararası tanı ölçütleri ve sınıflandırması olan DSM-IV elkitabına göre; zeka testleri sonucunda 50-55 ile yaklaşık 70 arasındaki değerler; hafif derecede zeka geriliğini gösterir (Yavuzer; 2003).
Hafif derecede zeka geriliği gösteren kişilerde; bir miktar konuşma geriliği vardır; fakat günlük konuşmaları yürütebilecek ve çok karmaşık olmayan günlük işleri yapabilecek düzeydedir. Bu kişilerde motor gelişimi genellikle normaldir. Kendi günlük gereksinimlerini anlatabilirler ve günlük yaşama ilişkin bir çok işleri (yeme; temizlik; giyinme; idrarını ve dışkısını tutabilme gibi) yardımsız görebilirler (Güleç ve Köroğlu; 1998).
Araştırmanın Önemi ve Gerekçesi
Davranışların şekillenmesinde önemli bir yeri olan anne-baba tutumları bu araştırmada yer almaktadır. Tutumların hafif derecede zeka geriliği gösteren çocuklarda sosyal duygusal uyuma olan etkisinin belirlenmesi ve sosyal duygusal uyumu olumsuz etkileyecek anne baba tutumlarının yerine yeni tutumlar kazandırılabilinecek olması araştırmayı önemli yapan unsurlardan biridir.
Bu açıklamalar ve ülkemizde sosyal duygusal uyum ile ilgili yapılan araştırmalar göz önüne alındığında; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu yordayıcı nitelikte ele alan kapsamlı bir araştırmaya rastlanmamıştır. Hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal duygusal uyumunu etkileyebilecek olan anne baba tutumlarının saptanması ile anne babada tutum değişikliğine gidilerek hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların sosyal uyumu arttırılabilir. Bu araştırma sosyal duygusal uyum ile ilişkisi olabileceği düşünülen anne baba tutumlarının belirlenmesi açısından önem kazanmaktadır.
1. KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
Bu bölümde psikososyal gelişim kavramı ve bu kavramla ilgili kuramsal açıklamalar ile farklı aile tutumları ve sosyal duygusal uyum ile ilgili yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmalara değinilmiştir.
Sosyal duygusal uyum; farklı anne baba tutumları; hafif derecede zeka geriliği gösteren çocukların psikososyal gelişimine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
1.1. Psikososyal Gelişim
Sosyal duygusal gelişim; çocuğun kendini ifade edebilmesi; duygularını kontrol edebilmesi; kendisiyle ve çevresiyle barışık ve uyum içinde olabilmesidir. Biliş ve beceriler duygunun yorumlanmasında kaçınılmazdır. Sosyal ve duygusal yeterlilik yaşam boyu gelişmektedir (Saarni; 2001). Duygusal gelişim sosyal gelişimin temelini oluşturmaktadır. Duygusal gelişim biyolojik temelli olmakla birlikte; olgunlaşma ve öğrenme sonucu oluşmaktadır. Öğrenme için ise sosyal etkileşim şarttır. Bu bağlamda duygusal gelişim; sosyal gelişimin temelini oluşturmakla birlikte; duygusal ve sosyal gelişim birbiriyle etkileşim içinde olan iki gelişim alanıdır. Bedensel ve bilişsel gelişime paralel olarak biçimlenen duygusal yapı; zaman içinde duygusal dengeyi oluşturacak şekilde olgunlaşır. Çocuğun duygusal dengesinin gelişmesi benlik kavramını da önemli ölçüde etkiler. Buna göre sağlıklı duygusal gelişim; sağlıklı kişilik ve sosyal gelişimin temelidir (Aral ve diğ; 1981).
Doğumu izleyen ilk yıllarda; çocuğun sosyal ve duygusal gelişimini desteklemeye yönelik olarak; ailenin çocukla olumlu etkileşimleri; çocuğa sağlanan deneyim ve fırsatlar; çocuğun kendisiyle barışık; çevresiyle uyumlu ilişkiler kurabilen; toplum içinde anlamlı ve üretken rol üstlenen bir kişi olmasında belirleyici olmaktadır (Crick; 2000; Caulfield; 2001; Bracha ve diğ.; 2004).
Tüm gelişim alanlarında olduğu gibi; çocuğun sosyal duygusal gelişiminde de bu denli önemli bir yere sahip olan ebeveynlerin; sağlıklı; mutlu ve üretken bireyler yetiştirebilmeleri için öncelikle sosyal ve duygusal gelişim özelliklerine dair bilgi sahibi olmaları gerekir. Çünkü ebeveynlerin çocuklarının gösterdiği davranışların hangisinin normal gelişim; hangisinin sorun niteliği taşıdığının bilincinde olmaları son derece önemlidir. Ailelerin sosyo-ekonomik düzeyi de çocukların sosyal duygusal gelişimini etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Çocukların erken dönemlerdeki yaşantı eksikliği akademik başarı; sosyal uyum ve kişiler arası çatışmaları çözümleme yeteneğini etkilemektedir. Bu nedenle; ebeveynlerin özellikle çocuklarının erken yaşlarda sosyal duygusal gelişimleri hakkında bilgi sahibi olmaları; çocuklarını iyi gözlemleyip hangi durumlarda nasıl davranılması gerektiğini bilmeleri büyük önem taşımaktadır. Zira ailenin çocuğun gelişimini yakından izleyerek; hangi davranışların sorun niteliği taşıdığını bilmesi; sosyo-ekonomik düzey farklılıklarının risklerini azaltmaktadır (Ainsworth; 2000; Saarni; 2001; Raver; 2003).
Bir çocuğun sosyal bir varlık haline gelebilmesi öncelikle ebeveyn-çocuk ilişkisine dayanır. Çocuğun ileride nasıl biri olacağının;gelişim sürecinin ne yönde ilerleyeceğinin; özellikle bebeklik yıllarından itibaren çevresiyle kurduğu ilişkinin seyrine bağlı olduğunu kabul eden bir çok kuram vardır. Freud un Psikoseksuel Gelişim Kuramı bir insanın dünyasını içgüdüleri ile yapılandırdığı dönemlerden; içgüdülerin sosyal taleplerle çatıştığı dönemlere buradan da davranışların sosyal olarak kabul görecek biçime uydurulmaya çalışıldığı döneme doğru ilerlediğini ileri sürer (Şendil; 2004). Bu noktada çocuğun annesi ve babası ile kurduğu ilişki onun yönlenmesinde hayati bir konumdadır. Erikson un Psikososyal Teorisi yine çocuğun aile ve talepleri üzerinden sosyalleşmeyi ve kendini biçimlendirmeyi öğrendiğini ileri sürmektedir.Bu kuramda da ;erken çocuklukta anne ve baba tarafından öğretilen sosyal kısıtlamaların çocuğun gelişim basamaklarında ilerlemesinde yön tayin etme açısından rolü büyüktür.Davranışçı teoriler öğrenmeyi çoğunlukla çevreye bağlarlar burada da çocuğun gelişimi açısından içinde bulunduğu çevre onun neyi öğrenip öğrenmeyeceği konusunda oldukça belirleyicidir. Sosyal Öğrenme teorisyenleri ise ebeveyn özellikleri veya çocuk yetiştirme alıştırmaları ile çocuğun kişiliği arasındaki korelasyonu inceleyen araştırmalar yapmışlardır (Şendil; 2004).
Sosyal öğrenme teorilerinden yola çıkarsak; toplumun çocuklara o toplumdaki ideal yetişkinler gibi davranmayı öğretme sürecine sosyalizasyon denmektedir (Şendil; 2004). O toplumu halihazırda yöneten ve yönlendiren kural ve görevlerin bir önceki nesilden yeni nesle aktarılması sosyalleşme olarak da bilinir (Şendil; Kızıldağ ve Cesur; 2003). Bu sürecin işlemesi ve toplumun sürekliliği ve gelişmesinin devamı öncelikle aile kurumu ve aile-çocuk ilişkisine dayanır."Bütün anne ve babalar çocuklarını sosyalleştirmek için çaba gösterirler; fakat tercih ettikleri yöntemler açısından farklılıklar vardır. Temel bir sosyalizasyon aracı olarak çocuk yetiştirme tutumları ve bu tutumların çocuk ve gençlerin sosyal ve duygusal gelişimleri üzerindeki etkileri son 30 yılda yaygın olarak araştırılmaktadır (Yılmaz; 1999).
1.3. (0-6) Yaş Arası Psikososyal Gelişim
Yaşam içerisinde her birey savunmasızlığın arttığı ve potansiyelinin yükseldiği bir dizi kriz ve dönüm noktasıyla karşılaşır. Bu krizler; uygun bir şekilde çözüldüğünde kişilik gelişimine ve psiko-sosyal olgunluğa katkıda bulunurlar. Her kriz ya da aşama; bireyin gelişimini biçimlendiren ve kişiliğini değiştiren daha önceki kriz ya da aşamaların üzerine kurulmaktadır. Bireylerin 8 dönem içerisinde psiko-sosyal gelişimi tamamlanır. Bu gelişim dönemlerinin özelliği her dönem de birisi olumlu diğeri ise olumsuz olan iki özellikten hangisinin birey tarafından kazanılıp kazanılmadığıdır. Bu dönemler; ilk dönem olan “temel güvene karşı güvensizlik” döneminden başlayarak birbirlerinin üzerine kurulmakta ve yaşam boyunca bireyin sahip olacağı özelliklere etki etmektedir (Erikson ;1968; Akt. Arı ve Arslan; ).
Erikson’un Psikososyal gelişim dönemleri;
1.Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-18 ay);
2.Özerkliğe Karşı Utanç ve Şüphe (1;5-3 yaş);
3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk Duygusu(3-6 yaş);
4. Çalışkanlığa Karşı Yetersizlik Duygusu(6-11 yaş);
5. Kimlik Kazanmaya Karşı Kimlik Karmaşası (12-21 yaş)
6.Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (Yalnızlık) (21-30 yaş)
7. Üretkenliğe Karşı Verimsizlik(Durgunluk)(30-65 yaş)
8. Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk(65 yaş ve sonrası)
Erikson’un Psikososyal gelişim kuramının; araştırmayla ilgili olan ilk 3 dönemi aşağıda sırasıyla açıklanmıştır.
1.3.1. Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-18 ay)
Bireyin psikolojik olarak sağlıklı olması için temel olan birçok ön koşul içerisinde “temel güven duygusu” da vardır. Temel güven duygusu; yaşamın ilk yıllarındaki deneyimlerden çıkarılan; dünya ve diğer insanlara yönelik yaygın olan tutumlardır. “Güven” kavramı; bireyin kendisine olan güven duygusu olduğu gibi; diğer insanlara olan temel güven duygusunu ifade eder. Doğumdan sonraki ilk bir yıl içinde; bebekler ana babalarıyla ilişkilerinin sonucu ya temel güven duygusu kazanır ya da güvensizlik geliştirir. Yani bebek temel güven duygusu kazanamazsa bunun yerini alır. Temel güven yaşamsal bir kişiliğin ve bir kimlik duygusunun temel yapısıdır. Daha açık bir ifadeyle temel güven duygusu; diğer kişilerin bizimle ilgili olumlu duyguları olduğu; onlara inanabileceğimiz; güvenebileceğimiz; yardım alabileceğimiz; diğer kişilere bağlanabileceğimiz gibi olumlu duygu ve düşüncelerin temelini oluşturur. Güvensizlik ise diğer kişilere karşı olumlu duygu ve düşünceler geliştirmeyi engeller ya da sınırlar (Erikson; 1968; Akt. Arı ve Arslan; 2008).
1.3.2. Özerkliğe Karşı Utanç ve Şüphe (18 ay-3 yaş)
Bu dönem çocuğun kas sistemindeki gelişmenin etkisi altındadır. Çocuklar özellikle bu dönemde psiko-motor hareketlerindeki kontrol ve öz-yeterliliği denemek ve bundan haz almak isterler. Bu dönemde çocuklar bağımsızlık kazanmak için çaba gösterirler. Bağımsızlık çocuğun hareketlerini ve vücudunu kontrol etmesi olarak değerlendirilir. Bu dönemi başarıyla atlatan çocuklar yeterlik duygusunu; kendine güveni; ayrıca öz değerlerini kazanmış olurlar. Bu yeterliliği yerine getiremeyen veya engellenen çocuklar bağımlılık duyguları yanında utanma ve kendi değerliliklerine yönelik şüpheyi yaşarlar (Özbay;2003).
1.3.3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk Duygusu (3-6 yaş)
Bu dönemde çocuğun bir kişi olarak kendisine güçlü bir şekilde inanma duygusunun başladığını ve bir kişi olarak yapabileceklerinin neler olduğunu keşfetmeye çalıştığını ifade etmektedir. Bu dönemde;
a. Çocuklar giderek daha çok özgür bir şekilde çevrede hareket etmeyi öğrenir ve bu yüzden kendisi için daha geniş ve limitsiz bir şekilde amaçlarını gerçekleştirebilecekleri bir alan kurarlar.
b. Çocuklar anlamadığı konuları tam olarak anlamaya çalışır ve sayısız konular hakkında durmadan sorular sorabilirler.
c. Çocukların düşüncelerinde ve hayal gücünde bir artma gözlenir.
Bu dönemde yakın ve uzak çevredeki yetişkin rolleri fark edilmeye ve yetişkinlerin dünyasına yönelik her ayrıntı büyük bir merakla soruşturulmaya başlanır. Değişik rolleri tanıyan ve özdeşim yapan çocuk; yalnızca düşleri ve oyunlarında kendini bu rollere sokmakla kalmaz; gerçek yaşamda da özendiği rolleri oynama denemelerine girişir. Tüm bu rol denemelerinden çocuğun çıkardığı özellik “girişim” duygusudur. Bu düşlerini gerçekleştirmek için işe girişmek; amaçlarına ulaşmak doğrultusunda girişimde bulunmayı ifade eder . Çocuklardaki bu girişimci duygu ebeveynler tarafından desteklenmelidir. Çocukların koşmaları; atlamaları; oynamaları ve fırlatmaları için fırsatlar ve ortamlar hazırlanmalıdır (Erikson; 1968; Akt. Arı ve Arslan; 2008).
1.4. Farklı Anne Baba Tutumları
Anne babalar çocuklarını yetiştirirken çeşitli yöntem ve metotlar kullanmaktadırlar. Bu metotlar çocuğa ve çocuğun o anda sergilediği davranışa göre değişim göstermektedir. Anne babalar çocuklarının kendi kendini kontrol etme becerisini geliştirmeyi amaçlar diğer taraftan kendi başına karar vermesini kısıtlayıcı davranışlar sergilerler. Bu çelişki içinde kalan anne baba çeşitli davranış biçimlerinin yoğun olarak yaşanması ile farklı gruplaşmalara yol açmaktadır. Bunları farklı kategoride incelemek mümkündür (Ryder; 1995; Craig ve Kermis; 1995; Akt. Demiriz ve Öğretir; 2007).
Birçok anne-baba eğer çocuk zorlanmazsa iyi eğitim verilemez düşüncesindedirler.Oysa anne-babalar davranışları ile çocuklarına modeldirler. Eğer çocuklarına değer verirlerse; onlara karşı açık olurlarsa; çocuklarının duygularını paylaşırlarsa; kendi duygularını çocukları ile paylaşırlarsa; çocuklarını oldukları gibi kabul ederlerse;yetenekleri doğrultusunda gelişmelerine olanak sağlarlarsa ve çocuklarının yapmak istemediklerini kendileri yapmazsa; çocuklarda daha sonraki yıllarda diğer bireylerle kurdukları ilişkilerde bu tarzda davranırlar. Anne babalar bu tarzda davranışları ile hem çocuklarının kişilik gelişimine olumlu etkide bulunmuş olurlar hem de bir model olurlar (Tausch; 1991; Gramer; 1994; Akt. Demiriz ve Öğretir;2007). Anne babaların çocuklarına yönelik çeşitli tutumlarından söz edilebilir.
Otoriter anne-babalar; koydukları kurallara çocuklarının uymasını ve koşulsuz itaat etmesini beklerler. Çocuğun evde söz hakkı yoktur. Bu tür ailelerde çocuklar kurallara uymadığında ceza uygulanır ve anne-babalar çocuklarıyla pek fazla görüş alışverişinde bulunmazlar; daha çok çocuklarından söylediği her şeyi sorgulamadan kabul etmesini beklerler (Baumrind; 1968). Anne baba tarafından gerekçesi belirtilmeden; çocuğun nedenini kavrayamadığı hemen her konuda yasaklar konur. Çocuğa fiziksel cezanın yanında sözlü (duygularını incitecek) cezalarda verilir. Eleştiriler çocuğun kişiliğine yöneltilir (Demiriz ve Öğretir; 2007).
Çocuğun yaptığı aktivitenin anne babalarca çok fazla kontrol edilmesi çocuğun kendisine olan saygısını azaltacağından mutsuz; içe kapanık bir kişilik geliştirmesine yol açabilir. Bu tutum içinde büyüyen çocuklar atak değillerdir; kuşkucudurlar. Kendi kendilerine bağımsız davranış sergileyemedikleri için karamsardırlar. Özellikle kız çocukları pasif kalarak daha bağımlı olmakta erkek çocukları ise isyankâr; saldırgan; itaatsiz; huysuz; rekabetten uzak ve hassas olabilmektedirler (Nas; 1986; Ekşi; 1990;Aslan; 1992; Shaffer; 1996; Bee; 1996; Özdoğan; 1997;Akt. Demiriz ve Öğretir;2007). Anne babalardan birinin ya da her ikisinin baskısı altında kalan çocuk; nazik; dürüst ve dikkatli davranmasına karşın; çekingen; başkalarının etkisinde kolay kalabilen; aşırı hassas bir kişilik yapısına sahip olabilir (Yavuzer; 1987).
Aşırı Hoşgörülü (İzin verici) anne-babalar; çocuklarına çok fazla özgürlük verirler; çocuklarını hiçbir şekilde kontrol etmezler ve bazen de ihmale varan bir hoşgörü ile davranırlar. Aynı zamanda çocuklarına karşı sıcak ve sevecendirler ve çocuklarının bütün konularda kararlarını kendilerinin vermelerine sınır getirmezler. Bu tür anne-babaların çocukları yemek; yatma; televizyon izleme ve oynamak için dışarı çıkma gibi konularda karar vermede özgürdürler (Baumrind; 1968). Anne babanın çocuklarına karşı hoşgörü sahibi olmaları; çocuklarının bazı kısıtlamalar dışında;arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin vermeleri anlamına gelir. Böyle durumlarda çocuk evine yönelik bir birey olur (Yavuzer; 1987).
Demokratik anne-babalar; çocuklarından olgun davranış beklerler ve aynı zamanda gerekli olduğunda kurallara uymasını isterler. Sıcak ve ilgilidirler; sabırlı ve duyarlı bir şekilde çocuklarını dinlerler;aile içinde verilecek olan kararlarda çocuklarının görüşlerini alırlar. Bu tür ailelerde çocuk yetiştirmede akılcı ve demokratik bir yaklaşım izlenir; hem anne-babanın hem de çocuğun hakları dikkate alınır (Baumrind; 1968; Akt. Demiriz ve Öğretir; 2007).
Yapılan araştırmalarda demokratik ailelerde yetişen çocuklar izin verici ya da otoriter ailelerde yetişen çocuklardan akademik yeterlilik; sosyal gelişim; benlik saygısı ve ruh sağlığı gibi ölçümlerde daha yüksek puan almışlardır (Maccoby ve Martin; 1983; Steinberg ve ark.; 1989). Genel olarak araştırmalar demokratik anne-babaların sosyal olarak aktif; sorumlu ve bilişsel olarak yeterli çocuklara sahip olduklarını; otoriter ve izin verici anne-babaların ise daha olumsuz özellikleri olan çocuklara sahip olduklarını göstermektedir. Baumrind (1968) ana baba tutumları ile ilgili olarak yaptığı çalışmalarında genel olarak demokratik tutumu benimseyen anne babaların çocuklarının bağımsız; kendini iyi ifade edebilen; hem sosyal hem de akademik yönden başarılı çocuklar olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Baumrind’in sınıflamasını temel alarak yapılan çalışmalarda; onun görüşlerini destekler şekilde demokratik ailelerde yetişen çocukların izin verici ya da otoriter ailelerde yetişen çocuklardan akademik başarı; sosyal gelişim; benlik saygısı ve ruh sağlığı gibi ölçümlerde daha yüksek puan aldıkları görülmüştür (Maccoby ve Martin; 1983;Dornbusch; Ritter; leiderman; Roberts ve Fraileigh; 1987; Steinberg; Elmen ve Mounts; 1989; Akt. Demiriz ve Öğretir; 2007).
Koruyucu anne-babalar; çocuğa gereğinden fazla kontrol; özen ve ilgi gösterir. Çocuğun gereksinim duymadığı durumlarda bile anne baba müdahale eder. Çocuğun her türlü ihtiyacı anne babalar tarafından karşılanarak çocuğun kendi kendisine yetmesine fırsat verilmez ve kendi başına araştırma yapması engellenir. Anne babalar çocuğunu korumak için çocuğun her türlü hareketine ve ilişkisine sınırlamalar getirerek çocuk adına her türlü kararı kendileri verir. Sürekli korunan çocuk kendini korumayı öğrenemediği için savunmasız; çabuk uyum gösteren; utangaç bir kimlik yönelmesinin yanısıra sorumsuz; şımarık kişilik geliştirebilirler. Bu tarz tutum içinde yetişen çocuklar problem çözmede de oldukça başarısızdırlar (Navaro; 1989) Anne babanın aşırı koruması; çocuğa gerektiğinden fazla kontrol ve özen göstermesi sonucu çocuk; diğer kişilere aşırı bağımlı; kendine güveni olamayan; aşırı kırıklıkları olan bir kişi olabilir (Yavuzer; 1987).
Tutarsız anne-babalar; anne-baba arasındaki görüş ayrılığı şeklinde ortaya çıkabileceği gibi anne veya babanın şahsında yaşanan değişken davranış biçimi olarak da görünebilir. Bu tutum izin verici ile otoriter tutum arasında gidip-gelme biçiminde görülür. Disiplin vardır ama ne zaman ve nerede uygulanacağı belli değildir. Bu nedenle çocuk davranışlarının sonucunda ne olacağını bilemez. Bu tutum içinde olan anne babalar çocuğunun bir gün önce görmezlikten geldikleri bir davranışını ertesi gün azarlar ya da cezalandırırlar. Bunun nedeni büyük olasılıkla o andaki ruhsal durumlarıdır. Anne babanın değişik davranış kalıplarına sahip olması; çocukların da bilerek veya bilmeyerek bu kalıpları benimsemelerine yol açmaktadır. Bu tutum içinde yetişen çocuklar kendilerine güvenleri yoktur. Kararsız; çekingen olabileceği gibi başkaldıran; asi davranışlarda sergileyebilirler (Özdoğan; 1997; Craig ve Kermis; 1995; Pardeck ve Pardeck; 1988; Akt. Demiriz ve Öğretir; 2007).
İlgisiz anne-babalar; çocuğun sağlık; beslenme gibi temel ihtiyaçlarını aksatarak; ona düşmanca duygular besler. Bu anne babaların yaşamları öyle stres doludur ki çocuklarına yardımcı olabilmek için gereken enerji ve güce sahip değillerdir. Ayrıca çocuklarına hiçbir kural koymazlar; çocukların başarılarını dikkate almazlar; hatalarını ise sürekli yüzüne vururlar. Anne babanın isteklerinin aşırılığı karşısında sürekli olarak başarısızlığa uğrayan çocuk ; giderek “nasıl olsa yapamıyorum; öyleyse neden deneyim?” duygusunu geliştirmeye başlar. Bu tutum içinde yetişen çocuklara hiçbir sınır konulmadığı; hiçbir ihtiyacı karşılanmadığı; anne babalarının yaşantısında stres noktası oldukları için kendilerini ifade edememektedirler. Bu çocuklar yüksek düzeyde saldırgan davranışlar göstererek çevrelerine zarar verirler. Kendilerine saygısı yok denecek kadar az olduğu için suçlu olduklarını düşünürler. Ayrıca bu çocuklar her zaman başkalarının gözünde başarısız olduklarını düşünürler. Sevgi nedir bilmeyen bu çocuklar başkalarını da sevmekte güçlük çeker. Bu tutum çocuklarda yardım duygusundan uzak; sinirli; duygusal kırıklıkları olan; başkalarına karşı devamlı korunma zorunluluğu olan; özellikle kendinden küçük ve zayıflara karşı olumsuz duygulara sahip ve öz saygı azlığı gibi durumlara yol açabilir (Yavuz;1991; Bee; 1996;Özdoğan; 1997;Ryder; 1995; Akt. Demiriz ve Öğretir; 2007).
1.5. Psikososyal Gelişmede Ailenin Rolü
Anne-babanın ve ile içindeki diğer bireylerin çocukla olan etkileşimi; çocuğun aile içindeki yerini belirler. Aile; çocuğun ilk sosyal deneyimlerini edindiği yerdir. Çocuğa yöneltilen davranış ve ona karşı takınılan tavır; bu ilk yaşantıların örülmesinde büyük önem taşır. Çocuğun ailesinin yapısı; sosyo-ekonomik ve kültürel düzeyi; onun ilk sosyal deneyimlerini; dolayısıyla duygusal ve toplumsal gelişimini etkileyecektir.büyüme aşamalarında başarılı olan çocuklar; iyi aile ilişkileri içinde yetişmiş bireylerdir. Aile içinde gerçekleşen başarılı ilişkiler; mutlu; arkadaşça; bunalımdan uzak ve yapıcı bireylerin oluşumunu sağlar. Bunun tersine uyum bozukluğu gösteren çocuklar; genellikle başarısız bir anne-baba-çocuk ilişkisinin ürünüdürler. Anne ve babanın; sevgi ve ilgisinden yoksun olarak büyüyen çocuklar; büyük bir sevgi açlığı gösterirler. Bu açlıkta bir takım davranış ve uyum bozukluklarına neden olabilir (Yavuzer; 1987).
Aile üyeleri ile olan ilişkileri; çocuğun diğer bireylere; nesnelere ve tüm yaşama karşı aldığı tavırların; benimsediği tutum ve davranışların temelini oluşturur. Aile aynı zamanda çocuğa; aile ve toplumun bir üyesi olduğu bilincini aşılar ve uyum biçimlerinin temelini atar. Aile çocuğun sosyal kabul görmesi için gerekli ortamı hazırlar; sosyalleşmeyi öğrenebilmesi için kabul edilmiş uygun davranış biçimlerini içeren birer model oluşturur (Yavuzer; 1987).
Sonuç olarak araştırmacılar ve kuramcılar anne baba tutumlarıyla çocukların davranışları arasında sıkı bir bağlantı olduğunu savunmuşlardır. Aşırı baskıcı; sert davranan; cezalandıran; şartlı sevgi sunan; reddeden davranışlara sahip anne babalar otoriter olarak nitelendirilmişlerdir. Bu davranışlara maruz kalan çocuklarda anksiyete;korku; saldırganlık; okul başarısızlığı gibi olumsuz davranışlar saptanmıştır. Dolayısıyla anne babanın düşüncesiz ve kontrolsüz davranışlarından ileri gelen bozuk aile içindeki iletişim çocuğun davranışlarında belirleyici olabilmektedir. Çoc