Öncelikle belirtmek gerekir ki; başlıkta kullanılan ve metinde kullanılacak olan “terapist” ifadesi; teorik olarak bazı yanlışlıklar içerse de; Türkçe içindeki gündelik kullanımları ve bu kullanımlarda çoğunlukla kastedilenler dikkate alınarak; “Psikolog” “Psikolojik Danışman” ve “Psikoterapist” unvanlarının hepsinin birden yerine; yani “Ruh Sağlığı Uzmanı” anlamında kullanılmıştır; tek bir ismin seçilmiş olması hem anlatım kolaylığı olması açısından hem de bir ruh sağlığı uzmanı hangi yaklaşımla çalışıyor olursa olsun; çalışması ve yaklaşımının terapötik teorilere dayanmasından kaynaklanmaktadır. Esasen kastedilen konsept; danışan-danışman ilişkisini içeren psikolojik yardım hizmetlerinin bütünüdür.
Tavsiyeyi herhangi biri herhangi bir şey hakkında verebilir; çünkü bir sorumluluk almamakta; kolayca kenara çekilebileceği bir pozisyondan konuşmaktadır. Tavsiye ucuzdur; hatta bir şair; İsmet Özel: “Tavsiye edenler; bedelini ödemeyenlerdir.” der tavsiye verenlere dair.
Tavsiye bütün yükü tavsiye edilen kişiye yükler; tavsiyeyi veren böylece mesuliyetten kendini beri kılmıştır.
Tavsiye bir ağrı kesicidir; sadece bir süreliğine ağrının hissedilmesini engeller ama ağrının kaynağı ile ilgisizdir.
Tavsiye çoğunlukla ciddi bir yaraya yapılan yara bandı tipi hızlı bir müdahale çabasıdır; yarayı iyileştirmez; sadece geçiştirir.
Çoğunlukla; karşımda oturan danışanıma; onun danışmanı olarak; ona tavsiye veremeyeceğime; bunun benim haddime olmadığına; onun kendi kararlarını verip kendi özgür iradesini kullanma hakkının önüne geçemeyeceğime vurgu yaptığımda; danışanımın o anki hüsranını yüzünden okuyabilirim. O an çaresiz ya da çıkışsız olduğunu hissetmektedir; ya da belki bizzat kendi vereceği kararların arkasında durup duramayacağından emin değildir; ne yapacağını ve yapabileceğini bilememekte ve bir kararsızlık halinin içerisindedir; uzun süredir yaşadığı ve mücadele ettiği sorunları onu bıktırmıştır artık ve çabuk/garanti bir çözüm getiren sihirli sözcükler istemektedir. Tüm bu duyguları orada apaçık öylece dururken tavsiye veremem ona; vermemeliyim; bir terapist tavsiye vermemelidir işte tam da bu yüzden. Terapistlerin ilk öğrendikleri becerilerinden biri; sonrasında hem kendileri hem de danışanları için belki de en zoru olacaktır. “Sessizce oturmak”. Nihayetinde; terapistiniz bir anlamda uzmanlaşmış; eğitimli bir dinleyicidir; bir tavsiye verme makinesi değil.
Tabii bunların hiçbiri terapistinizin size görüşmeleriniz boyunca sadece bakıp durduğu ve öylesine dinlediği anlamına gelmez. Herhangi bir terapist aktif olarak sizdeki tekrar eden; spesifik sinyalleri takip eder; ki sonrasında bunları zaman içinde diyaloglarınızı yapılandırmak ve size faydalı olacağı biçimiyle gidişatına rehberlik etmek için kullanacaktır da.
Şimdi; bir terapistin sizde; sizin anlattıklarınızda ve de suskunluklarınızda takip ettiği şeyleri; ana hatlarıyla üç bölümde ele almaya çalışacağım.
İlki; terapist sizin esasen ne istediğinizi duymak için dinler. İşte bilhassa da bu yüzden tavsiye danışmanlık sürecinde etkisiz kalır/kalacaktır; çünkü sizi esasen istediğiniz şey; varmak istediğiniz yere dair bir şey söyleyemez terapist; bunu sadece siz bilebilirsiniz. Nihayetinde; sorularınızın cevapları yine sizdedir; o cevaplar; belki beklentilerinizin; belki hayallerinizin; belki ümitlerinizin altında saklanmakta ve sizin onları orada bulmanızı beklemektedir. Terapistin sizin için işlevi bir anlamda Winnicott’un “Saklanmak bir eğlencedir; ancak hiç bulunamamak bir felakettir” derken belirttiği gibi; bu saklanbaç oyununuzun sizin için bir felakete dönüşmemesi için; sizinle; sizin oyununuzu sizin dilinizle oynaması ve size eşlik etmesi olacaktır.
İkincisi; terapist sizin üslubunuzu dinler. Çünkü söyledikleriniz değil; onları nasıl söylediğiniz; nasıl bir söyleyiş biçimini tercih ettiğiniz; sizi bulunduğunuz yere/hale vardırır. Bu yüzden terapist için sizin konuştuklarınız kadar konuşmanızın kendisi de önemlidir; hatta ifadeleriniz kadar seçtiğiniz kelimeler ve onları kullanırkenki beden diliniz. Basitçe anlatmak gerekirse; “keşke” ifadesini çok kullanmanız geçmişe ve geçmişteki olanlara odaklı olduğunuza; “belki” kelimesini sık tekrarlamanız kararsızlıklarınıza; “ya... yapsaydım” “ya... deseydim” ifadeleri belli durumlarda yaşadığınız stresin düzeyi hakkında terapistinize fikir verecektir; ki sizin söylediklerinizin bu açılardan da “işitildiğini” farketmeye başlamanız; aynı zamanda kendinize kulaklarınızı tıkadığınız şeyleri; kendinizde de duymaya başlamanız demek olacaktır. Çünkü artık “işitildiğinizi” ve hatta şu ana kadar sizde nelerin “işitilmediğini” ayırt etmeye başlayabilmişsinizdir; bunun yarattığı duygusal değişimler de elbette sürecinizin bir parçası olacak; hem de sizin için iyileştirici olacaktır. Ve tabii ki konuşmanızın/üslubunuzun bir açıdan en önemli kısmı: boşluklar ve sessizlikler. Karşınızda sizi yadırgamadan dinleyeceğine artık emin olduğunuz biri var; ve siz susuyorsunuz; zihninizde imgeler; düşünceler dolanıp duruyor; işitileceğinizi bildiğiniz için belki mükemmel hale getirmeden söylemek istemiyorsunuz onları; ya da belki içiniz o kadar ferah ki orada bulunuşunuza dair terapistinizle zaman zaman içinizden konuşmanın bile size getirisi olan kazanımlar elde ediyorsunuz. Terapist; bu boşlukları da aynı konuşmalarınız gibi dinler; ve sizin sessizliğinizle hemhal olur.
Üçüncüsü; terapist sizin gözlerinizi ve kulaklarınızı kapattığınız; görmek ya da duymak istemediğiniz; unuttuğunuz ya da belki arkasına saklandığınız duygularınızı dinler. Çünkü siz onların içinde; onlarlasınızdır; ancak duygularınız ile birarada göremezsiniz kendinizi; bir aynaya ihtiyacınız olacaktır; bir süreliğine.
Sözün özü; terapist bunları yapabilmek için tavsiye vermez. Sembolik olarak; bir terapist danışanının ellerinden tutar ve onun dünyasına onunla birlikte bir yürüyüşe çıkar. Yolu çizen danışanın kendisidir; terapist ise sadece refakat eder ona. Terapist ve danışan; ikisi birlikte; danışanın geçmişte takıldığı yerlere; eksiklik gördüğü yerlere; belki önemsemeyip hatırlamadıklarına; ayrılıklarına; travmalarına doğru bir yürüyüşe çıkarlar. Bu keşif; danışan tam anlamıyla kaybolana; kendi başına dönüş yolunu bulamayana kadar devam eder; çünkü bulmak ve bulunmak için önce kaybolmalıdır. O aşamada kafa karışıklıkları yaşayacaktır; yorgun hissedecek ve pes etmek isteyecektir; o ana kadar onun için işlevsel olmadığını bilmesine rağmen benzer şeyleri yinelemeye dair zorlantılar göstrecektir. Bu aşamada terapist; danışanına yolu bulmasını sağlayacak ekmek kırıntılarını gösterir; yani danışanın konuşmalarından işittiklerini ona geri verir ve sabırla danışanın çıkış ya da geri dönüş yolunu bulmasını bekler. Bazı sorular sorarak; ipuçlarına işaret ederek ona refakat eder; böylece danışan karmaşasının içinden çıkmasına yarayan aletleri kendisi yapabilecek; ya da elinde olanları tamir etme kabiliyetinin de kendinde olduğunu görmeye başlayabilecektir.
Bir sonraki seans bir öncekine; ilk seans üçüncüsüne ve ikincisine tıpatıp benzeyecektir; ta ki danışan kendi karmaşalarından çıkış yolunu kendi başına bulmayı öğrenecek kadar yol katedene kadar. Ve bulduğunda; bulduğu şeyin aradığı şey olduğundan emin olduğunda; işte orada terapi tamamlanmış demektir.