Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Freud ve Psikanaliz

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Freud’un psikanalitik sistemi; bir kişilik gelişimi modeli ve bir psikoterapi yöntemi olma özelliği taşır. Freud psikoterapiye yeni bir bakış ve yeni ufuklar kazandırmış; davranışı motive eden psikodinamik faktörlere dikkat çekmiş; bilinçaltının rolüne odaklanmış ve kişiliğin temel özelliğine ait yapının anlaşılması ve değiştirilmesi için gerekli ilk terapötik yöntemleri geliştirmiştir.

Insan Doğası Görüşü

Insan doğasına Freud un bakışı temelde deterministiktir. Freud a göre; kişiliği özellikle yaşamın ilk altı yılında geçirilen önemli psiko-seksüel aşamalarda mantık dışı (irrasyonel) güçler; bilinç dışı motivasyonlar; biyolojik ve içgüdüsel dürtüler belirlemektedir.

Freud un kuramında iç güdüler temeldir. Başlangıçta; cinsel enerjinin yerine geçen libido ifadesini kullanmasına rağmen daha sonra; tüm yaşam içgüdülerinin enerjisi sözcüklerini kullanarak bu ifadenin kapsamını genişletmiştir. Bu içgüdüler bireyin yaşamının ve türünün sürdürülmesi amacına hizmet etmekte; büyüme; gelişme ve yaratıcılık doğrultusunda bireyi yönetmektedir. Libido; bunun ötelerine gitse de; cinsel enerjiyi kuşatan motivasyonun bir kaynağı olarak anlaşılmalıdır. Freud; yaşam içgüdüleriyle ilgili kavramına tüm zevk veren eylemleri dahil etmis ve yaşamın en buyuk hedefinin acıları engelleyerek; zevk almak olduğunu belirtmiştir.

Freud ayrıca; kişiyi saldırganlığa iten ölüm icgüdülerinin varoldugunu da kabul etmektedir. Zaman zaman; davranışları yoluyla kişiler; bilinçaltlarındaki ölüm isteğini; kendilerini ve başkalarını incitme arzularını göstermektedir Bu saldırgan dürtülerle başa çıkmak insan türünün başlıca uğraşıdır.

Kişiliğin Yapısı

Psikanalitik görüşe göre kişilik üç sistemden oluşur: id; ego ve süperego. Bu kavramlar farkli psikolojik yapılar için kullanılmaktadır. Her birinin kişiligi ayrı ayrı yönlendiren modeller olduğu düşünülmemelidir; kişilik birbirinden ayrı üç bölüm olarak değil; bir bütün olarak işlevini yerine getirmektedir. Kişiliğin; Id biyolojik; ego psikolojik ve süper ego ise sosyal bileşenidir.

Katışıksız (Ortodoks) Freud bakış açısına göre insanlar birer enerji sistemi olarak ele alınmaktadır. Kişiliğin dinamikleri; psişik enerjinin İd e; Ego ya ve Süperego ya dağılım yollarından oluşmaktadır. Enerji miktarı sınırlı olduğundan; bir sistem diğer iki sistemden baskın çıkarak mevcut enerjiyi kontrol altına alır. Davranış bu psişik enerji tarafından belirlenir.

İD

İd; kişiliğin özgün sistemidir; yeni doğan bebek id dir. Id psişik enerjinin temel kaynağıdır ve içgüdülerin yerleştiği yerdir. Düzenden uzak; kör; talep edici ve ısrarcıdır. Heyecanla kaynayan bir kazana benzeyen id gerginliği kaldıramaz ve gerginliği yok etmek için derhal harekete geçer ve dengeyi kurmaya çalışır. Gerginliğin azaltılması; acının engellenmesi ve zevk alınmasını hedef alan zevk alma ilkesinin baskın çıktığı id; mantıksız; ahlaksız ve içgüdüsel gereksinimlerin tatmin edilmesine yöneliktir. İd hiç bir zaman olgunlaşmaz ve kişiliğin şımartılmış çocuk olan parçası olarak kalır. Düşünmez ama ister ve harekete geçer. Id geniş ölçüde mantık dışıdır ve hiçbir şeyin farkında değildir.

Ego

Ego; dış dünyanın gerçeğiyle ilişkilidir. Gerçeklik prensibine göre çalışır. Kişiliği yöneten; kontrol eden ve düzenleyen "yöneticidir”. İç dürtülerin gereksinimleri ve dış çevre beklentileri arasında ara buluculuk yapar. Ego; bilinci kontrol eder ve sansür uygular. Gerçeklik ilkesinin baskın çıktığı ego; gerçekçi ve mantıklı düşünceler üretir ve gereksinimleri karşılamak üzere planlar yapar. Ego ile id arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır? Zekanın ve mantığın kaynağı olarak ego; idin kör güdülerini denetler ve kontrol eder. İd yalnızca öznel gerçekliği bilirken; ego; hayali durumlar ve dış dünyadaki gerçekler arasındaki ayırımı yapar.

Süperego

Süper ego kişiliğin yargılayıcı kısmıdır. Yapılan bir hareketi iyi ya da kötü; doğru ya da yanlış olup olmadığını belirleyerek bireyin ahlak kuralını temsil eder. Gerçeklikten çok ideallerle uğrası almak için değil mükemmellik için çaba gösterir. Si çocuklara geçen toplumun geleneksel değerlerini ve idealleri ahlaki hedeflere güdülerini engelleyerek; egoyu gerçek mükemmellik için uğraş vererek işlevini yürütür. Anne-baba standartların iç merkezi haline gelen süper ego; daha sonra ödüllendirme ve cezalandırmayla ilgilenir. Odüllendirme göstermek; cezalandırma ise sucluluk ve kendisiyle uğraşır ve yaşamdan zevk için caba gösterir. Süper ego; ana-babadan çocuklara geçen toplumun geleneksel değerlerini ve ideallerini temsil eder.

Bilinç ve Bilinçdışı

Belki de Freud un en büyük katkısı; davranışın ve kişilik problemlerinin anlasılmasında temel kavramlar olan bilinç ve bilinçdışı ya da diğer bir deyişle bilinc ve bilinçaltı kavramları üzerinde yaptığı açıklamalardır. Aslında bilincaltı üzerinde doğrudan çalışılamasa da davranışların bir sonucu olarak bilincaltı ile dolaylı olarak çalışılabilir. Bilinçaltını ortaya çıkaran klinik kanıtlar: (1) bilinçaltı gereksinimlerin; isteklerin ve çelişkilerin sembolik temsilcileri olan rüyalar; (2) dil sürçmeleri; örneğin çok bildik bir adın unutulması gibi unutkanlık; (3) hipnoz etkisindeki; telkinler; (4) serbest çağrışım tekniklerinden elde edilen malzemeler; (5) projektif tekniklerinden elde edilen malzemeler; (6) psikotik belirtilerin sembolik içerikleridir.

Freud a göre; bilinç tüm aklın ince bir dilimidir. Aynı aysbergin su altında kalan daha büyük bölümü gibi; aklın daha büyük parçası farkındalık düzeyinin altında bulunmaktadır. Bilinçaltı tüm düşünceleri depolar. Farkındalık dışı ulaşılamayan gereksinimler deneyimleri; anıları ve baskilanan bilinç alanının dışında kalmaktadır. Psikolojik fonksiyonların çoğu farkındalık dışı bir alanda kalmaktadır. Buna göre; psikanalitik terapinin amacı; bilinçaltında olan istekleri bilinç alanına getirmektir. Ancak bundan sonra birey tercihlerini kullanır hale gelebilir. Psikanalitik modele göre davranışın oluşu için bilinçdışının rolünün anlaşılması temel bir öneme sahiptir.

Bilinçdışı süreçler bütün insanlık türünün nörotik semptom ve davranışlarının kökeninde bulunur. Bu görüş açısına iyilşeme semptomlarının ne anlama geldiğinin; davranışlara ve baskılanmış düşüncelere ait sağlıklı işlevde bulunmayı engelleyen nedenlerin ortaya çıkarılmasına dayanmaktadır. Bununla birlikte entelektüel içgörünün semptomları ortadan kaldırmada tek başına yeterli olmadığınında bilinmesi gerekmektedir. Danışanın yaşamış olduğu olaylara bağlanıp kalması ve bunları tekrarlaması transferansla çalışma çerçevesinde ele alınmıştır.

Kaygi

Psikanalitik yaklaşımda önemli konulardan biri de kaygı kavramıdır. Kaygı bizi bir harekete geçme; bir işi yapma ; etkinlikte bulunma konusunda motive eden bir gerilim durumudur. Kaygı; id; ego ve süper ego arasında mevcut psişik enerjinin kontrolü için gerçeklesen catismalardan ortaya çıkar. Işlem; olası bir tehlikeye karşı organizmayı uyarmaktır.

Uç tür kaygı bulunmaktadır: gerçeklik kaygisi; nörotik kaygı ve ahlaki kaygı. Gerçeklik kaygısı; dış dünyadan gelecek tehlikelere karşı duyulan korkudur ve böyle kaygının düzeyi gerçek tehdidin derecesiyle orantılıdır. Nevrotik ve ahlaki kaygı; bireyin içindeki "güç dengesine" gelen tehditleri harekete geçer. Bunlar; ego dağılana kadar artması olası tehlikeye karşı uygun önlemler alınmadıkça sürekli egoya uyarı gönderir. Nörotik kaygı; içgüdülerin bireyi kontrolü altına alabileceğine ve bireyin; kontrolsüz olarak yaptığı davranışlardan dolayı cezalandırılmasına neden olacağına ilişkin duyulan korkudur. Ahlaki kaygı ise bireyin kendi vicdanına karşı duyduğu korkudur. Gelişmiş vicdana sahip kişiler; kendi ahlaki kurallarına aykırı bir şey yaptıklarında suçluluk duyma eğilimindedirler. Ego; kaygiyi uygun ve direk yöntemlerle kontrol altına alamadığında; ego-savunma mekanizmaları olarak adlandırılan dolaylı kontrol yöntemlerine yönelebilir.

Ego-Savunma Mekanizmaları

Ego-Savunma mekanizması; bireyin kaygıyla başa çıkmasına yardımcı olur ve egonun aşırı baskılanmasını önler. Ego-savunmaları; patolojik olmaktan çok normal davranışlardır. Gerçekle yüzleşmeyi önleyen bir yaşam tarzı haline getirilmedikçe bu savunma mekanizmaları; bireylerin uyum sağlama güçlerini destekleyebilir. Bireyin kullandığı savunmalar; bireyin gelişme düzeyine ve duyduğu kaygının derecesine bağlıdır. Savunma mekanizmalarının yaygın olarak iki özelliği bulunur: (1) gerçeği yadsıyabilirler veya çarpıtabilirler ve (2) bilinçaltı düzeyde işlev görürler.