Öz benliğini kaybetmiş; kopya; bize mahsus medeniyetimizin izlerini taşımayan şehirler. Fertlerini yalnızlık kuyularına; kaçışa zorlayan mekanlar. Katlar; kutular; kapsul mekanlar ruhumuzun genişlik arayışını presliyor. Şehirse yapraklar gibi savrulan yaşamlar sunuyor bireye. Gül gibi açacak; yaşamak aşkımız hazan vurmuş gibi solmuş. Tabiatın yüzümüze aksedecek güzelliğine kayıtsızız artık. Hayatın türküsü yerine yabancılaşmanın her tarafa hükümferma olduğu yeni şehirler… Mekana biçim veren ailemiz zirvelerdeki modernlik müptelamızla fırtınada dağılan bir kartal yuvası misali.
İnsanı yücelten şehirlerden eser yok şimdi. Bireyin kendi karakterine ait sarayını kurma zevkini kaybettik. Baktığında ufukla; uzandığında yıldızlarla nurlanan mekanlar. Mekanın karakteri insanın ruhuna akseder. Ruhumuzun zenginliği ise mekanlarımıza taşar. Birey ve mekan etkileşim halindedir birbiriyle. Mekan ve bireyin birbirinden koptukça can suyu kuruyan bir bahçeye döndük. Mekan daraldı aile çekirdekleşti. Mutluluk ıslığımız; yaşam türkümüz kayboldu. Nurani yüzlü sevgi kaynağı hanneneleri; dedeleri bilmeden öteledik. Şehir ruhunu kaybettikçe mekanlar da karakterini ve kimliğini kaybetti. Mekanlar içinde yaşayacakları ve onlarla kuracağımız ilişkilerimizi biçimlendirir. Örfümüz; ananemiz silindi. Mekanımız 1+0’larla kapsul yaşama doğru daralırken; darlandık. Yaralarımızı saracak; yaslanacak çınarlarımızı kaybettik. İçimizin yitiğini; aramaktayız; şaşkın ve panik… Türk ikliminin ulu çınarlarından Şehriyar bu yitiğimize sesleniyor;
Hannenem hayanda galdın;
Bile başına dolanım ben;
Nice ben seni gayp ettim.
….
Seninle bir kucaklaşaydım;
Seninle bir ağlaşaydım;
Yeniden çocuk olarken;
Kucağında bir yataydım;
Öyle bir cennet olursa;
Daha ben kendi Allah’ımdan;
Başka bir şey istemezdim.
Şimdilerde; kaç mekan tefekküre davet edebilme karakterine sahiptir? Hangi düğümün; hangi meçhulün çözülmesine ilham vermektedir? Hangisi sığınılacak mekandır? Hangi şehir bizi nahif sanatkar inceliğe kavuşturmakta. Hangisi kendi hayallerimizi kurabilmeye izin vermektedir. Hangi mekan ruhumuzun tamamlayıcısı olma hissini yaşatır? Şehir ve mekan bireyin kendine arama hülyasına katkı sunabiliyor mu? Yoksa içinizin mimarının arzusunun aksine ruhumuzu parçalayan; yabancılaştıran öğelerle mi doludur. Yoksa şehir boş kadehlerde sunduğu vaatleriyle travmatik hülyalara mı salmakta bizi…
Kendi imzamızı taşıyan mekanlar bireyi hiç olmaktan kurtarıp geçmişten aldığı bakışı geleceğe taşıyan bir ölümsüzlük mesajıdır. Adeta giriş basamaklarına ailenin en küçük ferdinin el ve ayak izi gibidir. İnşa etme çabası kolaydır ancak mekan ibda etmek ruh zenginliğinden beslenen sihri gerektirir. Mekanın bireyin karakteriyle şekillenmesi zamanı genişletme; yenme; sonsuzlaştırma şansıdır. Mevlana bunun başarılmasını sevgiyle yaşamaya; sevgiyi yaşatmayla koşullandırmıştır. Birey mesut ve sevgi dolu olunca bulduğu ahengi her yana taşır. Mekan keskin; kaba ve devasa çizgisiyle bireyin özbenliğini küçülttükçe küçültmekte malesef. Şehir ve mekanda kaybolan; sevgiyi yaşatamayan birey ibda edebilme; üretme zenginliğine nasıl kavuşabilir ki?
Beton yarışının esir aldığı şehirlerde artık mevsimleri yakalandığımız hastalıklardan anlar olduk. Oysa mevsimleri iliklerimize işleye işleye yaşatan şehirler düşlerdik. Her mevsim bin bir cümbüşüyle bize güzelliklerini yudumlatırken diğer mevsime geçiş ise faniliğimizi hatırlatsın isterdik. Güneşin doğuşuyla yaşamaya şevklenelim batışıyla muhasebelere dalalım. Gecesi ise yıldızlarla süslenmiş billur bir avizeye dönüşşün. Mekan bunları sunsun isterdik.
İçlerinden nehir akan şehirler; suyla kucaklaşan şehirler ne kadar ayrıcalıklı şehirlerdir. Suyun can veren ayrıcalığı; biteviye akışı ruhumuza nede güzel dokunuverir. Ne harika bir peyzaj sanatkarıdır su. Şehrin şimdisinin ayna tutucusu; geçmişe ait maceralarının hafızasıdır da elbette. Şimdi beton dökmekteyiz üzerlerine; hangi marifete hizmet etmekteyse.
Selam diyarının tasvirini yapıyor yaradan; “Dal bastı kirazlar; Salkım salkım muzlar; Uzanmış bir gölge; Çağlayan bir su; Sonsuz meyveler; Ne eksilir ne de yasaklanır” Şehir ve mekan onun numunesi olsun isterdik. Olacağa benzemiyor ama yine de gönül cennet misal olana meylediyor velhasıl.