Bir topluluğun ya da bir kitlenin; kendine göre haklı gördüğü nedenlerden dolayı; bir kişiyi; ya da kişileri; ya da bir nesneyi/nesneleri; fiziksel ya da psikolojik olarak örselemesi; tahrip etmesi; taciz etmesi; hırpalayıp darp etmesi linç olarak tanımlanır. Yani; kısaca kendinden olmayana; öteki olana ya da kendisi gibi düşünmeyene gruplar ya da kitleler halinde zarar verme; yok etmeye çalışma ya da saldırma da diyebiliriz. Linç kültürü dediğimizde ise; linçin bir ülkede ya da bir millette veya aynı etnik kökene sahip büyük bir toplulukta yaygınlaşması; geçerli olması ve kabul görmesi sonucu ortaya çıkan sosyolojik bir durumdur. Bu millet ya da topluluklarda ön yargı oldukça etkilidir. Linç kültürü de ön yargı ile büyümektedir. Ne yazık ki Türkiye’de de bu kültür ve ön yargı endişe verecek düzeydedir. Ülkemizde de siyasetten; spora; toplumsal ilişkilerden dine kadar hemen hemen her konuda linç furyasını görmemiz mümkündür. Ülkemizde de olaylar ya da kişiler asılsız iddialar ve haberlerle linç edilebilmekte; ön yargılarla hareket edilerek; bir haber ya da duyumdan yola çıkarak bireyler suçlanabilmektedir. Sivas’taki madımak otelinin; içinde onlarca insanla birlikte; kitlelerin karşısında yakılması; “işte cehennem ateşi; kafirler böyle yanacak” diyerek insanların bu vahşeti seyretmesi linç kültürünün en acı örneğidir. Linç; sorun çözme ve sorunu anlama noktasında; tolerans; anlayış ve hoşgörünün azaldığı yerde; problem; dert; sıkıntı olarak görülen şeyin tahrip ya da yok edilmesine yönelik oldukça primitif ( ilkel ) bir toplumsal davranış modelidir. Eğitimsiz; üst yapıları oluşmamış; çağdaş ve adil bir hukuk sisteminin olmadığı ve geri kalmış toplumlarda daha çok görülür. Linç öyle sanıldığı gibi aniden gelişen bir olay değildir. Psikolojik bir hazırlanma aşaması vardır. Bir örgütlenme söz konusudur. 6-7 Eylül’de Beyoğlu’nda azınlıkların dükkanlarını; ellerinde aynı tür sopaları olan kişilerin talan etmesi bu duruma verilebilecek iyi bir örnektir. Aynı tür sopaların hazırlanması ve insanların biraraya getirilmesi için bir süreç gereklidir. Yani linç öyle kendiliğinden ve hemen oluşmaz. Bazı psikiyatrist ve psikologlar; linçin aslında korkanların başvurduğu bir yöntem olduğunu belirtirler. Linç; rakip olandan ya da ötekinden korkan; ona ya da onlara yenileceğini; zarar göreceğini düşünen; dolayısıyla da o kişi ya da kişileri ortadan kaldırmayı isteyen; bunu hedefleyen bir davranış şekli olarak açıklanır. Linç olayında destek bulmak da bir diğer önemli kavramdır. Linçe kalkışan kişi ya da kişiler ön yargılarıyla harekete geçtiklerinde; çevreden ve diğer kişilerden destek gelmesini beklerler. Destek geldiğinde bu eylem linçe dönüşür. Bir ülkedeki şiddetin yaygınlığı ve yoğunluğu linç kültürünü daha da arttırmaktadır. Son zamanlarda ülkemizde yaşanan çocuk taciz ve tecavüzcülerinin asılmalarını ya da hadım edilmelerini istemek; “versinler bunları dar ağacında sallandıralım” demek de linç kültürüne bir örnektir. Linç kültürü ancak ve ancak bireylere çağdaş ve iyi bir eğitim verildiği takdirde çözülebilir. Gerek siyasetçilerimizin; gerekse din ve devlet adamlarımızın; spor kulübü başkanlarımızın diğerlerini ötekileştirmeden; şiddete ve ayrımcılığa başvurmadan; anlayış ve tolerans içerisinde; ılımlı; kucaklayıcı ve birleştirici mesajlar vermeleri çok önemlidir. Güvenilir; bağımsız; çağdaş ve adil bir hukuk sistemi olduğu takdirde insanların linçe yönelme olasılığı da azalacaktır. Linç yapmaya kalkanların alacağı caydırıcı cezalar olduğu takdirde kitlelerin bu davranışa yönelme olasılığı da pek olmayacaktır.