Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Hayatın Anlamı

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
ÖLÜM VE YAŞAM ÜZERİNE
Dokuz yaşında bir çocuk bir gün bana şöyle dedi: “Ben ölümü hiç sevmiyorum. Ölüm çok kötü.” Çevresindeki insanların ölüm karşısında çektikleri acıyı gören bu çocuk artık ölümün ne olduğunu kavramıştı. Ölüm kaçınılması gereken bir durumdu ve ondan uzak durması gerekiyordu. Ne kadar doğru; yerinde bir anlama haliydi bu. Evet ölüm acı veriyordu çünkü ölen kişiyi bir daha hiç göremiyorduk. Oysa biz her zaman sevdiklerimizle birlikte olmak isteriz. Sevdiğin bir insana dokunamamak ve bir daha hiç dokunamayacağını bilmek gerçekten dayanılması zor bir acı. Bu acıyla karşılaşan insanlar çeşitli biçimlerde acılarını yaşar ve bu durumla baş etmeye çalışırlar. Bir müddet sonra da acılarına alışırlar ve hafiflediğini hissederler. Hatta gülüp; neşelenmeye başlarlar. Bir yandan da kendi ölümlerini düşünürler. Çünkü her ölüm insana kendisinin de ölümlü olduğunu hatırlatır. Kendi ölümlülüğünü hatırlayanların bazıları ölüm karşısında umutsuzluğa kapıldığı için bu düşünceyi süratle zihinlerinde uzaklaştırmaya çalışırlar. Bazıları ise “nasıl olsa öleceğiz” diyerek üzüntülerinin ve çabalarının boşuna olduğunu düşünürler. Bazıları da ölüm henüz bize gelmedi diyerek içten içe sevinç duyarlar.
Evet ölüm hepimizin canını acıtır ve bizi korkutur. En çok korktuğumuz şeydir o. Bütün korkularımızın altında ölüm korkusu yatmaktadır. Acaba ölümden en çok kimler korkar. Ölümden en çok yaşamamış; hayatını boşa harcamış insanlar korkar. Peki hayatı yaşamak sürekli mutlu olmaktan mı ibarettir. Sadece hayatta her istediğini elde etmiş; mutlu olmuş insanlar mı yaşamış olmaktadır? Bu sorunun yanıtı elbette ki hayır olacaktır. Hayattaki acılara cesaretle göğüs geren; zorluklarla mücadele eden; acıdan göğsüne yumruğuyla vura vura ağlayabilen insan da hayatı gerçek anlamda yaşamaktadır. Diğer yandan duyuları açık olan ve duyumlarını sonuna kadar hissedebilen insan da yaşamaktadır. İçtiği kahvenin kokusunu keyifle içine çekebilen; bir manzara karşısında büyülenmişçesine; manzarayı hafızasına kaydedercesine seyreden insan da tam olarak yaşamın içindedir. Yediği yemeğin tadına varan; dinlediği müzikle içi kıpırdayabilen insan da; tenine değen suyun ılık ya da serin oluşundan hoşnut olabilen insan da yaşamaktadır. En önemlisi sevgiyi içinde; bütün hücrelerinde hissedebilen insan tam anlamıyla yaşamaktadır. Bu insanlar da ölüm karşısında acı duyarlar ama korkmazlar; çünkü onlar kendilerine verilen yaşamı kullanmışlardır. Sahip oldukları yaşantıların hiçbiri asla yok olmayacaktır. (Viktor Frankl) Ve bu yaşantılarımız bizim hiç yok olmamamızı sağlar. İnsanın asıl korkusu ölümden çok yok olma korkusudur. Yaşayan insan böylece yok olmaktan kurtulmuş olur. Sevdiklerimizle sahip olduğumuz tüm yaşantılarımız onlarında sonsuza kadar var olmasını sağlar. Sevdiklerimizle birlikte yaşadıklarımızı yok edebilecek her hangi bir güç yoktur.
Ölümün varlığı yaşadığımız her anı daha da değerli kılar. Her an sadece o anda yaşanabilir ve yaşadığımız biçimde saklanır.(Viktor Frankl) O anın koşulları bize neler sunmuş ise ona yanıt vererek yaşadığımız zaman yaşamış olmaktayız. Şu andan itibaren yaşayacaklarınız ise sizin içinde bulunduğunuz koşullara özgür iradeniz ile verdiğiniz yanıtlara bağlıdır. Koşulları hayat sunar ama yanıtı insan verir. Her yanıtın sonucu ise yalnızca o insanın sorumluluğudur. Hayatımızı yaşayıp yaşamamak ta yalnızca bizim sorumluluğumuzdur.
İnsanlar çeşitli bahanelerle hayatlarını ertelerler. “Bu gün bir bitse”; “Hafta sonu bir gelse”; “Şu kış bir geçse”; “Ah bir tatil olsa”; “Bir emekli olsam”; “Şu borç bir ödense”; “Çocuklar bir büyüse”; “Sınav bir geçse” derken hep insanlar bu günün; bu anın yaşanmadan ellerinden uçup gitmesine seyirci kalmaktadırlar. Bu günün bitmesi değil de insanın bu gün yaşadığı zorluklarla nasıl mücadele ettiği ve neler hissettiği; hafta sonunun gelmesi değil de hafta boyunca öğrendiklerimiz; kışın geçmesi değil de soğuk ve puslu kış günlerinde sıcak çayımızı paylaştığımız insanlar; tatilin gelmesi değil de yıl boyunca arkadaşlarla yaşanan paha biçilmez anılar; emekli olmak değil de çalışırken kazandığımız beceriler; dostluklar; yapılan yardımlar; borcun ödenmesi değil de borcu öderken sarf edilen çaba; dayanışma; çocukların büyümesi değil de küçük birer çocukken ki tatlı halleri; sınavın geçmesi değil de sınavı hedeflere ulaşmak için iyi bir fırsat olarak görebilmek daha önemlidir. İşte o zaman yaşamış olursunuz.
Bu güne kadar yapmamış olabilirsiniz ama şu anda tutumunuzu değiştirme özgürlüğüne de sahipsiniz.
Hepinize her anı dolu ve yaşanarak geçen bir yaşam dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarım.
Beria Bilge Şener
Psikolog; Klinik Logoterapist