Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Aleksitimi Üzerine Bir Gözden Geçirme

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Aleksitimi kavramı ilk kez 1970’lerde psikosomatik hastalıkları olan hastaların psikolojik özelliklerini belirtmek için kullanılmıştır. Sorunlarını bedenselleştiren bireylerin; gelişim dönemlerinde saplanıp kalma; patolojik savunma mekanizmaları kullanma; bilinçdışı çatışmalar ve örseleyici erken yaşam olayları yaşamış olmaları nedeniyle duygularını sözelleştirememe durumlarının olduğu düşünülmüştür. Aleksitimi kavramı; Türkçe’ye “duygular için söz yokluğu” şeklinde çevrilmiştir. Aleksitiminin sadece duygulara karşı “dilsiz” olmakla sınırlandırılamayacağı; çünkü aleksitimik bireylerin aynı zamanda duygularına karşı “sağır” oldukları vurgulanmıştır. Bunların yanında aleksitimi için “duygusal ahrazlık” ve “düşünce köleliği” kavramları da önerilmiştir. Aleksitimi; ilk önceleri psikosomatik hastalık bağlamında ele alınmakla birlikte yapılan araştırmalar; çeşitli psikiyatrik ya da bedensel rahatsızlıkları olan bireylerin de aleksitimik özellikler sergileyebildiklerini göstermiştir. Aleksitimik özelliklerin travma sonrası stres bozukluğu; depresyon; yeme bozuklukları; panik bozukluğu ve madde kötüye kullanımı gibi bazı psikiyatrik bozukluklarda da görülebileceği bulunmuştur. Bu gözden geçirme yazısında; kavramın tarihsel temellerinin yanı sıra; aleksitimik bireylerin ayırt edici özellikleri; aleksitiminin kuramsal altyapısı; yaygınlığı; ölçülmesi ve aleksitimi ile ilgili araştırmalar ele alınmıştır. Ayrıca; sonuç ve öneriler sunulmuştur.

Anahtar Sözcükler: Aleksitimi; Duygu; Aleksitimik Özellikler

SUMMARY

A Review on Alexithymia

Alexithymia was first mentioned in 1970s to determine psychological characteristics of psychosomatic patients. It was thought that individuals who somaticized their problems could not put words to their feelings because of pathologic defense mechanism; unconscious conflicts and abusing life experiences. As a term; alexithymia was translated in Turkish as lack of words for feelings . It was emphasized that alexithymia was not only being dumb to feelings but also alexithymia patients were deaf to their feelings. Moreover; emotional dumbness and slavery of thoughts were suggested terms for alexithymia. Although; at first it was addressed psychosomatic illnesses; recent studies showed that individuals who had psychiatric or physical disorders could show alexithymia symptoms. Post-traumatic stress disorder; depression; eating disorder; panic disorder and psychiatric disorders were found as some characteristics of alexithymia. In this current study; in addition to its literature review; distinctive features of alexithymia patients; corporate infrastructure; prevalence; and measuring of alexithymia were broadly discussed.

Keywords: Alexithymia; Emotion; Alexithymic Features


Giriş

Duygu; belli bir nesnenin; olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim şeklinde tanımlanabilir (TDK; 2017). İç ya da dış uyarıcıların zihinsel işlevlerden ayrı olarak kişide yarattığı değişme ve etkiler bütünüdür. Bir başka deyişle duygu; uyarımların hoşa gitmesi ya da gitmemesi sonucu insanda haz ya da elem doğrultusunda uyanan izlenimlerdir. Günlük yaşamda sevgi; umut; sevinç; neşe; kaygı; nefret ve hayret gibi kelimelerle dile getirilen durumlar zihinsel işlevlerin dışında duygu alanını oluştururlar (Köknel; 1997). Genel çizgileriyle duygular; sempatik sinir sisteminin çalışmasıyla ortaya çıkan iç yaşantılara verilen ad olarak tanımlanabilir (Dökmen; 2000). Bu iç yaşantılar; kişi tarafından belirtilebilen; dışarıdan gözlenebilen davranışlara dönüştüğünde tanımlanabilir ve ölçeklenebilir veya fiziksel olarak ölçülebilir. Diğer bir ifade ile duygular; davranışsal; bilişsel ve fizyolojik boyutları bulunan; yoğun gerginlikten derin uykuya kadar değişebilen genel uyarılmışlık hallerine verilen addır (Yalçın; 2010).
Kişinin duygularını ifade edebilmesi; kendisi olma şansını sağlamaktadır. Etkileşimde sağlıklı iletişim kurabilmenin en önemli yönlerinden birisi de duyguları ifade edebilmektir. Koçak (2003); duyguların altında yarınlara kalma ve rahat yaşama isteklerinin olduğunu ifade etmektedir. İçinde bulunulan zaman diliminde yaşanılan duyguları ve isteklerin farkında olmak ve ifade etmek sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurmak için önemli olduğunu ifade etmiştir. Bunun yanında duyguları ifade edebilmek ilişkilerde doğal ve daha samimi olmayı da sağlar. Duygulardaki doğallık sayesinde kişinin kendisini ifade etme gücü artacaktır. Bunun sonucunda da var olan potansiyeli fark etme ve bunu kullanma şansı artmaktadır. Birey bunları başarabilirse daha fazla kendisi olarak yaşamına devam eder (Koçak; 2003).
Bireylerin iletişimlerinde başarılı olması için duygularının farkında olması ve bu duygularını karşı tarafa iyi ifade edebilmesi gerekmektedir. Duyguları ifade etme; bireyin yaşadığı duygusal olayları sosyal olarak paylaşılan bir dilde tanımlamasıdır. Kişinin duyguya yol açan durumlar hakkındaki duygularını diğer kişi ya da kişilere açık bir şekilde konuşmalarını içerir (Rime; Finkenauer; Luminet; Zech ve Philippot; 1998). Duyguları ifade edebilmek kazanılan bir beceri olduğuna göre; sağlıklı iletişim kurabilmek için kişilerin duygularının farkındalığı ve bu farkındalıklarını iletişimlerine aktarmaları önem kazanmaktadır. Bu nedenle duygu yoksunluğu çeken bireylerin bu durumlarının iyi araştırılması iletişim sorunlarının da anlaşılması açısından faydalı olacağı düşünülebilir (Yalçın; 2010). Duyguların yeterince ifade edilememesi ve duygusal yoğunluğun da düşük olması halinde karşılaşılan durumlardan biri de aleksitimidir. Aleksitimi; bireylerin duygularını yaşama ve anlatıma dökme biçimlerini etkileyen duygulanım bozukluğu olarak açıklanmıştır (Müller; Bühner; Ziegler ve Şahin; 2007).

Aleksitimi Kavramı

Sözcük anlamı olarak aleksitimi; Yunanca’da a= yok; lexis= söz; thymos= duygu anlamına gelen kelimelerin birleşmesinden meydana gelmiş bir kavramdır. Bu kavram Türkçe’ye “duygular için söz yokluğu” şeklinde çevrilmiştir (Dereboy; 1990b). Şahin ise aleksitimiyi sadece “duygular için söz yitimi” anlamına gelen duygulara karşı “dilsiz” olmakla sınırlandırılamayacağını; çünkü aleksitimik kişilerin aynı zamanda duygularına karşı “sağır” olduklarını vurgulamaktadır. Buradan yola çıkarak Şahin (1992); aleksitimi için “duygusal ahrazlık” tanımını ortaya atmıştır. Dökmen (2000); ise aleksitimi kelimesinin karşılığı olarak “düşünce köleliği” kavramını önermştir.

Aleksitimi kavramı ilk kez 1970’lerde Peter Sifneos tarafından psikosomatik hastaların psikolojik özelliklerini tanımlamak için kullanılmıştır (Solmaz; Sayar; Öztürk ve Acar; 2000). Nemiah ve Sifneos; psikodinamik eğilimli kuramcıların bedenselleştirme ile ilişkilendirdikleri bir kişilik özelliği olarak “aleksitimi” kavramını tanımlamışlardır. Sorunlarını bedenselleştiren kişilerin gelişim dönemlerinde takılma; patolojik savunma mekanizmalarını kullanma; bilinçdışı çatışmalar ve örseleyici erken yaşam olayları yaşamış olma nedeniyle duygularını kelimelere dökememe durumlarının olduğu düşünülmüştür (Gucht ve Heiser; 2003; Nemiah; 2000). Aleksitimi ilk önceleri psikosomatik hastalık bağlamında tarif edildiyse de yakın zamanlarda yapılan araştırmalarda aleksitimik özelliklerin post travmatik stres bozukluğu; depresyon; yeme bozuklukları; panik bozukluğu ve madde kötüye kullanımı gibi bazı psikiyatrik bozukluklarla da seyredebileceği belirlenmiştir (Solmaz ve ark.; 2000).

Aleksitimi; bedensel duyumların ayırt edilmesinde güçlük; empati duygusundan yoksunluk; duyguları dile getirememe ve fantezi dünyasında kısıtlılık özelliklerini bir arada sergileyen bir kişilik özelliği olarak adlandırılmaktadır (Duddu; Isaac ve Chaturvedi; 2003; Nemiah 2000). Aleksitimik kişilerin görünüşte çevresiyle uyum içinde yaşadıkları fakat gerçekte bu bireylerin kendi ruhsal gerçekleriyle pek az ilişki içinde oldukları bildirilmiştir (Dereboy; 1990a). Ancak yapılan çalışmalarla birlikte aleksitiminin sadece psikosomatiklere özgü bir durum olmadığı; sağlıklı bireylerde de sıklıkla görüldüğü belirlenmiştir (Aslan ve Alparslan; 2001; Bengi; 1996; Madenci; Herken; Keven; Yağız ve Gürsoy; 2007; Taylor; Ryan ve Bagby; 1985).

Sifneos; çalışmaları ile ilgili olarak 1972’de Londra’daki bir konferansında; o zamana kadar özellikle de psikosomatik hastalar ile yıllardır çeşitli araştırmacılar tarafından belirlenen; hayal ve fantezi hayatında kısıtlılık; duygularını tanıma ve sözel ifade güçlüğü; işevuruk düşünme eğilimi; çatışma ve engellenme durumlarındaki problemlerini bedensel belirtiler olarak yansıtma gibi özellikleri “aleksitimik özellikler” olarak tanımlamıştır. Ona göre bu kavramı kullanmasının asıl nedeni; aleksitimik bireylerdeki en temel özelliğin ‘duyguların ifade edilmesindeki yetersizlik’ olduğu düşüncesidir (Sifneos; Apfel ve Frankel; 1977). Bu bireyler duygusal işlevlerinde ve kişilerarası ilişkilerinde zorluk yaşarlar. Başka bir evrenden gelmiş gibidirler. Duygu ve düşünce arasında bağ kurup bunları ifade etmekte zorluk çekerler (Sifneos; 1988). Aleksitimik özellik gösteren bireylerin; belli durumlarda düşüncelerini ifade edebildiğini; ancak duygusal yaşantı konusunda sorunu olduğunu söylemektedir. Yani bu bireyler ya bir şey hissetmez ya da hissettiklerini kelimelere dökemez; bazen de içindeki farklı duyguları farklı yollarla ifade etmekte sıkıntı çekerler. En basit tanımıyla duygularını tanıma; farkında olma; ayırt etme ve ifade etme güçlüğü olarak tanımlanan aleksitimi; klinik alanda ortaya çıkmış bir terimdir (Dökmen; 2000).

Aleksitimi; kişilerin duygularını yaşama ve anlatma biçimlerini etkileyen duygulanım bozukluğu olarak tanımlanmaktadır. Aleksitimi kavramı temelde üç kişilik özelliğini kapsamaktadır (Taylor; 1984). Bunlar: 1. Duyguları tanıma ve ifade etme güçlüğü; 2. Hayal (fantasy) kurmada kısırlık ve 3. İşevuruk düşünmedir (operational tinking). Aleksitimik bireyler; oldukça nadir rüya görürler. Rüyaları günlük yaşamdan kalma ve az içeriklidir. Başka bir deyişle; rüyaları genellikle birkaç basit cümle ile sınırlı; iç dünya ve bilinçdışından çok; somut ve günlük olaylarla ilgili rüyalardır (Lesser; 1981).

Aleksitimik Belirtiler ve Özellikler

Aleksitimi; Latince kökenli bir kelimedir. Kavramsal olarak “duygulara söz bulamamak” anlamındadır. Sifneos; aleksitiminin klinik özelliklerini daha önceki yıllarda tanımlamış ve 1970 yılında Nemiah ile birlikte bu kavramı kuramsal bir çerçeveye oturtmuştur (Nemiah; Freyberger ve Sifneos; 1976). Genel olarak bu kuramda; aleksitimik özellikler gösteren bireyin duygularını anlamakta ve anlamlandırmakta zorluklar yaşadığı ifade edilmektedir. Bu zorluklar; duyguları adlandıramamak ve ifade edememek; duygularını birbirinden ayrıştıramamak veya duygularını farkında olmaksızın yaşamak şeklinde özetlenebilir. Yapılan farklı yorum ve tanımlamalara rağmen aleksitimik kişilik özelliklerinin belirlenmesi çalışmaları dört başlıkta bir araya gelebilmektedirler. Bunlar;
1. Duyguları tanıma; ayırt etme ve ifade etmede güçlük;
2. Hayal kurmada kısıtlılık;
3. İşlemsel (işevuruk) düşünme;
4. Dış merkezli uyuma yönelik bilişsel yapı
olmak üzere dört ana başlık altında toplanmaktadır (Lesser 1981; Taylor; Bagby ve Parker; 1991).

Duyguları Tanıma; Ayırt Etme ve İfade Etmede Güçlük: Aleksitimik kişi yaşadığı duyguları özgül biçimde tanıyamaz ve tanımlamakta da zorlanır. Yaşadığı duygularını çok kabaca; “rahatlama veya rahatsız olma” kimi zaman da bedensel durumlarını ifade eden “gevşeme ve gergin olma” gibi basitçe anlatabileceği ifadelerle belirtmektedirler. Örneğin başlarından geçen tatsız bir durum için ne hissettikleri sorulduğunda; o an içinde yaşadığı duyguları; öfke; sinirlilik; korku ya da utanma gibi duygu ifadeleri ile anlatmak yerine olay anında neler yaşadığını ve nasıl davrandığını anlatır. Kendilerine duyguları sorulduğunda sanki bu sözcüğün anlamını bilmiyor gibi davranırlar. Duygularından söz etmeleri istendiğinde; ne zaman duygularından; ne zaman düşüncelerinden söz etmekte olduğunu bilmedikleri gözlenebilir (Dereboy; 1990b). Bedensel belirtileri ile duyguları arasındaki farkları kavrayamadıklarından dolayı sanki ezberlemiş gibi tekrarlayıcı ifadelerde bulunurlar (Krystal; 1979; Sifneos; 1988). Sık sık somatik yakınmalarından söz ederler. Duygusal yaşamlarındaki kısıtlılık; bazen duruşlarındaki donukluk ve duygularının yüzlerinden anlaşılmamasıyla da kendini belli eder (Sifneos ve ark.; 1977; Lesser; 1981). Bu özellikleri nedeniyle aleksitimik bireyler; içgörü kazandırmaya yönelik terapilerde fazla mesafe alamazlar ve genellikle; terapistlerin “içgörüsüz” olarak nitelendirdikleri kişiler arasında yer alırlar (Sifneos ve ark.; 1977; Taylor; 1984). Kısacası aleksitimik bireylerin günlük yaşamda düşünebilen; anlatabilen; ilişki kurabilen ancak duygu ve düşünceleri arasındaki farkı ayırt etmekte ve bağlantı kurmakta; duygularıyla bedensel duyumlarını ayırt etmekte ve bütün bunları ifade etmekte güçlük yaşayan kişiler oldukları bilinmektedir (Faryna; Rodenhauser ve Torem; 1986; Lesser; 1981).

Hayal Kurmada Kısıtlılık: Aleksitimik kişinin hayal gücü de oldukça zayıftır. Genellikle hayal kurmaz ve hayal kurmayı da zaman kaybı olarak görürler. Seyrek olarak kurduğu hayaller ise genellikle gerçeklik sınırları içinde; tutku ve özlemlerin silik bir biçimde yansıdığı kuru ve renksiz fantezilerdir. Aleksitimik bireyler hayal etmesi istenilen yaşantılarını canlı; yoğun; duygu yüklü olarak canlandıramazlar. Çoğunlukla da duygularını çağrıştıracak hayallerden uzak durmayı tercih ederler. Hatta yetişkin yaşamlarında hayal kurmayı hiç beceremedikleri iddia edilmektedir (Lesser; 1981; Taylor ve Bagby; 2004). Bu özellikleri imgeleme dayalı tekniklerin uygulanmasında terapistin karşısına önemli bir problem olarak çıkmakta ve bu bireylerle hayal gücüne dayalı; psikodrama gibi tekniklerin uygulanması terapi yapacak olanlar için sorun oluşturabilmektedir (Krystal; 1979; Sifneos; 1988). Rüyalarını çok nadir anımsarlar. Rüyalarındaki anlatımlarının daha çok günlük olaylara ilişkin gerçekleri içerdiği ve somut nitelikte olduğu bildirilmiştir. Hayal kurma becerilerindeki eksikliklerine bağlı olarak yaratıcı olmakta zorlanabilirler. Eylem ve düşünceleri daha çok dış uyaranlar doğrultusundadır. Aleksitimik kimseler genellikle çevrelerindeki insanlar tarafından donuk; sıkıcı; kaba ve duygusuz olarak tarif edilirler (Sifneos; 1988).

İşlemsel (İşevuruk) Düşünme: Aleksitimik bireyler faydacı ve mekanik tarzda düşünme eğilimindedirler. Bu nedenle duygularını tanıma ve ifade güçlüğü yaşamalarına hayal ve fantezi yaşantılarındaki kısıtlığa rağmen; çevreleriyle uyum içinde yaşayabilmektedirler. Kendi iç dünyalarından uzak son derece sade; mekanik; robot gibi bir yaşantıları vardır. Karşılaştıkları sorunlara kestirme ve somut çözümler bulmaya yönelirler. Problemlerin temeline inmektense yüzeysel nedenlerle ilgilenmeyi tercih ederler. Aleksitimik bireylerin bu tutumları çevresiyle kurdukları ilişkilere de yansımaktadır. Karşılaştıkları sorunlara ilişkin konuyu en kısa çözüm yöntemlerini araştırmaya ve aynı sorunu yeniden yaşamamak için gerekli tedbirleri almaya çalışırlar (Lesser; 1985; Taylor ve ark.; 1991). Aleksitimik bireyler bu özelliklerinden dolayı genellikle çevreleriyle büyük ölçüde uyumlu ve sorunsuz insanlar gibi görünürler (Lesser; 1985; McDougall; 1982; Taylor ve ark.; 1991).

Dış Merkezli Uyuma Yönelik Bilişsel Yapı: Aleksitimik bireyler daha çok dışadönük kişilik özellikleriyle öne çıkarlar. Çünkü faydacı; mekanik ve uyum sağlamaya yönelik düşünme eğilimi içindedirler. Çevreleriyle olan ilişkilerinde davranış ve tutumlarına iç etkenler ve onlara bağlı duygular değil daha çok dış uyaranlar ağırlıklı olarak yön verir. Aleksitimik bireyler uyum için gösterdikleri aşırı istek ve çabalardan dolayı çevreleriyle sorunsuz; uyumlu ilişkiler kurabilen kişiler olarak bilinebilirler (Taylor ve ark.; 1991). Bu durum onların dışadönük bilişsel yapı geliştirmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. McDougall (1982) ise bu uyumu ‘yalancı normallik’ olarak tanımlamaktadır. Aleksitimik kişiler günlük yaşamda herhangi bir olayla karşılaştıklarında çevresel beklentilere ve ayrıntılara çok fazla önem verirler. Bu nedenle aleksitimik bireyler; daha çok dış kontrollü olup yalnızlığı tercih ederler. Zeki olabilirler ancak bu zekâlarını daha çok uyum sağlamak ve duygularını gizleme çabaları için kullanırlar (McDougall; 1982).
Diğer Özellikler: Aleksitimik bireylerde belirgin olarak görülen bu dört temel özelliklerin yanı sıra ikinci derecede önemli özellikleri de şöyle sıralamak mümkündür (Krystal; 1979; Sifneos; 1988; Sifneos ve ark.; 1977) :

 Aleksitimik bireyler; çevresel ayrıntılara ilişkin düşünce yoğunluğu ve çeşitli somatik belirtilerden yakınma gibi sebeplerden dolayı nevrotik olarak adlandırılabilirler. Fakat aleksitimik bireyler belirli özellikleriyle nevrotiklerden kesin olarak ayrılırlar. Duygu ve hayal yoksunluğu nevrotik kişilerde psikolojik çatışma alanıyla sınırlı kalırken; aleksitimik kişilerde her alana yayılmış durumdadır. Duyguları ile düşünceleri uygunluk göstermeyebilir.
 Bu bireylerde somatizasyon eğilimi oldukça sık görülür. Çeşitli değişken somatik yakınmalar getirebilirler. Sanki duygularını değil de; bedenlerini dinliyor gibidirler. Aleksitimik kişilerde; psikosomatik rahatsızlık görülme oranı da yüksektir. Hatta Barksky ve Klerman’a (1983) göre aleksitimik bireyler duygulara bağlı bedensel durumlarını abartırlar ve çok ani tepkiler verirler.
 Aleksitimik bireyler çok nadir rüya görürler ve rüyaların öğeleri arasında ilişki kurmaları istendiğinde zorlandıkları görülür. Gördükleri rüyalarda da; iç dünya ve bilinçdışından çok; dış gerçeklikle ilişkilerinin izleri daha belirgindir.
 Aleksitimiklerin yaratıcılıktan yoksun; robot gibi; mekanik bir yaşam sürmeyi tercih ettikleri bilinmektedir.
 Başkalarıyla empati kurma ve onları anlama yetenekleri zayıftır.
 Aleksitimikler çok nadiren ağlamasına rağmen yaşanan kızgınlık; keder; öfke ve üzüntülere bağlı olarak bazen aşırı düzeyde ağlamaları da olabilir.
 Daha çok bağımlı olma eğilimleri vardır. İnsanlardan kaçarlar ve dış kontrollü olup yalnızlığı tercih ederler. Dışa bağımlı olduklarından çevresel ayrıntılara çok dikkat ederler.
 Aleksitimikler narsistik; psikosomatik; pasif; saldırgan veya pasif-bağımlı kişilik özellikleri gösterebilirler.
 Düşünmeden davranma eğilimleri vardır; hassas değillerdir. Kendilerini zayıf; sıradan; aciz gösterme çabalarının yanı sıra; katı kurallı ve gergindirler. Aynı konu üzerinde tekrarlayıcı ve ısrarlı konuşmaları; kendi bildiğini yapan davranış merkezli olmaları aleksitimik kişilerin belirgin özelliklerindendir.
 Aleksitimik bireyler genellikle paylaşıma açık ve birlikteliği seven bireylermiş gibi görünmeyi tercih ederler. Ancak bu konuda doğal davranamazlar. Sosyal durumlara uyum sağlıyor görünürler fakat diğerleri gibi olamadıklarının da farkındadırlar ve bunu gizlemeyi tercih ederler.
 Aleksitimik bireyler stresli ya da depresyonda olsalar dahi çoğunlukla bunu inkâr ederler. Depresyonları hakkında bilgilendirilseler bile bu kez açıklamakta zorlanırlar. Basitçe sırtım ağrıyor; canım acıyor; kalbim sızlıyor gibi sözcüklerle ifade ederler.
Belirtilen bu aleksitimik özelliklerin birçok araştırmacı tarafından paylaşılmasına rağmen bir bireye aleksitimik teşhisi koymanın kolay olmadığı vurgulanmaktadır. Çünkü aleksitimik özellikler için gerekli minimum kıstas konusunda henüz kesin bir açıklama yoktur. Bu yüzden aleksitimi var ya da yok demek yerine aleksitiminin düzeyinden bahsedilebilir (Taylor; 1984; Taylor ve ark.; 1991).

Aleksitimin Kuramsal Temeli

Aleksitimi kavramını; nörofizyolojik; psikanalitik; sosyal öğrenme-davranışçı; bilişsel ve bağlanma yaklaşımları aşağıdaki şekilde açıklamaktadır.
Nörofizyolojik Kuram: Nörofizyolojik yaklaşımı benimseyen uzmanlara göre aleksitimi; beyin yarım küreleri arasındaki kopukluk sonucu ortaya çıkan durumdur. Onlara göre aleksitimi; limbik sistemden neokortekse gitmek için harekete geçen duyusal uyaranların engellenmesi sonucu; bilinçli duygusal yaşantılara dönüşememesiyle oluşan arızadır. Bazı uzmanlara göre ise limbik sistemden neokortekse iletilmesi gereken duyusal uyaranların engellenmesi sonucu; bilinçli duygusal yaşantılara dönüşememesiyle oluşan bir arızadır.

Aleksitimik bireylerin beynin sağ yarımküresinde aktivite eksikliği olabileceği bildirilmektedir. Sağ hemisfer lezyonu olan hastaların büyük bir kısmında aleksitimik özellikler geliştiği görülmüştür. Sol hemisferin analitik aşamalı işlemler gerektiren mantık ve matematik gibi bilişsel görevlerde; sağ hemisferin ise birleştirici; kıyaslanabilen duygusal yaşantılar üzerine; dilin duygusal öğelerini tanıma ve ifade etmede önemli rol oynadıkları ifade edilmektedir (Taylor ve Bagby; 2004). Aleksitimik bireylerde sol hemisferin hakim olduğu ya da sağ hemisferdeki duygusal çıkarımların sol hemisfere transfer edilemediği; bu sebeple hayal yaşantısında kısıtlılık ve katı düşünce yapısı gibi özelliklerin oluştuğu belirtilmektedir (Taylor; 1984).

Kaplan ve Wogan (1977) bir çalışmalarında; ağrılı uyaran verilirken hayal kurmanın ve buna eşlik eden sağ yarımküre etkinliğinin algılanan ağrı şiddetinin artmasını önlediği gözlenmiştir. Aleksitimik bireylerin psikosomatik hastalık geliştirmeye yatkın olmalarının nedeninin beynin sağ yarım küresindeki aktivite eksikliğinden olabileceği bildirilmektedir. Sağ yarım küresi konuşma losyonlarını tutan bir lejyon nedeniyle bloke olmuş bir hasta da aleksitimik özellikler gözlenmiştir. Yine başka bir araştırmada; yalnızca sağ elini kullanan kimselerin yalnızca sol elini veya her iki elini kullananlara kıyasla aleksitimik özelliklerinin anlamlı ölçüde yoğun olduğu saptanmıştır (Fricchione ve Howanitz; 1985).
Psikanalitik Kuram: Psikanalitik kuramcılar aleksitimiyi açıklamak için çeşitli modeller üzerinde durmuşlardır. Yapılan çalışmaların birçoğunda aleksitimi ile psikosomatik belirtilerin aynı anlamda kullanıldığı ve bunun doğru olmadığı belirtilmektedir (Lesser; 1981). Belirli bir zaman diliminde farkına vardığımız uyaranların; duyguların; düşüncelerin; hatıraların sayısı sınırlıdır. Organizma sürekli olarak birçok uyaranla karşı karşıya iken; bunların önemli bir bölümü bilinçli algılama ve ayırt etme eşiğinin dışında kalır. Böyle olmasaydı çok sayıda uyaranların etkisi altında aşırı bir karışıklık ve dayanılması güç bir uyaran saldırısı içinde kalırdık (Öztürk; 1998). Psikanalitik yaklaşım genellikle özünde bu şekilde ortaya çıkabilecek duygusal karışıklıklar ve travmalar sonucunda duyguların ifade edilmesindeki yetersizliklerin nedeninde patolojik ego savunma mekanizmalarına veya duygusal travmaları öncelikli olarak dikkate alır (Stoudemire; 1991). McDougall (1982) ise aleksitiminin çeşitli psikolojik sebeplerden doğabileceğini; burada kullanılan savunma mekanizmalarının bastırma ve yadsımadan farklı olarak psikotik doğada olduğunu belirtmiştir.

Freud kuramının özünde duyguları hoş ve hoş olmayan kaygılara bağlamıştır. Eğer bastırılmış libido; hayal ve fantezi olarak gerçekleşme bulamazsa sonraki yaşantılarda kaygı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kaygı da psikolojik sağlık açısından önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Freud’a göre bir uyarıcının sözel olarak ifade edilebilmesi için bilinçdışından bilinç düzeyine gelmesi gerekir. Oysa bilinçdışına itilen duygu; çatışma ve gerilimleri yaşarız ancak bunun içeriğini bilinçli olarak algılayamaz ve ifade edemeyiz. Bilinçdışında ifade edilmeyen ve sözel olarak paylaşılmayan duygu; çatışma; gerilimler ve beden dili ile anlatım bulur. Bu yönüyle aleksitimiklere benzemektedir (Stoudemire; 1991). Ancak Nemiah; nevrotik savunmaları ele aldığı bir yazısında yadsıma ile bastırmanın ayırt edilmesinin zor olduğunu söylemektedir. Freud; bir uyarıcının sözel olarak ifade edilebilmesi için bilinçdışından bilinç düzeyine gelmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bilinçdışına itilen uyarıcılar da duygu; çatışma vs. yaşatırlar ancak bilinçli olarak algılanıp ifade bulamazlar. Ayrıca bu uyarıcılar bilinçdışında kalıp; ifade edilemeyen duygu ve çatışmalar beden diliyle ifade bulurlar. Bu durum aleksitimik özelliklerle benzeşmektedir (Stoudemire; 1991).

Wolf’a (1977) göre çocuğun duygusal yönden kendini ifade etmesini; duygusal öz anlatımını ve oyunculuğunu reddeden ebeveynler çocuğun duygu ve fantezilerini pekiştirmek yerine en yakınları ile bile paylaşmasını engelledikleri için çocuk zamanla duygusuz iletişim kurarak sahte bir benlik geliştirir. Duygusal alanda oluşturulan karmaşa ve baskılar çocuğu duygularını tanımamaya hatta yaşamamaya; ifade etmemeye yöneltmektedir (Akt.: Yalçın; 2010). Psikosomatik hastaların çocuğun aşırı koruyucu ya da üstü kapalı reddedici tutumu olan annelere sahip oldukları bilinmektedir. Bu annelerin çözümlenmemiş; narsistik çatışmalarını çocuklarına yansıtmaktadırlar. Annesi bebeğini kendi bedenin bir parçası gibi algılayarak çocuğun bedensel tepkilerine aşırı dikkati ve kontrolü; ilerleyen yaşlarda çocuğun bedenin öz temsilindeki yetersizliğe bağlı olarak aleksitimik belirtilerin oluşmasına neden olmaktadır (Luminent; 1994).
Krystal (1979); aleksitimin oluşumuna ilişkin psikanalitik kurama dayalı gelişim merkezli açıklamalar yapmıştır. Ona göre bazı aleksitimik bireyler; derinden yaralı oldukları için duygusal gelişimin ilk dönemine saplanıp kalmış ya da gerilemiş olabilirler. Travma sonrası oluşan aleksitimik özellikler; bebeklikte anneyle kurulan ilişkinin yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Krystal (1979); çocuğun duygusal iletişim kapasitesinin gelişmesinin; tamamen ailenin kurduğu ilişkilerle çocuğunun duygusal yaşantısını tanıyıp geliştirip zenginleştirmesine bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre çocuk; başlangıçta duygularını somatik olarak ifade edebilir. Duyguları bedenseldir ve henüz farklılaşmamıştır. Ancak çocuğun gelişimine bağlı olarak duyguları da farklılaşarak bedensellikten ayrışarak sözel ifadeye dönüşmektedir. Bunun yanında bu gelişim süreci üzerinde bebeklikte yaşanan yıkıcı ilişkilerin veya olumsuz bir olayın geriletici etkisi bulunmaktadır. Bu sebeple bazı aleksitimik kişiler; çocuklukta geçirdikleri olumsuz olay ve ilişkiler nedeniyle duygusal gelişimlerini tamamlayamamış; duygusal gelişimin ya ilk dönemine saplanmış ya da gerilemiş olan bireylerdir. Bu nedenle Krystal; aleksitimiklerdeki yaratıcılık ve kendine bakım eksikliği; hayal ve fantezi yoksunluğu gibi özelliklerin nedenini; erken çocuklukta yaşanan duygusal gelişimi engelleyici yıkıcı olay ve olumsuz ilişkiler olarak görmektedir. Bu durumda aleksitimi; gelişimsel bir başarısızlık ya da psikolojik bir travma sonucu ortaya çıkan duygusal sıkışma ve gerileme olarak düşünülebilir (Akt.: Koçak 2003).

Sosyal Öğrenme-Davranışçı Kuram: Sosyal öğrenme yaklaşımına göre çocuklar; öğrenme sürecinde önce çevrelerindeki en yakın modelleri (anne-baba; akranlar) gözlerler. Modellerin davranışlarını gözlemleyip taklit ederler daha sonra yeniden modele uygun davranış üretirler. Modelin davranışını ne kadar iyi sergilerlerse; sosyal çevreleri tarafından ödüllendirilerek; o davranışı tekrar etmeleri sağlanır (Atkinson; Atkinson ve Hilgard; 1995). Burada çevresel faktörler ciddi bir biçimde rol oynamaktadır. Bandura (1986); sosyal öğrenme kuramında temel faktörün; bireyin başkalarını gözlemleyerek öğrenmesi olduğunu belirtmektedir (Akt.: Koçak; 2003).
Her bireyin içinde doğup büyüdüğü bir aile ve ailenin de içinde yer aldığı sosyokültürel yapı ve iletişim biçimi vardır. Kişilerin iletişim ve davranış tarzları duygu ve düşüncelerini ifade biçimleri bu sosyal kültürel yapı içinde şekillenmektedir. Borens ve diğerlerinin (1977); psikosomatik hastalar üzerine yaptıkları araştırmaya göre; gelişmemiş toplumlarda ve düşük sosyoekonomik düzeyde yaşayanların daha fazla aleksitimik özellik gösterdikleri saptanmıştır (Akt.: Lesser; 1985). Stoudemire (1991); bireylerin iletişim kurma yeteneklerinin aile içinde öğrenme; model olma sonucu ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Ona göre çocuklar; aile içinde ve yaşadıkları çevrede kendilerini duygu ve düşüncelerini ifade etmeyi öğrenecekleri yerde bastırmayı ya da bedensel ifade etmeyi görüyorsa hasta rolüne adapte olarak aleksitimik özellikler göstermeye zemin hazırlamaktadır. Kısacası bu yaklaşıma göre bireylerdeki aleksitimik özelliklerin ortaya çıkması; içinde yaşadıkları sosyo-kültürel ortamdaki öğrenme sonucudur. Aleksitiminin bireyin görgü eğitim ve yaşantıyla ilgili kültüre bağlı sosyal kökenli bir olgudur.
Bilişsel Kuram: Biliş; içsel duygu; dürtü ve düşünceleri ile birlikte dış dünyayı algılama ve yorumlama biçimidir. Psikolojik bir sorunda bilişsel kuramın bakış açısını diğerlerinden ayıran en önemli özellik; bireyin tepkileri ile uyarıcılar arasına giren zihinsel süreçlere yapılan vurgulamadır. Bilişsel kuramın kurucularından olan Beck’e (1995) göre bireydeki psikolojik sorunların altında dış ve iç dünyadan gelen uyarıcıların fonksiyonel olmayan; bozulmuş bilişsel süreç nedeniyle çarpık bir şekilde algılanması ve gerçeğe uygun olmayan bir şekilde yorumlanması yatmaktadır. Yaşamın ilk yıllarından itibaren sosyalleşme sürecinde; deneyim ve öğrenmelere bağlı olarak bireyde bazı temel düşünce ve inanç sistemleri; varsayımlar ve genellemeler oluşur. Bu temel varsayımlar tekrarlanarak şemaları oluşturur. Bu şemalar ise günlük yaşamda birey tarafından algıları organize etmede; dış dünya ve olayları yorumlayıp anlamlandırmada kullanılır. Ancak şemalar bazen son derece katı; dirençli; orantısız aşırılık özellikleri taşıdığından işlevsel ve uyum sağlayıcı değillerdir. Beck’e göre bu şemaların içeriğinde değersizlik; yetersizlik; keyfi çıkarsama; aşırı genelleme; kişiselleştirme; abartma; küçümseme; başarısızlık; kendini suçlama ve ikili düşünme gibi bilişsel çarpıtmalar bulunmaktadır. Bazı bilişsel düşünürlere göre duyguları ifade etme aynı zamanda bilişsel gelişim sürecinden de etkilenmektedir. Kişilerdeki bilişsel çarpıtmalar onların duygu ve davranışlarını belirlediğine göre aleksitimi de buna bağlı olarak açıklanabilir. Eğer bir kimse çevresindeki uyaranları tehdit edici olarak algılarsa; bunları tehlike yönünde abartarak yoğun kaygı yaşar. Bunun sonucunda da tehlike; tehdit; zayıflık ve zarar görme içerikli bilişsel şemalar oluşur. Bu şemalar bireye özgü olup aile ve kültürden köken alarak erken çocukluktan itibaren sosyalleşme sürecinde yerleşir. Bu bağlamda aleksitimik özelikler de bilişsel şemalarda yer alan işlevsel olmayan bilişsel çarpıtmaların bir sonucu olabilir.

Lazarus’a (1982) göre de duyguların altında bilişsel değerlendirmeler ve öğeler yatmaktadır. Duygu; bireyin çevre ile etkileşiminde yaptığı bilişsel değerlendirmelerin bir sonucudur. Lazarus; bilişsel değerlendirmelerin basitten karmaşığa doğru bir derece izlediğini vurgulamaktadır. Bilişsel değerlendirmenin en ilkel biçimi dil öncesi bilinç ve bilinçdışıdır. Gelişmiş olan biçimi ise bilinçtir ve burada düşünce; imgeleme ve duyguların sözel; simgesel ifadesi yer alır (Lazarus; 1991). Lazarus’un bu düşüncesine dayanarak Martin ve Pihl (1986); aleksitimiklerin Lazarus’un bahsettiği ilkel bilişsel şemaları kullandıklarını öne sürmektedirler. Onlara göre aleksitimik bireylerde kognitif değerlendirme en alt düzeyde simgesel ve sözel olmayan bir biçimde yapılır. Bu yüzden aleksitimikler duygularını ayırt edemez; bilişsel çarpıtmaları nedeniyle stres ve kaygı gibi duygularının ne farkında olabilir ne de yaşayabilirler. Duygu durumlarının farkına varamadıkları için de yaşadıklarını bedensel tepkiler olarak (psikosomatik belirtiler) ifade ederler (Martin ve Pihl; 1986). Aleksitimik kişilerde somatizasyon eğilimi oldukça sık görülür. Çeşitli ve değişken somatik yakınmalar getirebilirler. Sanki duygularını değil de bedenlerini dinliyor gibidirler (Bengi; 1996). Temel olarak duygularını tanıma ve onları iletme zorluğu gösteren bir yapı olan aleksitimi; psikolojik sıkıntının bedensel bulgular biçiminde yaşanması ve iletilmesi olarak tanımlanan somatizasyonun etkilerinden birisidir (Sayar ve Ak; 2001).

Piaget’in bilişsel gelişim kuramını temel alan Lane ve Schwartz’ın (1987) geliştirdikleri bilişsel gelişim modeline göre; duygu olarak yaşanılan her şey duygusal uyarımların bilişsel işlemden geçmesiyle oluşur. Piaget’in bilişsel gelişim süreci hiyararşik bir yapıda en basitten en karmaşığa beş adet duygusal duyarlılık basamaklarından oluşmaktadır. Onlara göre aleksitimikler bu basamakların alt evresi olan duyguların ayrışmadığı; bedensel nitelik taşıdığı basamaklarda takılıp kalmış gelişim özür