Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

An Bu Andır

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Akıp giden zamanı takvime sığdıranlardan mısınız sizde? Kolunuzda taşıdığınız zaman makinasının insan eli değmiş suniliğini unutup; geçen saatlere; günlere; senelere anlam yükleyenler...Modern çağın; zaman yönetimi için sonsuz akış halinde olan yaşamı planlı dilimlere bölmesine alıştınız mı? Hayallerinizi; umutlarınızı ertelediğiniz günlerin elbet bir gün geleceğini düşündüren nedir size? Dünün; bugünün ve yarının zihninizdeki karşılığı; yaşadıklarınız; yaşıyor olduklarınız ve yaşayacaklarınızın başka bir adı mı?

İnsanın fark etmesi gereken belkide en önemli kavramlardan bir tanesidir zaman mevhumu. Doğduğun andan itibaren başlayan ve öleceğin güne kadar sürecek olan; bir çoğumuz için ölümden sonra da sonsuzluk adıyla devam edecek olan var oluş halini tanımladığımız bir kesit. Tarihsel süreç içinde çok başka isimler altında anlaşılmaya çalışılan; kum saatlerine sıkıştırılan; güneş takvimlerinde aranan; nesnesinin gölge boylarına yansıyan; insanın bir şekilde isim takmaya çalıştığı o sonsuzluğun ürpertici haline isim arayışı; zaman. Kafa karışıklığı işte tamda bu anda başlıyor. Oysa içinde yaşadığımız kainatın eylemlilik halinde devamlılığı; değişimi asıl olanken; hatta ve hatta uzayın başka noktalarında göreceliliğe göre zaman algısı değişiyorken; milyon ışık yılı uzaklıktaki bir galaksinin mevsimlerinin değişimleri dahi ön görülemiyorken; bu kadar kendi içine genişlemiş var oluşu kolumuzdaki makinanın akrebiyle; yelkovanı arasına sıkıştırmamız neden?

Belkide dünya denilen gezegende varlık sürdürmek zorunda olan insan organizmasının duygusal korkularından kaynaklanıyordur buda; her arayışı gibi . Geçmişle ifade edilen bir yerlerde yaşanılan acının yükünü azaltmak için; herşeyin ilacı zaman diyebilmek için duvardaki takvimde akıp giden sayılara ihtiyaç duyduk. İnandık ki şu kadar vakit geçerse unutulacaktı herşey. Sabredilirse toprağa ekilen her tohum fidan olacaktı ve sanılacaktı ki o tohumun değişiminin asıl sebebi toprağın altında kaldığı süre olacaktı. Aslında süre değildi; aslında o tohumun genetiğinde olan başkalaşımın açığa çıkan potansiyeliydi ; onun değişimini herşey gibi zamana bağladığımızdan beri; asıl olanın sanatsallığını ıskalayıp kalbimizi de soğuttuk. Bedendeki; kalpteki yaralar bir müddet sonra geçecekti. Beklenen gelecekti. Zamansızlığa ölenler kalbin zamansızlığında sonsuza kadar yaşayacaktı; özlenecekti; anılacaktı. İnsana dair olan her duyguyu bir kesite sığdırmayı bıraksak; duyguların zamansızlığında; onun sonsuzluğunda özgürleşecektik sanki.

Sabrı ve umudu gelecekle anlatmak; pişmanlığı ve kederi geçmişe bağlamak; eylemliliği ve materyalizmi şu ana bağlamak; kainatın sonsuzluğu ile duygunun sonsuzluğunu sadece dünyada tanımlanacak mevhumlarla bütünleştirmek; insanın kendisini hayat ile eşlemek için kurguladığı bir tiyatro gibi. Oysa yine devamlılık vardı hayatta; herhangi bir mevhuma sığmayan o muhteşem ahenk. Tarihin takvimlerinin kesitleri arasına sıkıştıralamayacak kadar özgürdü var oluş ve her an yenileniyordu.

İhtiyacımız yoktu gelip geçen herşeyin kronolojisini tutmaya; asıl olan devamlılıktı hani ya. Tek noktadan genişleyen gezegenin savrulduğu her bir köşesinde ayrı bir oluşla dans halindeyken yaşam; sen dünyanın zamanına sıkışıp kalamazdın. Huzurla yaşlanıp ölebilirsin; hatta yaşlanmadan da ölebilirsin; hatta ve hatta bebekken de ölebilirisin. Her ölümün erken olduğunu düşünmeden; ondan korkmadan; huzurla yaşlanabilmenin tek yolu ruhunda yaratacağın zamansızlıkta gizli. Bir kelebeğin ömrü sana verilseydi bir günlük olacaktın; bir çınar olsaydın asırlıktı köklerin. Dağ olsan; yağmur olsan; rüzgar olsan ölümsüzdün. Ancak sen insandın; duyguların ağır yükünü kalbinde taşımak zorunda olan. Bu nedenle sadece sana bağış edilmişti zamansızlığı algılayabilecek o derin sezgi. Ölümsüzlüğün sırrı o algıda saklıydı; kainatın her bir köşesine savrulmuş varlığının hiç bir takvime ihtiyacı yoktu. An bu andı. Bu anı yaşadığın kadar hayattaydın. Geçmişteki kaldıkça hüzünlü; geleceği düşündükçe kaygılı. An bu andı; burada ne geçmiş nede gelecek vardı sadece seninle her an değişimde olan eylemlilik hali mutluluğunun asıl adıydı. Anda yaşamayı öğrendiğin kadar mutlu; mutlu oldukça tamdın.

Sabrı ve umudu gelecekle anlatmak; pişmanlığı ve kederi geçmişe bağlamak; eylemliliği ve materyalizmi şu ana bağlamak; kainatın sonsuzluğu ile duygunun sonsuzluğunu sadece dünyada tanımlanacak mevhumlarla bütünleştirmek; insanın kendisini hayat ile eşlemek için kurguladığı bir tiyatro gibi değil mi? Oysa devamlılık vardı hayatta; herhangi bir mevhuma sığmayan o muhteşem ahenk. Tarihin takvimlerinin kesitleri arasına sıkıştıralamayacak kadar özgürdü var oluş. Bedenin yaşlanıp toprağına kavuştuğunda; dirhem dirhem dünyaya karıştığında; sana kalan korkularından arınmış; tamlık; hiçlik; gizem; inanç; şüphe; zerafet ve en nihayet zamansızlık olacaktı. Yani sen; sana göre ölecektin bana göre özgürleşecektin çünkü zamanın kallın zincirlerinden azad olacaktın. Ölümsüzlüğün adı zamansızlıktı anlayacaktın.