Bilinçdışı düzeylerde yer alan sözsüz aktarım ve karşı aktarım etkileşimleri; danışan ve terapist arasında hızlı eylemlenen otomatik düzenli ve düzensiz duygulanım durumlarının sağ beyinden sağ beyine olan iletişimlerini temsil eder. Aktarım eyleme vurumu temelde yatan iç işleyiş modeli veya intrapsişik yapının dışa vurumudur. Intrapsişik yapı teşhis edilmeli; yüzleştirilmeli veya yorumlanmalıdır. Bu da terapötik ittifakı ve açıklanması gereken aktarımı beraberinde getirir. Duygulanım durumlarının sözle ifadesi veya sözlü formülasyonu etkili ve yeni bir kendilik düzenleyici işlev sağlar. Böylece terapist duygulanım senkronizasyonu oluşturmakla ve sol beyin tarafından işlenebilmesi adına bellekle birlikte duygulanımın da ortaya çıkabilmesi için savunmaların üstesinden gelmekle uğraşır. Bu ise eski nörolojik yolların gücünü kaybetmesi ve yenileriyle güçlenmesidir. Güçlendikçe empati ve kendini yansıtma kapasitelerindeki artışla birlikte yeni iç işleyiş modellerinin oluşumunu ve prefrontal korteksin yani kendini düzenleyici işlevlerin gelişip olgunlaşmasını sağlar. Danışan bir şekilde aktarım eyleme vurumunu seans esnasında meydana getirir. Yani geçmişteki yaşantılarını bir nevi seans esnasında tekrar hayata taşır. Sol beynin söze dökülmüş mantığıyla değil sağ beynin kaotik dünyasıyla eyleme vurur. Bunları algılayan; anlayabilen; regüle eden terapist bunu anlamlandırır; yorumlar; yüzleştirir ve hastanın sağ beyniyle sol beyni arasında irtibat kurucu bir katalizör; bir aracı rolünü ortaya koyar. Bu da hastanın iç dünyasında nöronal bağlantılarda sağ beyin ile sol beyin arasında veya duyguların kaotik dünyasından; hafızanın; belleğin kaybolmuş anılarından mantığa büründürme; söze dökme şeklindeki sol beynin mantıksal tarafıyla irtibat kurmayı sağlayan bir aracılık görevi üstlenir.
Bu durumda ikinci bir akış tarzı karşıaktarım durumudur. Karşıaktarım terapötik seanslarda çok önemlidir. Terapiste yansıtmalı özdeşimin yani projektif identifikasyon rolünü anlamamızda nörobiyolojik beyin araştırmalarının rolü büyüktür. Yansıtmalı özdeşim danışanın bilinçdışının acı veren bir duygulanımı terapiste yansıttığı bir sağ beyin işlevi olarak tanımlanabilir. Nitekim sonrasında danışan yüz ifadesi; ses tonu ve vücut duruşuyla terapistin bu duyguyu hissetmesini sağlayarak acıyı hafifletir. Aynı bir bebeğin bir sıkıntılı duruma; acı duruma düştüğünde bu acısından kurtulabilmek için acıyı bir nevi yüklemek istediği; aracılık ettiği anne veya bakıcıyı araması gibidir. Acısını annesinin veya bakıcısının üstlendiğini gördüğünde kısmen rahatladığını hissetmesi; kendi acısını tolere edebilir hale gelmesi gibi danışan da psikoterapi seansları içersinde farkında olmadan iç dünyasında yaşadığı acı; çaresizlik; hiçlik; boşluk; suçluluk; değersizlik gibi birtakım duyguları bilinçdışı süreçlerle sağ beyinden sağ beyine; terapistine aktarır. Terapisti bu gelen duyguları alır; iç dünyasında hisseder; işlemler ve hastaya geri gönderir. İşte bu şekilde terapist kendi patolojileriyle karıştırmadan hastadan veya danışandan gelen bu materyali iç dünyasında özümseyebilir; anlamlandırabilir ve danışandan geldiğinin farkına varır ise danışanın ne tür duygular hissettiğinin ayırdımına varır. Bu ayırdıma varmayla onları yorumlar; yüzleştirir veya aynalayarak yorumlayarak hastanın bilinciyle bağlantıya geçmesini sağlar.
Yansıtmalı özdeşim önceleri sadece primitif hastaların kullandığı patolojik bir mekanizma olarak düşünülmüştü. Ancak sağlıklı insandaki normal iletişim biçimi olarak şimdi yeniden tanımlanmaktadır. Her an her şekilde karşılıklı olarak birbirimize yansıtmalı özdeşim yapmaktayız. Bu iletişim kişide yüz ifadesi; vücut hareketi ses tonu gibi ilk olarak; anneye işaret vererek kendi gelişimini oluşturmak üzere bebeklikte başlamaktadır. Ayrıca “yansıtmalı” özdeşim kişilik bozukluklarında bir savunma mekanizması olarak görülmektedir. Ve o denli hızlı bir şekilde ortaya çıkar ki terapist farkında olmayabilir. Tıpkı anneyle olduğu gibi; sağ beyinde olan yansıtmalı özdeşimin olumsuz duygusunu terapist beyninin tanımlayıp işlemesi ve böylece tepki vermek yerine onu kuşatıp hastaya yeniden işlemesi için geri vermesi önemlidir.
Bu süreç anne ile çocuk arasında oluşan duygusal senkronizasyondaki bozulma ve onarımla benzerlikler göstermektedir. Hastanın sağ ve sol beyinleri artık gelişim adına işleyebilmektedir. Sağ beyinde bilinçdışı kalmış olan materyal sol beyinle iletişim kurmakta; yeni nöronal bağlantılar ortaya çıkmaktadır. Bu şekilde danışanın seans esnasındaki aktarımları ve terapistin karşıaktarımları; daha doğrusu danışanın aktarım eyleme vurmalarıyla terapistin karşıaktarım eyleme vurumları beyindeki nöronal ve nörobiyolojik gelişimlerin özünü oluşturmaktadır.
Ve biz danışanın aktarımlarını ve aktarımda eyleme vurmalarını algılar; içselleştirir ve bir bakıcının onları senkronize etmesi; kategorize etmesi; düzenlemesi; filtre etmesi gibi fonksiyonları üstlenerek danışana geri döndürürsek… Yorumlama; yüzleştirme; aynalayarak yorumlama teknikleriyle danışanın sağ beyni ile sol beyni arasındaki bağlantıların yeniden inşasına aracılık edersek… Hastada iyileşme; kendiliğin kapasitelerinde artma; bozulmuş olan nesne ilişkileri ve kendilik tasarımlarının tam bir nesneye ve tam bir kendiliğe dönüşmesine aracılık etmiş oluruz.
Eyleme vurma duygusal deneyimleme; hatırlama ve sözlü iletişim yerine bilinçdışı bir çatışmanın hareket olarak dışa vurumudur. Eyleme vurma hastanın çatışmalarına dair temel bilgileri sağlayabilir; bunun yanı sıra savunmacı işlevleri nedeniyle içgörüyü ya da kişisel değişimi engeller. Çatışma çevresindeki içsel gerginliğini azaltma görevini gördüğünden ötürü oldukça haz verici olabildiğinden; eyleme vurma kendisini sürdürme eğilimindedir. Eyleme vurmanın pek çok şekli vardır. Seanslar arasında veya seanslarda gerçekleşebilir. Seanslar dışındaki dürtüsel ve kendine zarar verici davranışlar kendi vücuduna zarar vermeyi; diğerlerinde agresyonu tetiklemeyi ya da kendisini dürtüsel biçimde karmaşık; hastalıklı aşk ilişkilerine savurmayı içerebilir.
Seanstaki eyleme vurma davranışları gaz çıkartma; bir şey fırlatma; geç gelme; erken ayrılma ya da kendisini sözcüklerle ifade etmek yerine kapıyı çarpma gibi davranışları içerebilir. Diğer bir deyişle; hasta zarar verici gücün daha kuvvetli olduğunu ve bu nedenle bu içsel kuvvete karşı çıkarak daha pozitif ve sağlıklı ilişkiler kurmaktansa; onu kabul etmenin daha güvenli olduğunu hissedebilir.
Bazen danışanın terapistle kendi içinde çok tatmin edici ve hastanın hayatındaki dış gerçekliğin yerine geçmeye başlayan bir ilişki kalıbına yerleştiğine dair bir algı gelişir – bir “aktarım iyileşmesi”.
Bu hastanın daha iyi göründüğü sağlığa doğru bir kaçış şeklinde görünebilir; ancak eyleme vurma düzeyinin azalması bir yana; seanslar dışındaki hayatında hiçbir değişiklik yoktur – kişiler arası ilişkilerdeki; işlevsellik düzeyindeki ya da kimlik dağılmasındaki sorunlarda hiçbir çözülme yoktur. Bu durumda terapi başlıca bir narsisistik tatmin kaynağı olabilir ve terapist ilgili dinleyici olarak deneyimlenebilir.