Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Beyinle İlgili 10 Efsane

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Efsane %10 Meselesi

İnsanlar hangi yaşta ve eğitim düzeyinde olurlarsa olsunlar; beyinlerinin ancak yüzde 10 kadarını bildiklerine ve benzer biçimde; ancak o kadarını çalıştırdıklarına inanmaya devam ediyorlar. Çok enteresan ama bunu duymayan ve inandığını söylemeyen hemen hiç kimse yok gibi. Yaş ve eğitim ötesi bir durum bu. Oysa hem yaşa hem de eğitim düzeyine göre değişkenlik gösteren birçok efsane var. Burada iki soru akla geliyor. Bunlardan birincisi şu; bu inanış sadece beyin araştırmalarının sonuçlarına az ulaşılmasından mı kaynaklanıyor?

Günümüz yazılı ve sözlü medya kaynakları çok sık olmasa da eskiye oranla beyin araştırmalarının sonuçlarına daha sık yer veriyor. Belgeseller daha sık yayınlanıyor. Bu durumda en azından genç nesil arasında bu efsanenin fazla taraftar bulmaması gerekiyor. Oysa bu konuda diğer yaş gruplarıyla bir farklılık göstermiyorlar.
Yoksa bu tür bir şehir efsanesinin ardında bir inanma ihtiyacı ya da bir inanma tercihi mi var? Kuvvetle muhtemeldir ki bu tür bir neden var. Çünkü insanlar beyni öyle bir şey olarak kabul etmişler ki; onun çözülmesini kendi gizemlerinin çözülmesi olarak görüyorlar. Benzer biçimde bir yaklaşım hiçbir diğer organ için yok. Herkes kalbi için; böbreği için; karaciğeri için böyle bir takıntıya sahip değil. Bu fark nereden kaynaklanıyor olabilir? Benim ileri süreceğim; bunun; insanların bir “halk psikoloğu” olarak; kendilerine özgü gördükleri; onları diğer insanlardan farklı kılan ve beyinden geldiğine inandıkları özelliklerini koruma içgüdüsü olması. Kimse beynini tümüyle; yüz 100 bilmek istemiyor. Bundan dolayı gizemli olmayı ve kalmayı tercih ediyorlar. İkincisi; akıllara takılan bu yüzde 10 oranı nereden geliyor? Bu neden yüzde 5 ya da yüzde 35 değil? Bu da artık gerilerde kalmış; en az 60 yıllık bir eskimiş bilgi. Efsane Einstein’ın
Einstein ölmeden önce beynini incelenmek üzere bilime bağışlamıştı. 1955 yılında ölümünü takiben beyni incelenmeye başlandı. İncelemeye yön veren düşünce; o dönemde kabul edilen beyin anlayışı olarak; beyin işlevlerinde rol oynayan ana yapının korteks denilen ve nöronların gövdelerinin yer aldığı; beynin bilinen yüzde 10’luk bölümü olduğuna inanma şeklindeydi. Bu nedenle de incelemede sadece bu yapı incelendi ve buradaki nöronlar sayıldı. Sonuçta; Einstein’ın beynindeki nöron sayısının aynı yaştaki diğer insanlardan farklı olmadığı ortaya çıktı. Diğer bir ifadeyle; Einstein’ın beyninde onu dâhi yapan anlamlı bir farklılık bulunmamıştı. Ancak; birkaç sene sonra beyinle ilgili anlayış değişti. Bu yeni anlayışa göre beynin işleyişinde sadece korteks değil onun altındaki geniş alanlar da rol oynuyordu. Bu alanlarda bulunan ve önceden bir işe yaramadıklarına inanılan destek hücreleri beyindeki yenilenmenin ve hasara karşı direncin yerleriydi. “Beyin esnekliği” ya da “plastisite” denilen bu yeni kavram Einstein’ın beyninin yeniden incelenmesi düşüncesine yol açtı. Beyni yeniden saklandığı yerden çıkartılarak destek tabakası da incelendiğinde; bu tabaka içindeki destek liflerinin normalin iki katı sayıda olduğu görüldü. Bu çok anlamlı bir sonuçtu çünkü bağlantı liflerinin fazlalığı demek beyin bölgelerinin daha sıkı bir bağlantı içinde olması demekti. Daha sıkı bir bağlantı demek beynin daha hızlı çalışması demekti. Beynin daha hızlı çalışması daha yüksek zeka demekti. Her şeyden önce de beynin bilindiği ya da çalıştığı sanılan yüzde 10’luk bölümünden daha fazlasının bilinmesi ve çalışması demekti. Ancak bütün bunlara rağmen yüzde 10 efsanesi bugünlere geldi ve hâlen de sürüyor.

Diğer taraftan bu yüzde 10 meselesinin bir de sosyolojik boyutu var. Kendisini seçkin zanneden birtakım insan grupları beğenmedikleri ya da kendilerine göre “geri” kabul ettikleri diğer insanların beyinlerini yeterince işletmediklerini söylemeyi alışkanlık haline getirmiş durumdalar. Böylelikle kendi toplumsal konumlarının; farklılıklarının izahını beyin üzerinden yapmayı deniyorlar. Bu eğilim; en hafif deyimiyle sosyal ayrımcılık. Oysa beynin sadece bir bölümüyle ya da belirli bir yüzdeyle çalıştığını söylemek bilimsel açıdan tümüyle safsatadır. Beyin yaşayan ve sağlıklı olan herkeste tamamıyla ve yüzde 100’üyle çalışan bir organdır. Anatomik yapısı beynin bölümleri arasında bir devamlılık olduğunu ve bir lobtan diğerine geçişin bir çıkıntının (girüs) girinti (sulkus) haline dönüşmesi ve bu girintinin bir başka çıkıntı haline gelmesiyle olduğunu gösterir. Diğer bir ifadeyle; beyin dokusu engeller ve sınırlar olmaksızın bir bütün halinde devam eden bir dokudur.

Devam edelim; beyin gücü; beyin enerjisi gibi kavramlar etrafında da şehir efsaneleri var. Beyinlerinin yüzde 10 kapasiteyle çalıştığına inanan insanlar bu kapasite eğer yüzde 80; 90; 100 olsaydı neler yapabileceklerini hayal ediyorlar. Bu hayalleri sömüren geniş bir sektör var. Bu çevrenin içinde kimler yer almıyor ki? Pazarlamacılar; biyoenerjiciler; bazı psikiyatristler; bazı psikologlar; bazı eğitimciler; alternatif tıpçılar; bazı yazarlar; bazı film yönetmenleri; hatta her şeyden anladıklarını sanan bazı siyasi köşe yazarları. Sabahtan akşama kadar zerdeçalın; ananas suyunun; cevizin; balın beyine iyi geldiğini söyleyenlerle tamamlanıyor bu koro.

İnsanlar bu konuyla ilgili bazı kitapları okuduklarında; eğer yeteri derecede konsantre olurlarsa karşıdan bakarak bir taşı havalandırabileceklerine ya da yine karşıdan bakarak bir kaşığı bükebileceklerine inanıyorlar. Benzer biçimde; bulundukları yerden konsantrasyon yoluyla istedikleri yerlere ışınlanabileceklerini sanıyorlar. Bu tür beklentilerin boş olduğunu anlatan; beyini madde; enerji ve biyolojinin kanunları içinde inceleyen yüzlerce popüler bilim kitabı olmasına rağmen hayal dünyasında yaşamaya devam ediyorlar. Çünkü inanmak istiyorlar; benzeri inançlar içinde olan insanlarla aynı grupların içinde yer alıyorlar ve bu şekilde yaşamak hoşlarına gidiyor.


Bu resme baktığınızda kimin beyni olduğunu söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz. Bu her insanda bulunan beynin yapısal ve işlevsel haritasıdır. Bu beyin insan türüne sahip herkeste aynı prensiplere göre çalışır. Örneğin sağdaki şekilde öndeki pembe bölge her insanda aynı amaç için çalışır: Karşısına çıkan problemin çözümü için karar vermek ve uygulamak. Karar şu olmuş bu olmuş beyin buna bakmaz. Kendi problemini çözen herkes bu alanı başarılı biçimde kullanıyor demektir. Arkadaki pembe alana bakalım; Bu alan her insanda o insanın kim olduğuna bakmaksızın aynı işle uğraşır: Gördüğü nesnelerin; canlıların kısaca beynin gördüğü her şeyin yerleşimini anlamak. Alt şekildeki geniş sarı alana bakalım; kimde olursa olsun bu alan dostunu; düşmanını anılardan ve yüzlerinden hemen tanıyan ve ona göre davranmasına yol açan bu bölgedir. Bu bölgeye bir şey olduğunda; ister trilyoner olun ister sokakta simit satan bir adam olun aynı şey ortaya çıkar: Tanıdıklarınızın yüzünü tanıyamazsınız.

Bütün bu kanıtlar beynin yapısında ve çalışmasında bir bütünlük olduğunu gösterir. Buna rağmen; beynimizi kişiselleştirmeyle ilgili şehir efsanesi sürmektedir. Bu neden böyledir?

Bu tür soruları soranlar kimlerdir? Bir soruyla konuya girelim. Siz bugüne kadar yaptığı işte; hayatında; ilişkilerinde başarılı olmuş olan bir köylünün; bir işçinin; bir zanaatkarın; bir din adamının “Beynimizi tam kullanamıyoruz” ya da “Beynimizden tam yararlanmıyoruz” dediğini duydunuz mu? Duyduğunuzu hiç sanmam. Peki bu tür söylemleri duyduğunuz kişilerin kimler olduğunu merak ettiniz mi? Etmediyseniz bir bakın böyle konuşanlar kimler?

Göreceksiniz ki; bu tür söylemleri dillendirenler özel bir grup insandır. Bu özel grup insanın içine aldığı eğitimle; çevresiyle; olanaklarıyla; ideolojileriyle ve siyasi görüşleriyle kendilerini diğer insanlardan; özellikle de bu özelliklere sahip olmayan insanlardan farklı olduklarına inanan; bu özelliklerin kendilerine toplumsal ve kültürel ayrıcalık sağladığına inanan ve bu olanaklara sahip olmayı kendi beyin güçlerinin bir sonucu olarak gören ve diğer insanların da beyin güçlerini yeterince kullanmadıkları için bu olanaklara sahip olmadığına inanan insanlar girer. Dolayısıyla asıl mesele; hiçbir şekilde beyni tümüyle ya da bir bölümüyle kullanma ya da kullanmama meselesi değil; bu insanların bu olanaklara yeterince sahip olmayan insanlara yönelik baskılayıcı ve ayrımcı zihin yapısına sahip olmalarıdır. Yani geçmiş çağların türlü çeşitli sosyal; kültürel; ekonomik ve biyolojik ayrımcılıklarına bu insanlar beyinsel ve zihinsel ayrımcılık boyutu ekliyorlar. Bütün mesele budur. Beyinle ilgili yaygın şehir efsaneleri beyinle ilgili bilinenlerin azlığından değil; grup psikolojimizden ve bu psikolojinin bize dayattığı ayrımcı; statükocu düşünme biçiminden kaynaklanmaktadır.

KAYNAK:PSİKOHAYAT