Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

İçimizdeki “saldırganı” Açığa Çıkaran Benmerkezci İnsanlar

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
"İnsan; bize zarar verdiği için değil; haksızlığıyla ruhumuzun ışığını söndürüp içimizdeki saldırganı açığa çıkardığı için tehlikelidir."Spinoza

Yetmişli yıllarda çekilmiş Münir Özkul’un başrol oynadığı “Aile Şerefi” isminde bir Türk filmi vardır. Filmde Münir Özkul at arabasıyla su satarak geniş ailesini geçindiren sevilen; sayılan; onurlu bir insandır. Kendi içlerinde oldukça huzurlu bir yaşam süren bu ailenin huzuru en küçük erkek çocuklarının talihsiz bir trafik kazazı geçirmesi neticesinde bozulur. Kazayı yapan zengin aile çocuğu Oktay; Münir Özkul’un kızına kafayı takar ve onu elde etmek için her türlü çirkefe ve ahlaksızlığa başvurarak tüm aile bireylerinin hayatını bir kâbusu çevirir. En son olarak Oktay’ın yol açtığı bir kavgada Münir Özkul’un doktor olacak genç oğlu bıçakla yaralanır. Münir Özkul için bu olay bardağı taşıran son damla olur. Tüfeğini alır ve Oktay’ı bulduğu yerde gözünü bile kırpmadan vurur.

Sigmund Freud’a göre saldırganlık; her insanda var olan temel dürtülerden bir tanesidir. Bu dürtünün kontrolü herkesin kişilik yapılanması; yetiştirme tarzı; ait olduğu kültür; eğitim gibi bir takım faktörlere bağlı olarak farklılık gösterse de saldırganlık her insanda her zaman için açığa çıkma potansiyelini barındıran bir dürtüdür. İnsanını içindeki saldırganlığın açığa çıkmasına sebebiyet verenlerin başında ise diğer insanlar bulunmaktadır. Özellikle benmerkezci bir kişilik yapılanmasına sahip kişilerin sergiledikleri tutum ve davranışlar diğer normal insanların içlerindeki saldırganlığı ortaya çıkartabilecek bir etki yaratabilir.

İnsan doğası gereği güvende olduğunu ve varlığının başkaları tarafından kabul gördüğünü bilmek ve hissetmek ister. Sergilediğimiz birçok eylemi; kurduğumuz ilişkileri; uğraşları; icra ettiğimiz meslekleri güvende olmak; varlığımızı kendimize ve başkalarına onaylatmak; gelecekte bizden bir iz bırak amacıyla gerçekleştiririz. Ruhsal ve zihinsel olarak sağlıklı; içgörü sahibi ve başkaları ile empati kurma becerisi geliştirebilmiş her birey; kendisinin ve sevdiklerinin tüm bu varoluşsal ihtiyaçlarını karşılama eğiliminde olurken beraber yaşadığı diğer insanların da bu tür ihtiyaçları olduğunu göz önünde bulundurur ve mümkün olduğunca adil; bencillikten öte; başkalarını da gözeten bir tutum ve anlayış sergiler. Böyle davranmadığı takdirde kendi varoluş alanının da zarar görme riski olduğunu ve gerçek manada “insan” olmanın erdemli bir birey olmaktan geçtiğine inanır.

Bir bireyin ruh sağlığı; etrafındaki kişilerin ve toplumun ruh sağlığı ile yakından ilgilidir. Kişilik bozukluğu olan bazı insanlar; ilişki ve iletişim halinde olduğu diğer insanların duygu ve düşünce dünyasını son derece olumsuz anlamda etkileyebilmektedir. Tutum ve davranışlarıyla diğer insanların ruh ışığını söndürüp içlerindeki saldırganlığı açığa çıkarabilecek potansiyele sahip kişiler; günümüzdeki kişisel ve toplumsal çatışmaların ana nedenlerinden birdirler. İçgörü sahibi olmaktan ve empati kurabilmekten çok uzak olan bu tarz kişilik yapılanmasındaki insanlar kendi sığ düşünce ve inanç anlayışıyla kurguladıkları dünyayı devam ettirebilmek adına var güçleriyle çabalarlar ve bu uğurda birçok insanın hayatını bir kabusa çevirebilirler. Bu şekilde bir kişilik yapılanmasına sahip insanların kötü muamelelerine maruz kalan insanlar bir süre sonra -varlıklarının tehdit altında olduklarını hissetmelerine bağlı olarak- bilinçdışında barındırdıkları öfke; kin; nefret gibi ilkel dürtüleri açığa çıkartırlar.

Psikiyatristlerin sıklıkla kullandığı bir söz vardı. “Bize gerçek hastalar değil; gerçek hastaların ‘hasta’ ettiği kişiler gelir." derler. İlişki halinde olduğumuz geçinmesi ve iletişim kurması zor olan insanlara yaşamımızda kaçınılmaz olarak hemen her yerde rastlarız. Bunlar; aileden; yakın çevreden birleri olabildiği gibi iş yerindeki yöneticimiz ya da muhatap olmak zorunda kaldığımız bir devlet görevlisi de olabilir. Aslında karşılaştığımız bu tür insanların sıklıkla yaptığı derinlerinde hissettikleri değersizlik ya da yetersizlik gibi duyguları iletişim halinde oldukları insanlara -bir çatışma çıkartmak suretiyle- yüklemektir. Psikolojide “yansıtma” savunma mekanizması olarak ele alınan bu durum; eğer yönetilemezse muhatabına ciddi duygusal zararlar verebilmektedir. Bu tür yansıtmalara sistematik olarak maruz kalan insanların genelde önlerinde iki seçenek belirir: ya kişiliklerinden ödün vererek karşısındaki insanın istediği kalıba girmek zorunda kalırlar ya da içlerindeki saldırganı açığa çıkartarak son derece yıkıcı bir tutum takınarak kendi benliklerini korumaya çalışırlar. Her iki tutum da kişiye zarar verici nitelikler taşımaktadır. Makul olanı ise kişilikten ödün vermeden bu zor insanlarla araya bir sınır koymayı öğrenebilmektir. Bunun için de en temelde kendimizi tanımaya ve bir kompleks olarak benliğimizde taşımak durumda olduğumuz unsurlarla yüzleşip onları onarmaya ihtiyaç duymaktayız.

Ümit Akçakaya
Uzm. Psikolojik Danışman