Toplumları meydana getiren en küçük yapı taşı olarak bilinen “aile”nin sağlıklı olması toplumun da sağlıklı olmasını direkt olarak etkilediği için; beklenen daha huzurlu; daha barışçıl; daha güzel toplum ve dünya; kendilerini yaşam sahnesinde “var edebilmiş” bireylerin hediyesi olacaktır insanlığa. Bu hediye için ebeveynlere çok iş düştüğü aşikar fakat baş döndürücü şekilde değişen ve gelişen dünya’da birey olma ve yaşamını anlamlı kılma çabasındaki kişi sayısının yaşanan toplumsal gelişmelere bağlı olarak arttığının gözleniyor olması; dünyayı saran tüm olumsuzluklara rağmen umut duygusunun hala yeşermesini olanaklı kılmaktadır; en azından var olma çabasındaki kimseler için...
Dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olmasında en büyük rol aile kurumuna düşmektedir. Sağlıklı ailelerin oluşabilmesi için sağlıklı evliliklerin oluşması gerekliliği su götürmez bir gerçektir. Evlilik kavramının genel itibariyle ciddi bir müessese olması ve evlilik ilişkisindeki eşlerden çoğunlukla ciddiyet beklemesi kendi doğasının karakteristik özelliğiyle ilintili olabilir. Sorumluluk duygusunun kendini hissettirir biçimde omuzlarda yük olabileceği bu süreçte bireylerin eşlerine; köken ailelerine (hatta kimi zaman eşlerinin de köken ailelerine); varsa çocuklarına; yaşadıkları topluma ve (belki de en önemlisi) kendilerine karşı yerine getirmeleri gereken önemli sorumlulukları bulunmaktadır.
Yetişkinlerin çift ilişkilerine dair bu sorumlulukları yerine getirebilme becerisi edinebilmeleri; onların kendi çocukluk dönemlerinde anne-babalarının bu bireylerin sorumluluk almalarını sağlayacak davranışlar sunmaları ile mümkün olabilmektedir. Özerkleşme ihtiyacına ket vurulmayan; öz güvenin artmasına olanak verilen ve bu şekilde ebeveynlerinden ayrımlaşabilmesi; kendisini bağımsız ve değerli bir insan olarak hissedebilmesi sağlanan bireyler; kendi çift ilişkilerinde (ve tüm ilişkilerinde) de köken ailelerinden (anne/babalarından) farklı bir birey olarak kendilerini var edebilmektedirler. Bunun aksini yaşayan bireyler ise; ebeveynleriyle ayrışamadıkları için; çift ilişkilerine ve hatta tüm ilişkilerine kendi ailelerinden getirdikleri duygu-düşünceleri bulaştırarak; kendi yoluna bakamayan; bir birey olamayan; kendilerini toplumda bir birey olarak var edemeyen kimseler olmaktan öteye gidemezler. Bununla birlikte sağlıklı bir çift/evlilik ilişkisine sahip olmak fırsatına da erişemezler. Daha da vahimi bu bireyler; yetiştirdikleri çocuklarında ayrımlaşmalarına müsaade etmeyen bireyler olarak; bu kısır döngünün talihsiz çarkları olarak tarihin sahnesinde yerlerini alacaklardır.
Şunu ifade etmekte fayda olduğunu da düşünmekteyim; aileden ayrımlaşmak ve kendi yoluna gitmek; bireyin ailesini ardında bırakması; ailesine arkasını dönmesi anlamına gelmemektedir (zaten biyopsikososyal bir varlık olan insan için böyle bir durumun söz konusu olması gerçekçi bir durum olmayacaktır). Burada anlatılmak istenen; sağlıklı ayrımlaşma sürecindeki kişinin hem kendi ihtiyaç ve seçimlerini dikkate alıp koruması; hem de köken ailesinin istek ve ihtiyaçlarını dikkatte almasıyla ilgili zorluk yaşamaması; kendisinin ve ailesinin çatışan istek ve ihtiyaçlarını uzlaştırabilme becerisine sahip olmasıdır.
Bu amaçla; sevgili anne-babalar; eğitimciler; insan’la uğraşan her meslek grubunun kıymetli elemanları; topluma sevgiyi; barışı ve huzuru aşılayabilmek öncelikle kendi evimizde bizimle yaşayan; geleceği kuracak olan çocuklarımıza sorumluluk duygusu kazandırmakla; onları kendi ayakları üzerinde durabilen; kendine güveni olan bireyler olarak yetiştirmekle; kendi yollarına gidebilecek gücü ve isteği kendilerinde bulabilen ayrımlaşabilmiş kişiler olarak yetiştirmekle mümkün olabilecektir. Bu özelliklere sahip bireylerin evlilik ilişkileri de daha anlamlı; daha tatmin edici ve sağlıklı bir örüntü içerecektir. Döngü birey; aile ve toplum açısından olumlu bir süreç izleyecek hale gelebilecektir. Sonucunda ise mutlu evliliklerinde ben olmayı elden bırakmadan eşler ile biz olabilen uyumlu çiftler toplumun normalleşmesi ve/veya sağlıklı bir duruma gelmesinde etkin rol oynayabileceklerdir.