Yaşamınızda gerçekleşen olaylar kimin kontrolündedir?
a- Bireyin kontrolündedir.
b- Çevrenin kontrolündedir.
c- Her iki etmen de etkindir.
Ortalama yetişkin bir birey günlük yaşamında yüzlerce durumla karşılaşır; karşılaştığı tüm bu durumlara ilişkin sürekli tepkiler verir. Her olaya ilişkin ortaya koyması gereken yaklaşımlar sergilemesi; karar vermesi beklenir.
Verdiğimiz tepkiler nasıl oluşur? Bazı kuramlar verdiğimiz tepkilerin biyolojik temelli olduğunu varsayarken birçok kuram verilen tepkilerin öğrenilmiş olduğuna dair kanıtlar öne sürer. İnsan davranışında özellikle genetik araştırmaların artmasıyla biyolojik etkilerin varlığı yadsınamaz düzeyde olsa da; biyolojik temelli bir canlı olan insanın davranışlarını şekillendirmede çevrenin oldukça etkin olduğu bilinmektedir. Sergilediğimiz davranışların %20’lik kısmının biyolojik temelli; kalan %80’lik kısmının ise çevresel temelli olduğunu söylemek mümkün.
Yüzlerce insanın aynı ortamda; aynı koşullar altında bir korku filmi izlediğini düşünün. Her insanın filme vereceği tepkinin birebir benzer olduğunu düşünmek oldukça yanlış olur. Muhtemelen her izleyicinin korku düzeyi birbirinden farklı olacaktır; hatta bazıları korkmak bir yana filmi alaya alıp kahkahayla gülebilir de. Burada film dışsal bir olayken tepkiler içseldir. İçsel tepkilerimiz genellikle zamanla oluşur ancak travmatik düzeyde ya da buna yakın bir yaşantıda da içsel tepkilerde keskin değişimler yaşanabilir.
İzlediği birkaç korku filmi sonrasında günlerce tek başına uyuyamayan bir insan düşünün şimdi de. Böyle birinin bir sonraki durumda korku filmine ilişkin algısı negatif olacaktır. Benzer olaya karşılık benzer korku hissedeceğini düşünerek kaçınma davranışları sergilemeye başlar. Kaçınma davranışı zamanla güçlenir ve korku filmi izlemek belki de imkânsız bir hal almaya başlar.
Korku filmi örneğini yaşamın diğer bütün olaylarına uyarlamak mümkün…
Ergenlik döneminde hoşlandığı kız arkadaşına çıkma teklif eden ama reddedilen bir genç; ikinci ya da üçüncü girişiminden sonra bir daha kimseye çıkma teklif edemez duruma gelebilir.
Yüzmeyi bildiği halde bir yakınının suda boğulmasına şahit olan ve sonrasında bir daha suya girmeyen bir birey.
Ergenlik döneminde yaşadığı bir cinsel deneyimde erken boşalan ve sonrasındaki tüm cinsel birleşme denemelerinde aynı korkuyu yaşayan; yaşadığı kaygı ve korku sonucunda erken boşalma problemiyle yardım talep eden bir yetişkin.
Televizyonda izlediği trafik kazası görüntüsü sonrasında aynı durumun kendisinin başına da gelebileceğini düşünen; giderek daha az araba sürmeye başlayan ve sonrasında araba kullanmayı bırakan bir ev kadını...
Görüldüğü üzere bir duruma karşı verdiğimiz tepki sonraki davranışlarımızı da etkileyebiliyor.
Peki; bunun tam tersi davrananlar?
Korku filminden korktuğu halde bu korkusuyla başa çıkan ve sosyal yaşamında herhangi bir olumsuzluk yaşamayan insanlar?
Boğulma tehlikesi yaşadığı halde; yüzmeye devam edenler?
Erken boşalma yaşadığı halde; bu olayı cinsel probleme dönüştürmeyen insanlar?
Trafik kazası sonrasında yine de araba kullanan insanlar?
Tüm bunların nedeni ne olabilir? İnsanlar neden aynı olaya benzer tepkiler vermiyorlar? Burada algı kavramına bakmamız gerekecek.
ALGI
Algı; dış dünyadan gelen uyarının yorumlanması; anlamlandırılması ve kavramsallaştırılması sürecidir. Bu kısa tanımlama insan psikolojisine dair birçok sorunun cevabı niteliğindedir.
Dış dünyadan gelen uyarandan çok; asıl önemli olan uyaranın nasıl algılandığı ve nasıl yorumlandığıdır.
Çoğu depresyon hastası genellikle kendini çaresiz hissettiğini; yaşamını kontrol edemediğini; hayattan zevk alamadığını; her şeyin anlamsız olduğunu ifade eder. Bütün bu şikayetlerinde gerçeklik payı olabilir ya da olmayabilir. Gerçeklik payının olmaması onun konuya ilişkin doğru bilgiler vermediği anlamına gelmez. Etrafında olup bitenlerin kendi iç dünyasına yansımasını ifade ediyordur. Onu çok seven arkadaşlara sahiptir ancak o sevilmediğini düşünebilir; onu çok seven bir partneri vardır; o sürekli terk edileceğini düşünebilir; iş yerindeki performansından herkes memnundur ancak o kendini olabildiğince başarısız ve işe yaramaz olarak görebilir.
Depresyondaki birinin depresyonunu yenmesinin tek yolu aslında bu tarz otomatik düşüncelerinin; ara inançlarının ve temel inançlarının değiştirilmesidir. Terapilerde bireyin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik çevresine; hayatındaki insanlara; hayatındaki insanların davranışlarına müdahale edilmez; müdahale kişinin algılarına yöneliktir. Çünkü çarpıtılmış bir algı; olumsuz düşüncelere; olumsuz duygulara ve olumsuz davranışlara neden olacaktır.
Kendini iş yaşamında oldukça başarısız gören bir danışanım; sürekli kaygı; endişe; mutsuzluk nedeniyle depresyona girmiş; bu nedenle uzun süre boyunca ilaç kullanmak zorunda kalmıştı. İlaçlarını kullandığı sürece duygularında bir düzelme olduğunu ancak bırakma girişimlerinde tekrar kendini kötü hissettiğini bu nedenle terapiye başvurduğunu ifade etmişti. Hayatı boyunca hep başarısız olduğunu düşündüğünü; kendini işe yaramaz hissettiğini belirtiyordu. Aslında başarılı ve işe yarar olduğuna dair sayısız örneğe sahipti. İyi bir üniversiteyi bitirmiş; üniversite yaşamı sonrasında iş bulmakta zorlanmamış; uzun süredir aynı şirkette kalıcı olmayı başarmıştı. Etrafındaki birçok insana göre daha başarılı olan; daha iyi kazanan biri olmasına rağmen neden böyle hissediyordu? Cevap yine algı aslında…
Danışanım çocukluk döneminde kendisini eleştiren; en küçük bir başarısızlığa tahammül edemeyen bir anneye sahipti. Okul yaşamı boyunca tüm başarıları yok sayılmıştı; hiçbir zaman başarılı olduğu bir alanda takdir görmemişti. Zamanla eleştiren ebeveyn içselleştirilmiş ve her ne olursa olsun kendisini başarısız hissettirecek bir ayrıntı yakalayabilme becerisi geliştirmişti. Başarısızlık algısı en baştan itibaren yerleşmeye başlamış; sonrasında bu algıyı kendi elleriyle beslemişti.
Çevre bizi şekillendirmeye; bizi dönüşmeye ve değişmeye zorlar. Ancak yine de bir tercih yapabiliyor olduğumuzu görememek ya da değişebileceğimize dair inancımızı kaybetmiş olmak önümüzdeki en büyük engeldir.
Hepimiz olumsuz bir durum karşısında ortaya çıkan kaygı; korku ve benzeri süreçler için; benzer yeteneklere sahibizdir. Ancak asıl mesele yeteneğimizi ne yönde kullandığımızdır. Yeteneklerimizi olumsuz düşünce ve inançları beslemek için mi kullanıyoruz yoksa olumlu süreçler için mi kullanıyoruz?
Aynı anne-babanın çocukları arasında çok büyük farklar ortaya çıkmasında; kuşkusuz algının payı büyüktür.
Yaşamınızda olumsuz durumlarla karşılaşabilir; bunlar karşısında kendinizi çaresiz hissedebilirsiniz. Burada durup kendinize şu soruları sorun:
Gerçekten ben mi güçsüzüm yoksa güçsüzlük benim algı süreçlerimin yarattığı bir halüsinasyon mu?
Kendimi bu kadar çaresiz hissetmemle olayları yorumlama biçimim arasında bir ilişki olabilir mi?
Tüm bunlar benim algımla ilgiliyse ve algı değişebiliyorsa…
O zaman yeni bir algı yaratmak da mümkün demektir. Algılar düşüncelerimizi; duygularımızı; davranışlarımızı şekillendirir. Tüm olumsuz algılarımızı yeniden yapılandırmak; yeni seçenekler üretmek; bu seçenekler doğrultusunda yeni davranış kalıpları yaratmak her zaman için mümkündür.