Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde insan sayısı arttıkça ulaşım ve barınma gibi sosyal ihtiyaçlar zor karşılanır hale geliyor. Çeşitli formüller denense de sorunların üstesinden tamamen gelinemiyor. İstanbul’dan sıkılmasına; bunalmasına rağmen işini gücünü terk edemeyen aileler bu çileleri çekmeye devam ediyor.
Sorunun bizi ilgilendiren kısmı evlerle ilgili olanı. Artık metrekareleri daha küçük ve daha pahalılar. Genel ulaşım noktalarında evi olanlar şanslı insanlar olarak görülüyor. Onlar da yaşadıkları problemleri “ana yola yakın; metroya yakın; alışveriş merkezine yakın” şeklinde avuntularla unutmaya çalışıyorlar.
Evet; evler küçük. Ama yine de yeni evli bir çift için ideal sayılabilir. Hatta mutfakla salonun iç içe olmasını umursamıyorsanız “Amerikan Mutfak” bir evde yaşamanın havasını da rahatlıkla atabilirsiniz. Tabi dediğim gibi yalnız karı koca olarak yaşıyorsanız. Göze alacağınız şey misafirler koltuklarında otururken sizin yemek yapmak için yaşadığınız ruh halini görecek olması.
Tek sorun bu değil elbette. Bir de anne-baba ve kayınanne-kayınbaba meselesi var. Kısa süreli kalmalara gelebilirler. Anne-babaların yeri her zaman başımızın üstünde. Ancak 75 metrekarelik bir evde 20 günlük yatıya geldiklerinde iş değişiyor. İncecik duvarlarla çevrili eviniz kısa süreli yarı açık cezaevine dönüşüyor. Anne-babaya da “gidin” denemediği için sorunlar gün yüzüne çıkmaya başlıyor.
Boşanmaların özellikle evliliğin ilk 1 yılında olduğunu göze alırsak en tehlikeli yatılı kalma evresi bir ilk yılda yapılanlar olacaktır. Bir birini tanımaya çalışan yeni evli çift bir de önemli misafirlerini memnun etme telaşı ile farklı stresler yaşayacaktır. Burada hissettiğiniz üzere görev anne-babalara düşüyor. Yeni evli çifti mümkün mertebe yalnız bırakmak; onların bir birlerini tanımalarına fırsat vermek lazım.
Tabi onların da haklı yanları var. Kendi anne-babalarından böyle görmüşler. Çekirdek aile olarak yaşamamışlar. Birkaç aile bir arada barınabilmişler. Eski zamanların köy evlerini düşününce bunun çok ta imkânsız olmadığı ortaya çıkıyor. Aynı bahçede sıralanmış farklı odalarda rahatlıkla birkaç aile birlikte yaşanabilir. Hatta banyo ve tuvalet yaşam alanlarından kısmen uzakta. Bu da farklı bir mahremiyet güvenliği sağlıyor. Anadolu’nun orta kesimlerinde ise “Geleneksel Türk Evleri” birden fazla çekirdek ailenin bir arada yaşamasına uygun olacak şekilde dizayn edilmiş. Odalar ortak kullanım alanı olan sofaya açılıyor. Odalarda ise ebeveyn banyoları var.
Şimdiki durum ise yukarıda özetlediğimiz gibi. TOKİ’nin “Aile”’ler için yaptığı evler bile iki çocuklu bir ailenin mahremiyet içinde yaşamasında el verişli değil. Birçok farklı inşaat projesinde duvarlar incecik. Komşunun konuşma sesi odanızda yankılanıyor. Onunki yankılanıyorsa emin olun o da sizin sesinizi duyuyordur. Evlerin darlığı yedi kişinin aynı anda yemek yemesine uygun değil. Evin içi güzel görünsün diye yerleştirilen bir yığın gereksiz eşya da ruhumuzdan alıyor. Ama olsun komşular bizi iyi bilsin değil mi? Tabi komşuluk varsa. Malumunuz artık komşuluk ta eskisi gibi değil. Bir binaya yerleştirilmiş 300 dairenin içinde bir biri ile hiç karşılaşmayan aileler var. Kimi zaman kapı komşusunun kim olduğunu bilmeden yıllarını geçiriyor insanlar. Ne asansörde ne de kapıda selamlaşmıyor. Evinde başı sıkışsa bir bardak şeker ihtiyacı olsa kapıyı çalıp isteyemiyor. Hani eskiden olurdu ya annelerimiz bizi komşuya yollar “akşam çay içmeye size geleceğiz” dedirtirdi… Büyük şehirlerde artık o da yok. İletişim kurulacak araçların sayısı arttı ama iletişim oranı çok düştü. Çoğu kez “whatssap” grupları ile yetinebiliyoruz. Dar evlerimizin güzel eşyaları bize bakıyor biz de onlara bakıyoruz. Davet bekleyen anne-babalar; tedirgin gelin ve damatlarla doldu çevremiz. İşte bu çelişki yepyeni problemlerin kapısını aralıyor. Kültürel olarak değişmeden yaşam alanlarının fiziksel değişimi ve küçülmesi “hain” evlatların “kötü” kaynanaların sayısını hızla arttırıyor. Görünen o ki bu yeni yaşam tarzına alışana kadar geçiş sürecinde çok kalp kırılacak.
Herkese anlayış ve sabır dolu ilişkiler dilerim.