Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Mahler in "Ayrılma-Bireyleşme Süreci"

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
MAHLER İN "AYRILMA-BİREYLEŞME SÜRECİ"

Mahler; "normal ayrılma-bireyleşme" olarak adlandırdığı bu süreci; iki buçuk aylıktan otuz birinci aylarına kadar gelen bir grup çocuğu doğrudan gözlemleyerek incelemiştir. Araştırmasında çocuğun; annenin varlığı sırasında ayrı bir kendilik algısını nasıl edindiğini; kendiliğin anneden ayrılığının intrapsişik algısına; bağımsız bir kimliğe nasıl ulaştığını tespit etmek istemiştir.

KURAM

Mahler ayrılma-bireyleşme sürecini birbirini tamamlayan iki gelişme olarak tasarlamıştır. Ayrılma; çocuğun anneyle birleşik olduğu ortak yaşamdan çıkmasından oluşmakta; bireyleşme ise çocuğun kendi bireysel karakterini kabul ettiğinin işareti olan başarılardan oluşmaktadır.

Mahler şunu rapor etmiştir: "En sağlıklı bünyeye sahip çocuklar bile; gelişimlerinin en kırılgan olduğu otistik evrede ya da ortak yaşam (sembiyotik) evresinde şok edici travmatizasyonlara maruz kaldıklarında psikotik olabilirken; zayıf doğa ya da bünyeye sahip olanlarda yetişme koşullarının iyiliği; onların doğuştan gelen kusurlarının üstesinden gelinmesinde yeterli olmamaktadır."

Mahler; bireyleşme kapasitesinin doğuştan geldiğini vurgular; fakat bunun yanında çocuğu bu sürecin ortak yaratıcısı olarak değil; daha çok; edilgin bir alıcısı olarak görür. Bu görüş o zamanın yaygın olarak kabul edilen görüşüydü.

Ayrıca Mahler "annenin özel bilinçdışı ihtiyacının; çocuğun sınırsız potansiyelleri tarafından harekete geçirildiğini; bu potansiyellerin özellikle de her bir anne için kendi benzersiz kişisel ihtiyaçlarını yansıtan çocuğu yarattığını" vurgular. Bu süreç elbette ki çocuğun doğuştan gelen baskınlığı çerçevesinde gerçekleşir. Ortak yaşamsal evrede anneyle karşılıklı işaretleşme; silinmez şekilde kazınmış olan o düzeni; çocuğun; belirli bir annenin çocuğu olması motifini oluşturan o karmaşık kalıbı yaratır. Diğer bir deyişle; anne normal yollarla; çocuğun otomatik olarak uyduğu; bir çeşit ayna tutma referansı taşır.

Mahler annenin çocuğuyla birincil uğraşısı olan ayna tutma fonksiyonuna işaret ederek; bu fonksiyonun öngörülemez; değişken; anksiyete dolu ya da düşmanca olduğu durumlarda bireyleşmekte olan çocuğun; algısal ve duygusal olarak sınayacak güvenilir bir referans çerçevesi olmadan yaşamak zorunda kalacağına işaret eder. Bu durumun sonucunda ilkel kendilik alanında rahatsızlıklar meydana gelecektir.

KLİNİK ARAŞTIRMA

Başta; bu araştırmanın psikanalitik kurama derinlemesine dalmış bir psikanalistin öncü bir çalışması olduğunu akılda tutmalıyız. Mahler bu çalışmasına; ortak yaşam ve ayrılma-bireyleşmenin "normal" gelişimsel süreci hakkında zaten önceden taşıdığı bir inançla başlamıştı. Bu inancı ise ortak yaşamsal çocuk psikozu hakkında yapmış olduğu bir önceki çalışmasından gelmekteydi. Mahler bu çalışmasında; sözü edilen psikozun; normal ortak yaşamsal evrenin aşırı sapmasının bir sonucu ve ayrılma-bireyleşmenin tamamen başarısızlığa uğraması olduğu sonucuna varmıştı.

Bu hipotezin evrenselliğini kanıtlamak için ortalama anneler ve onların normal bebekleri hakkında bir karşılaştırma çalışması yapmak gerekiyordu. Ama Mahler; aslında bu çalışmada deneyi; gerçekte neler olup bittiğini anlamak niyetiyle değil; konu hakkındaki kendi varsayımlarını "kanıtlamak" amacıyla düzenlemişti. Mahler in "anneyle kaynaşma" fikri; kendisinin yapmış olduğu çocuk şizofrenisi ve bebek psikozu çalışmasına dayanıyordu.

On altı anne ve bu annelere ait olan on yedi çocuk ile 1959 ve 1962 yılları arasında yapılan bir pilot araştırmadan sonra Ocak 1962 den Haziran 1968 tarihine kadar sürmüş olan resmî çalışma gerçekleştirildi. Araştırma on üç anne ve on ikisi erkek; dokuzu kız toplam yirmi bir çocuk üzerinde yapıldı. Araştırmaya giriş yaşı ortalama iki buçuk aydı ve girişler bir haftadan on aya kadar değişiyordu. Araştırmanın sonunda deneklerin ortalama yaşı otuz bir aydı. Annelerin ortalama yaşı otuz bir; babaların ortalama yaşı da otuz altıydı.

Araştırmada bebeklerin davranışlarının gözlemlenmesi yoluyla bu bebeklerin intrapsişik yaşamları hakkında çıkarımlar ileri sürüldü. Gözlem süreci geniş kapsamlıydı. Her anne - çocuk çifti (ikili birlik) haftada bir ya da iki kere katılımcı gözlem yoluyla incelendi; annelerle haftalık; babalarla da yılda bir veya iki yılda bir görüşmeler yapıldı; kronolojik olarak düzenlenmiş bir planla film kayıtları gerçekleştirildi ve iki ayda bir aşağı yukarı bir saatten üç saate kadar süren ev ziyaretleri yapıldı.

Çocuklar beşinci; onuncu; on sekizinci ve otuzuncu aylarda en azından dört kere psikolojik gelişimsel testlere tabi tutuldu. Buna ek olarak yeni yürümeye başlayan çocuklarla oyun seansları yapıldı. Anneler araştırmanın başında psikolojik değerlendirmeye alındı.

ARAŞTIRMANIN İRDELENMESİ

Şunu belirtmek gerekir ki bu araştırmada çocukların dördüncü ayla beşinci aylar arasındaki gelişimlerine odaklanılmıştı. Çünkü sonuçları normallerde görülüyor şeklinde kuramsallaştırılan çocukluk psikozunun irdelenmesi otistik ve ortak yaşamsal evrelerin kendisinden değil çocukluk psikozu araştırmasından türemiştir.

Otistik Evre (0-2 Ay )

Mahler bu evreyi büyük oranda bir çocuk psikozu araştırmasına uygulanan psikanalitik kuramdan türetmiştir ve bu kuramsal açıdan hayli etkilenmiş olduğu için bundan çok kısa da olsa bahsedilecektir. Normal otizm evresindeki çocuk; ilkel bir halüsinatif yanlış yönelim evresinde gibi görünmektedir. Bu karmaşada; çocuğun tatmin edilme ihtiyacı kendi "kayıtsız şartsız" tümgüçlü (omnipotent) otistik yörüngesine aittir. Bu evrenin görevi anne karnı dışında homeostatik dengeyi sağlamaktır. Ayrıca bu evrede çocuğun ruhunu yüksek uyarımdan şaşkına dönmekten koruyan bir uyarım eşiği vardır. Bundan sonra ortak yaşamsal evre gelir.

Ortak Yaşamsal Evre (2-4 Ay)

Tatmin edecek nesneye olan ihtiyacın ikinci aydan itibaren belli belirsiz farkındalığı; çocuğun sanki kendisi ve annesi tümgüçlü bir sistemmiş -ortak bir sınır içindeki ikili bir birliktelikmiş - gibi davranmaya başladığı normal ortak yaşam evresinin başlangıcının göstergesidir. Ortak yaşamın temel özelliği halüsinatif; kuruntulu; somatopsişik; tümgüçlü bir anne temsili ile kaynaşma ve özellikle de fiziksel olarak birbirinden ayrı iki bireyin birlikte paylaştıkları bir sınır içinde oldukları kuruntusudur.

İşte anneye fizyolojik ve sosyobiyolojik bağımlılığın bu matrisinde; bireyin uyum; işleyen bir kendilik ve bir ego geliştirmesi için düzenlemeler yapmasını sağlayan birtakım yapısal farklılaşmalar meydana gelir. Fakat ortak yaşamsal evrede henüz dışarıdan ayrı içsel olanla ötekinden ayrı bir kendilik arasında farklılaşma yoktur. Annenin ilişkiye yaptığı yatırımlar bu evrenin en önemli ilkesel psikolojik başarılarıdır. Bu psikolojik doğumun ortak yaşamsal düzenleyicileri; annenin bebeğe sahip olma davranışlarıdır.

Ayrılma-Bireyleşme Evresi (5-30 Ay)

İlk Alt Evre-Farklılaşma ve Beden İmgesinin Gelişimi (3-8 Ay)

Mahler; uyumadığı zamanlarda çocuğun dikkatinin algısal; bilinçli bir sisteme kaydığını söyler ve bu sistem uyanıkken çocuğun daha kalıcı bir uyanık olma sensoryumu geliştirebilmesini sağlar. Bu durum; çocuğun uyanıklık; ısrarcılık ve amaca yönelmişlik hallerinde görülür. Çocuğun dikkati bu evrede; göründüğü kadarıyla yavaş yavaş algısal etkinliklere doğru yönelmiş durumdadır. Annenin tercih ettiği rahatlatma şekilleri çocuk tarafından kendine has bir şekilde özümsenir ve benimsenir. Sekizinci ayda çocuk yabancı anksiyetesi geliştirir; fakat aslında bu duygu anksiyete olduğu kadar meraktır da.

İkinci Alt Evre-Uygulama (10-15 Ay)

Bu evre iki alt evreye ayrılmıştır: Erken ve uygun zamanlı evreler. Erken evrede çocuk anneyi sağlam bir temel gibi alarak emekler; fakat aslında kendi ego aygıtından daha fazla zevk almakta ve anneden sadece kendisine destek alma eğilimindedir.
Daha sonra biliş ve ayakta durma (yürüme) hareketlerinin edinilmesiyle çocuk; "dünyayla aşk ilişkisi" denebilecek bir duygusal evreye girer. Bu evrede özellikle kendi yetenekleri ve özerk hareketlerini uygulamaya ve bu alanlarda uzmanlaşmaya yoğunlaşmıştır. Çarpma; düşme ve diğer başarısızlıklara karşı göreceli bir kayıtsızlık vardır. Çocuk dünyaya; kendi büyüklüğüne ve tümgüçlülüğüne âşıktır. Annenin varlığına karşı göreceli bir kayıtsızlık vardır.

Bunu takip eden ayda; aktif özgür gezinme ve özgür hareketlerle kendini göstermeye başlayan bireyselliğe doğru hızla adımlar atılır. Bu; kimlik oluşumunda atılmış ilk dev adım gibi görünmektedir.

Üçüncü Alt Evre-Yeniden Yakınlaşma (15-22 Ay)

Bilişsel olanakların gelişimi ve ayrı olma algısının giderek belirginleşmesinin yanında çocuğun; hayal kırıklıklarına karşı önceki evrede görünen kayıtsızlığında bir sönme ve ayrıca kendi annesinin varlığı karşısındaki habersizlik halinde de bir azalma meydana gelir. Anneyi gölgesi gibi takip etme ve hızla ondan kaçma hareketlerinden; artmakta olan ayrılma anksiyetesi gözlemlenebilir. Yeni yürüyen çocuğun ayrılma farkındalığı geliştikçe; annenin tepkisine karşı olan istek ya da ihtiyacı artıyor görünür.
Bu durum; annenin en uygun duygusal ulaşılabilirliğinin veya alt evreye uyum sağlamanın ne kadar önemli olduğunun altını çizmektedir. Bu evrede ayrıca diğer iletişim türleri kadar; bir ortak yaşamsal dil de; yavaş yavaş daha da belirginleşen bir şekilde oyunun bir parçası olur. Çocuk zaman içinde adım adım; acı da olsa; genellikle annesiyle yaptığı dramatik kavgalar yoluyla kendi muhteşemlik kuruntusundan vazgeçmelidir. Bu; yeniden yakınlaşma krizi (rapproachment crisis) olarak - çocuğun hem kendi ihtişamını devam ettirmesi; hem de aynı zamanda annesiden; kendisinin bütün ihtiyaçlarını yerine getirmesini istemesi olarak - adlandırılır. Çocuk anneye karşı tatminsizlik ve aşırı hassaslık duyguları beslemeye başlar; tatminsizlikle birlikte gözlemlenen duygular çok çeşitlenebilir. Bu evrede ayrıca nesne sürekliliği de kurulmuştur. Bunlarla birlikte ayrıca çocuk; anne-çocuk dünyasını etkin bir şekilde; birinci derecede babayı ve bunun yanında diğerlerini de içerecek bir şekilde genişletmeye doğru yönelir.

Yeniden Yakınlaşma Krizi

On sekizinci ay civarında; yeni yürüyen çocuk bir yandan bağımsız; büyük ve tamgüçlü olma arzusu ve diğer yandan da annenin adeta sihirli bir şekilde çocuğun isteklerini; - yardımın gerçekte dışarıdan; başka birisinden geldiği fark edilmeden- yerine getirmesi arzusu arasında bir çatışma yaşamaya başlar. Bu sebeple çocuğun ruh hali genel bir tatminsizlik ve doyumsuzluk durumuna doğru kayar. Burada çocuk; ayrılmanın acı veren farkındalığını inkâr ederek annesini kendiliğinin bir uzantısı gibi kullanma eğilimindedir.

Krizin Çözülmesi

Nesne sürekliliğinin kuruluşu; başka bir deyişle anne ortamdan ayrıldığında; başka bir yerde olduğunun ve bulunabileceğinin farkına varılması; tam anlamıyla yerleşmiştir ve bu durum; annesine karşı özlem duygusu içindeki çocuğa; güven konusunda çok yardımcı olur. Bazı çocuklar bununla başa çıkmak için geçişken fenomenler kullanırlar. Çocuklar annelerinden uygun uzaklığı sağladığında tümgüçlü kontrol için kopartılan gürültüler; ayrılma anksiyetesinin en aşırı dönemleri; yakınlaşma ve özerklik arasında gidip gelen talepler de yavaş yavaş yatışmaktadır.

Dördüncü Alt Evre-Bireyleşmenin Sağlamlaştırılması ve Nesne Sürekliliğinin Başlangıcı (22-30 Ay)

Burada nesne sürekliliği akışkan ve tersine çevrilebilir hale gelir. Bu aşamada; karmaşık bilişsel işlevler ve sözel iletişim gelişir; bağımsız bir kendiliğin ve nesnelerin ayrı zihinsel temsillerinin kuruluşu gerçekleşir; fantezi ve gerçeklik sınamasının geliştiği gözlenir. Çocuğun kendi cinsel organının farkına varması ve kendi bedenine ve kendisini harekete geçiren motor aktivitelerine olan güveni ve kız çocukların annelerine karşı şiddet ve kızgınlık hisleri ile depresyona olan eğilimleri bunların arasında sayılabilir.

YORUM

Mahler in kuramına; bağlanma araştırmacıları ve Doktor Stern tarafından bazı açılardan itirazlar gelmiştir. Bu itirazlar; ileriki sayfalarda bu araştırmacıların çalışmaları da gözden geçirildikten sonra ele alınacaktır.

ÇOCUĞUN KİŞİLER ARASI DÜNYASI: DANİEL STERN İN ÇOCUK GELİŞİMİNE BAKIŞININ GÖZDEN GEÇİRİLMESİ

Normal çocukların ortaya çıkan gelişimlerinin gözlenmesinin ilk evresi 1950 ve 1960 larda Spitz; Escalona; Mahler; Bowlby ve diğerlerinin çalışmalarıyla başladı. Bu çalışmalar bizim klinik vakaları algılayış ve anlayışımıza büyük ölçüde katkıda bulundu. Çocuk araştırmalarının ikinci evresi ise (D. Stern; T. Brazelton;R. Emde ve diğerleri) 1970 lerde ortaya çıktı. Bu çalışmalar daha gelişmiş araştırma yöntemleriyle desteklendi ve gözlemin ötesinde deneye ulaştı. Sonuçlar psikanalitik gelişim kuramına dair birçok soruyu getirdi. Aşağıda bu araştırma kısaca gözden geçirilmiştir.

Mahler gibi Stern de çocuğun intrapsişik durumuna dair varmış olduğu sonuçlara çocuğun davranışlarını gözlemleyerek ulaşır. Stern in çalışması bu yüzden bir keşif; çocuğun kendi sosyal hayatının öznel deneyimi hakkında bir hipotez olarak görülmelidir. Bu çalışma yalnızca kendi çalışması üzerine bir rapor değil; filizlenmekte olan çocuk araştırmaları alanındaki gelişim psikologlarının çalışmalarını da içine alan diğer birçok araştırmanın da raporudur. Ayrıca Stern in ve diğerlerinin; çalışmalarını basit gözlemlerden ziyade deneyler üzerine kurmuş olduklarını da belirtmeliyiz. Bu araştırmacılar konuya bir hipotezi ispatlama amacından çok gerçekte neler olup bittiğini araştırmak gibi daha önemli bir eğilimle yaklaştılar.

Temel bulgular şu şekilde özetlenebilir:

1. Çocuk; doğumdan itibaren gerçeklikle duygusal deneyimini düzenlemeye çalışan; tamamen aktif bir algısal aygıtla donanmış halde; algısal olarak ayrık bir varlık olmaya programlanmıştır.
2. Çocuk ve kendiliği düzenleyen nesne arasında baştan itibaren çok aktif bir diyalog vardır. Çocuk; kendi gelişiminin ortak yaratıcısıdır.
3. Uyarıcı engeli; farklılaşmamış evre; otistik veya ortak yaşamsal evreler yoktur.
4. Kendilik ve kendiliği düzenleyen nesne temsilleri baştan itibaren paralel olarak olgunlaşır.
5. İçselleştirmenin özel aracı orallık değildir. Esasen bütün algısal durumlar içselleştirmeye katılırlar.
6. İd ve haz ilkesi; ego ve gerçeklik ilkesinden önce gelmez; eşzamanlı bir diyalektik; hayatın başlangıç noktasından itibaren yavaş yavaş gelişir.
7. İnsanlar arası bağlantının temel alanları; çocuğun; kendilik düzenleyici ötekilerle etkileşim temsillerinin aktif inşasıyla yavaş yavaş gelişir.
8. Dört kendilik algısı vardır: Ortaya çıkan; çekirdek; özneler arası ve sözel kendilik.
9. Kendilik algıları birincil düzenleyicilerdir: Duyarlı dönemler vardır; fakat bütün hepsi hayat boyunca sürer. Bağımlılık ve özerklik meseleleri dönemsel değil hayat boyu süren meselelerdir.
10. Kişiler arası deneyimin paylaşımı ya da zihinsel durumlar; kendiliğin gelişimi için önemli bir uyum yaratır.
11. Seçici uyum çocuğun öznel ve intrapsişik hayatını ciddi oranda şekillendirir; yani çocuk bu yolla kendisi için belirli bir annenin çocuğu olur.
Bütün bu yeni bilgilerin bize öğrettikleri kuşkusuz daha başka çalışmalarla denenmeli ve geçerliliği test edilmelidir. Ama yine de; şimdiden bu bilgilerin bu alandaki keşiflere yeni ve heyecan verici yollar açtığını söyleyebiliriz.

KENDİLİĞİN EVRELERİ

Ortaya Çıkmakta Olan Kendilik (0-2 Ay)

Çocuktaki insanla bağlantılı olmanın temel duyguları; çocuğun "kendiliği düzenleyici ötekilerle" (self regulating others) etkileşim temsillerini etkin olarak inşa etmesiyle gelişir. Çocuk; kendilik ve nesne algısını birlikte yaratır. Çocuğun çeşidi erken deneyimleri birbirine bağlı ya da birbirleriyle bağlantılı olduğunda çocuk bir "düzenlemenin" ortaya çıkışını deneyimler. Bu şekildeki ille düzenleme bedenle ilgilidir: Bedenin bütünlüğü; eylemleri; içsel duyguları ve tüm bunların belleği. Ortaya çilem akta olan kendilik algısı böylece; düzenleme meydana getirme süreci ve bunun ürünleriyle ayrıca çocuğun birbirinden ayrı deneyimleri arasındaki ilişkilere dair öğrendikleriyle ilgilidir.

Çocuklar; bilginin modaliteler arası transferini yapabilmeye programlıdır. Bu da bütün algısal modaliteler arasında (dokunma; görme gibi) bir örtüşmeye izin verir. Ortaya çıkmakta olan kendilik algısı da bu yolla şekillenir.

Çekirdek Kendilik (2-6 Ay)

Bu evrede çocuk bir çekirdek kendilik ve çekirdek ötekiler algısı geliştirir. Organize bir çekirdek kendilik ve çekirdek ötekiler hissi geliştirmek için çocuğun elindeki deneyimler şunlardır:
1. Kendilik aracısı
2. Kendilik tutarlılığı
3. Kendilik aktivasyonu
4. Süreklilik algısı

Bütün bunlar; tamamen farkındalık dışında yer almaktadır. Bu kendilik algısı; bilişsel değil deneyimseldir. Burada çocuğun; annenin ayrı bir varlık olduğunu algısal anlamda görebildiğini fakat duygusal olarak göremediğini akılda tutmak önemlidir. Çocuk aynı zamanda annenin bakıcılık hizmetini de kendisinin bir parçasıymış gibi deneyimler. Burada muhtemelen; aracı tutarlılığı duygulanımını ve sürekliliğini bunları organize edecek öznel bir perspektifte bütünleştirmek konusunda çocuğa kendi hafızası yardımcı olmaktadır.

Bellekteki vakalar; "armalar" şeklinde veya genelleştirilmiş etkileşimlerin temsilleri olarak organize edilir. Böylece bu "armalar" çekirdek kendilik ve çekirdek ötekilerin temsilini oluşturur. Bu evrede; çocuğun deneyimi kendiliği düzenleyici ötekiler tarafından düzenlenir; ikinci aydan yedinci aya kadar; dikkat merak ve bilişin düzenlenmesi de dahil olmak üzere çocuğun bütün duygulanım spektrumunun çok büyük bir kısmı; ancak annenin ortamda varlığı ve annenin yaptığı etkileşimli aracılık sayesinde mümkün olur. Bununla birlikte çocuk; kendiliği düzenleyici otelcilerle yaşadığı nesnel deneyimi öznel bir deneyim olarak kaydeder. Stern; çocukların anımsayıcı (evocative) bellek kapasitesinin üç ay gibi erken bir yaşa dayandığını vurgulamaktadır. En erken anımsama yaşı ise diğer araştırmacılar tarafından genellikle dokuz ve on iki ay olarak bildirilmiştir.

Özneler Arası Kendilik (7-15 Ay)

Kendilik duygusundaki bir sonraki niceliksel sıçrama; çocuğun; yedinci ve dokuzuncu aylar arasında kendisinin zihinsel olarak işleyen bir varlık olduğunu; diğer insanların da bir zihni olduğunu ve ötekilerin de kendisine benzer veya kendisinden farklı zihinsel durumları olduğunu keşfetmesiyle meydana gelir. Bu noktada kişiler arası eylemler; açık eylemlerden; bu eylemlerin ardındaki içsel öznel durumlara doğru yönelir. Bu evrede kendilik; empati sürecinin farkında olmaya başlar ve ne tür kendilik yaşantılarının paylaşılacağı meselesi ortaya çıkar. Özneler arasılık sadece çocuğun kendiliğinin; annesini algılayışından ayrılması meselesi değildir; bu dönem; ayrıca; anneyle çok daha karmaşık bir ilişkiyi ve çok daha özerk bir kendilik duygusunu da beslemektedir. Bu; neredeyse çocuğun birbirinden ayrı ama ilişkili bir zihinler "kuramını" keşfetmesiyle demektir.

Paylaşma imkânı; fiziksel olarak birbirinden ayrı ve farklı birer kendilik ve ötekinin kesin varlığını yansıtan bir alış veriş olmadığı sürece bir şey ifade etmez. Bu yüzden çekirdek ilişkililiği; kendiliğin ve ötekinin fiziksel ve duygusal ayırt edilmesinin de başarılmasıyla beraber; paylaşımda bulunabilen bir öznel kendiliğin gelişimi için gerekli bir ön koşuldur.
Öznel kendilik algısı; duyguların nasıl paylaşılacağı ya da duygusal uyum meselesini ortaya çıkarır. Duygusal durumların paylaşımı; özneler arası kendilik duygusunun en hâkim özelliğidir.

Sözel Kendilik (15-30 Ay)

İki yaş civarlarında çocuğun dil kazanımı; çocuğa ortak anlamlar yaratmada yeni bir değişim aracı verir ve bu durum çocuğun kendi hayatının bir anlatısını inşa etmeye başlamasına olanak sağlar. Bu evrede sembolik oyun ve dil mümkün hale gelmiştir ve çocuklar kendilerini dışsal ya da nesnel birer varlık olarak tasarlar. Bu evrede kendilik; nesnel bir varille olarak kabul edilebildiği için kendilik yansıtması da mümkün hale gelmiştir. Dil sadece paylaşımı artırmaz aynı zamanda sözlü öncesi (pre-verbal) deneyimler sahası da engellenmektedir. Kendilik; ilk defa gerçeğin (fact) aksine gerçekliğin (reality) nasıl olması gerektiğine dair bir tasarıya sahip olur. Anlam; ortak olarak kabul edilebilecek olan hakkında kişiler arası müzakerenin bir sonucu olarak ortaya çıkar.

Dil; çekirdek ve özneler arası ilişkililiği yeniden düzenler; dönüştürür ve de deneyimde bir kırılma yaratır. Dil; kişiler arası deneyimlerin yaşanma halleri ve temsil halleri arasında bir boşluğu zorunlu kılar. Dil ve sembolik düşünme; çocuğa gerçekliği çarpıtan araçlar verir. Bu araçlar geçmiş deneyimlere zıt düşen beklentiler yaratırlar. Esasen öğrenilmiş olan her şey iki zihniyetin ortak bir sembol sisteminde birleştirilmesinin veya ortak anlamın işlenmesinin yan ürünüdür.

Dil; sadece bireyleşmeyi desteklemez; ayrıca nesneyle ilişkilerin bir sonraki gelişimsel aşamasına geçişi de mümkün kılar. Bu seviyede bütün varoluşsal yaşam durumları hayata geçmektedir. Dil; kişinin; içerdiği bütün potansiyelleri ile hayat hikâyesini anlatabilme yeteneğini oluşturur. Dilin kazanılmasıyla birlikte bazı davranışlar ayrıcalıklı bir statüye kavuşurlar. Böylece birçok mesaj ya da birçok kanal dil tarafından bir hesaba katılabilirlik ve inkâr edilebilirlik hiyerarşisi içinde parçalara ayrılır.

KLİNİK YORUM

Stern yalnızca erken gelişim üzerine yaptığı kendi çalışmasının sonuçlarını değil başka birçok araştırmacınınkileri de bildirmiştir. Mahler in 1950 ve 60 larda yaptığı çalışmaları takiben çocuk gözlem araştırmaları 1970 ler ve 8o ler boyunca çok hızlı ve başarılı bir şekilde ilerlemiştir. Stern; çocukları Mahler in incelediğinden çok daha genç dönemlerinde incelemiş ve çocukların bahsi geçen gelişim evrelerinin Mahler in söylediğinden çok daha erken ortaya çıktığını tespit etmiştir. Stern; çocuğun anneden ayrı olmaya ve kendi içsel amaçlarının ve kendilik duygusunun son derece etkin bir ortak yaratıcısı olmaya doğuştan "programlı" olduğunu söyleyerek önemli bir fikir ortaya koymuştur. Stern; Mahler in "otizm ortak yaşamı" ve "kendiliğin nesneden ayrılması ihtiyacı" fikrine karşı çıkar fakat çocuğun çekirdek kendilikten özneler arası kendiliğe doğru geçerken bakıcı nesneyle ilgili algısında dramatik bir değişim gerçekleştiğini belirtir. Çocuk ille aşamada anneyi sadece aynen diğer nesneler gibi fiziksel bir nesne olarak algılar ve annenin bakıcılık aktivitelerini sanki kendisinin bir parçasıymış gibi deneyimler. Özneler arası evrede ise çocuk anneyi ayrı; kendisi gibi ihtiyaçları olan bir kişi olarak görür. Çekirdek kendilik döneminde de çocuk anneyi algısal olarak ayrı görmekte; fakat duygusal olarak annenin eylemlerini kendisinin bir parçasıymış gibi deneyimlemektedir. Yani bu evrede duygusal bir ayrılma söz konusu değildir.
Stern1" buradaki duygusal ayrılma eksikliğini en aza indirgemiş ve aslında öteki ayrı; çekirdek bir merkez olarak hâlâ çocuk tarafından algılanmaktadır diyerek de bir çelişki ortaya atmıştır. Bir çocuk nasıl hem karşısındakini ayrı olarak algılayıp hem de eylemlerin ötekinden geldiğini algılayamaz? Eğer çocuk bunu duygusal olarak yapamıyorsa burada duygusal ayrılık konusunda bir yetersizlik bulunmalıdır. Belki de Stern bu bakışı kendi bakış açısını Mahler in karşısına oturtmak için benimsemiştir. Bunun da ötesinde Stern çocuğun hareketlenmesini önemli bir aşama olarak görmemiştir. Stern e göre; gözlendiği kadarıyla çocuğun ayrılmayı deneyimlemesi olası değildir ve ayrılma ancak çocukluk sonrası zihnin bir ürünüdür.

BAĞLANMA ARAŞTIRMACILARI: BOWLBY VE TAKİPÇİLERİ (AINSWORTH; MAIN; SOLOMON VD.)

Bowlby; dürtü kuramından bağımsız olan ve gözlenebilen davranışları temel alan bir duygusal gelişim modeli tasarlamıştır. Bu model; incelenen çocuğun zihninden geçenleri çıkarsamaya dayanan bir model olmaktan çok bilimsel olarak onaylanabilir bir modeldir. Bu özellikler Bowlby ın yaklaşımını Mahler ve Stern inkinden ayırmaktadır.
Bowlby ın çalışması James Robertson un 1948 ve 1952 yılları arası boyunca Hampstead çocuk bakım evinde on sekiz ay ve dört yaş arası; yatılı bakım evine gitmiş ya da birkaç hafta veya aylığına hastanede kalmış ve sonra evlerine dönmüş çocuklar üzerinde yapmış olduğu gözlemlerle başlamıştır. Bowlby; Robertson ın gözlemlerini; Heinicke nin" "kısa ayrılmalar" araştırma projesiyle ve bazı başka kültürler arası araştırmalarla birleştirmiştir. Bu araştırmaları ayrıca ilci ve üç yaşlarında; yatılı bakım evleri ve hastanelerde kalmak için annelerinden ayrılan; buralarda geleneksel yöntemlerle bakılan ve sonra evlerine dönen çocuklar üzerinde yaptığı gözlemlerle de destekleyerek iddialarını güçlendirmiştir.

Bowlby a göre altı aydan büyük bir çocuğun ayrılmaya karşı tepkisi şu şekillerdedir: (a) Protesto ve yeniden birleşme isteği. Bu tepki ayrılmanın hemen ardından ortaya çıktığı gibi biraz gecikebilir ve birkaç saat; bir hafta; ya da daha uzun süreler devam edebilir; (b) Protestoyu takiben bir umutsuzluk gözlenir. Çocuk anne özlemiyle meşguldür ve artan bir umutsuzluk içinde görünmektedir; (c) Eğer anne geri dönmezse protesto ve umutsuzluğu takiben er ya da geç bir ilgisizlik görülür.

Eğer çocuğun hastanede kalışı uzarsa ve çocuk birden fazla hemşireye bağlanırsa her hemşire bir zaman onu biralar ve bu bırakılma deneyimlerinin her biri çocuk için kendi annesinin kaybedilmesinin tekrarıdır. Zamanla çocuk ne anneliğin ne de insanlarla kurulan ilişkinin bir önemi yokmuş gibi davranmaya başlar.

Araştırmada ayrılığın uzunluğu; ayrılık sürecinde ve annenin geri dönüşünden sonra; artan rahatsızlıkla ilişkilendirilen düzenli olarak tespit edilmiş bir değişkendir. Ayrılma öncesinde annesiyle ilişkisi olumsuz olan çocukların ayrılmadan rahatsız olduğuna dair bir kanıt bulunmamıştır. Bunun yanında anneyle ilişkinin sıcaklık ve yakınlık derecesi arttıkça çocuğun ayrılık sürecindeki üzüntüsü daha da artar. Ayrılık sıkıntısını belirleyen diğer değişkenlerin rolü ne olursa olsun bugüne kadar görülen en etkili değişken çocuğun annesinin kaybıdır.

Mahler; çocuğun hayata anneyle ortak yaşamsal bir ilişkiyle başladığını farz ettiği için anneden ayrılma konusuna özellikle odaklanmıştır. Fakat Bowlby; Mahler den farldı olarak ve Sander in çalışmalarını izleyerek; çocuğun dokuzuncu ve on sekizinci aylar arasında anne üzerine odaklanma görevini incelemiştir. Çocuğun ilk bakıcıya bir konfor ve güvenlik kaynağı ve bir sosyal ve duygusal eş olarak fiziksel erişim edinmek için sarf ettiği enerjiyi Bowlby güvenli bağlanma olarak değerlendirmiştir. Bowlby bağlanmayı güvenli ve güvensiz olarak ikiye ayırmaktadır.

Bowlby bütün çocukların; "bakıcılarına bağlanma" temel içgüdüsüne sahip olduğunu ve kişiler arası davranışlarını bakıcının ulaşılabilirliği ve iletişime açıldığını garanti edecek şekilde uyarladıklarını ileri sürerken etoloji kuramına başvurmuştur (bkz Heinicke ve Westheimer1").

1970 te Ainsworth; Bowlby ın kuramını da takiben çocukların güvenli (% 60-70 arası Amerikan aileleri) ve güvensiz bağlanma kalıplarının organizasyonu üzerine öncü bir çalışma yapmıştır. Güvensiz bağlanma kalıplarını kaçınmacı; dirençli ve şaşkın/düzensiz olarak üçe bölmüştür. Bu kalıplar birçok bağlanma araştırmacısı tarafından daha sonra da tekrar tekrar tanımlanmıştır.

Araştırmacılar güvenli bağlanma içindeki çocuklarda Mahler in çalışmalarında ne uygulamalar evresinde tanımlamış olduğu; annenin varlığının farkında olmama halini ne de yeniden yakınlaşma evresinde tanımladığı ikircikliliği bulmuşlardır. Aslında bu olgulara sadece güvensiz bağlanma içindeki çocuklarda rastlamışlardır.

İkinci kuşak araştırmacılar; depresyondaki; çift kutuplu; alkolik ya da çocuklarına kötü davranan annelerin çocuklarıyla olan ilişkilerinde ille bir yıldan sonra ortaya çıkan bağlanma sorunlarını incelemişler ve bahsettiğimiz üç güvensizlik kalıbını şu şekilde tespit etmişlerdir:

Kaçınman: Burada anneler üstü örtülü bir şekilde reddedicidir. Çocuk ayrılmadan üzüntü duymamaktadır ve anne geri döndüğünde ondan kaçınır. Dirençli: Bu çok daha az sayıda çocukta görülür. Bu durumdaki çocukların anneleri çocukla daha az iletişim kurar ve daha ilgisizdir ve çocuklar sırayla yapışma ve direnme davranışları gösterirler. Düzensiz/Şaşkın: Anneler çift kutuplu ya da depresiftir; alkolik; istismarcı veya umursamazdır. Çocuklar bu durumda baskı altındaki huzursuzluklarıyla başa çıkmak için tutarlı bir yaklaşma kaçınma davranışı stratejisi düzenleyemezler. Bu yüzden bu kalıba düzensiz/şaşkın denir.

MODERN BAĞLANMA KURAMCILARI VE MAHLER

Bağlanma araştırmacıları Mahler in "yeniden yalçınlaşma evresinde" olarak tanımladığı çocukları (onuncu aydan yirmi dördüncü aya kadar) gözlemlemişler fakat araştırmalarında Mahler in gözlemi olan normal çocukların geçirdiği ikircikli evreyi teşhis edememişlerdir. Diğer bir deyişle yirminci ay ve muhtemelen daha sonrasında da gözlemlenen baskın davranış kalıbı ikircikli olmaktan çok aslında uyumlu bir ilişkidir. Dahası ikircikli davranışlar sadece az sayıda çocukta; daha az pozitif bakıcılık ilişkilerinde ortaya çıkmıştır.

"Daha uzun süreli gözlemler bu çocukların; on sekiz ay civarlarında görülen; annelerine karşı gösterdikleri güvensiz bağlanma kalıplarının kaynağının daha derinlerde bulunduğunu; çocuğun doğduğu ille aylardaki bakıcılık ilişkisine dayanan bir rahatsızlığın parçası olduğunu söylemektedir. Kalıpların kökeni; annelerin bağlanma duygusu ve çocuğun sıkıntılı anlarında etkin bir şekilde kucaklayıp yatıştırma konusundaki yetersizliği ve zorlanmasını da içeren karakteristik savunmacı tepkileridir."
Araştırmalar yirmi dördüncü aylarında en iyi uyumu sağlayan çocukların; on ikinci ve on sekizinci aylarında ayrılma halinde; huzursuzluk da içeren; güvenli bağlanma tepkileri gösterdiklerini gösterdi. Bu çocuklar ebeveynin yokluğunda daha az özerk görünüyorlardı. Araştırmada; ayrılık sürecinde üzgün olan ve ebeveynini arayan ve sonunda kavuşan çocukların yirmi dördüncü aylarında daha uyumlu bir gelişim gösterdikleri şeklinde bir sonuca varılıyordu. Mahler in özerklik olarak görmüş olduğu şey aslında savunmacı uzaklaşma olabilir miydi?

Araştırmacılar yeniden yakınlaşma sürecinde ikircikli davranan çocukların aslında normal olmadıkları ve hayatlarının ilk yılı içindeki anne-çocuk ilişkisinden kaynaklanan patolojik durumdan muzdarip oldukları sonucuna varmışlardır. Ve esasen annesiyle ilk ilişkisi olumlu olan bu çocuklar yeniden yakınlaşma sürecini ikircikli olmayan bir şekilde atlatmışlardır.

Bakıcılık ilişkisindeki çocuk ve bakıcı arasındaki alış verişin niteliği; özellikle yeni yürüyen çocuğun bakıcısıyla sıcak ilişkisini devam ettirirken kendi inisiyatifini de sosyal alışverişe dahil edebilme kabiliyeti; çocuğun bağımsız diye nitelendirilebilecek bir davranış gösteriyor olmasından çok; çocuğun doğal işleyişinin bir göstergesidir. Bu durumda çocukluktaki uyumlayıcı davranışları özerklik kavramıyla değil girişken ilgi kavramıyla tanımlamak daha iyi olacaktır. Ve sonuç olarak büyüklerime ve bölünmeci savunma normal gelişimin değil; patolojik gelişimin bir parçasıdır.
Bağlanma araştırmacıları; Mahler in annenin kendiliğin ortaya çıkmasındaki önemini vurgulayan fikrini onaylamışlar; fakat bunun çocukta izlediği farklı yöne vurgu yapmışlardır.

YORUM

Araştırmacılar normal anne-çocuk ilişkisi organizasyonunun patolojik olandan çok farklı olduğunu düşünmüşler ve patolojik durumların geçmişe dönük analizini temel almayan bir normal gelişme kuramına ihtiyaç olduğu sonucuna varmışlardır. Ayrıca normal ve patolojik olan birbirinden çok farklı geliştiği için normal durumların sabitlenmesine dayanmayan bir psikopatoloji kuramına da ihtiyaç vardır.

DUYGU DÜZENLEMESİ VE KENDİLİĞİN KAYNAĞI: A. N. SCHORE

Çocuğun kendiliğinin gelişiminde annenin rolünü kavramak için yapılan katkılar sadece yukarıda bahsettiğimiz Mahler; Stern ve Bowlby ın çocuklar üzerine yaptığı psikanalitik çalışmalardan ibaret değildir. Bu konuda nörobiyoloji alanında yapılmış ve daha yakın tarihe ait olan A. N. Schore un ilginç çalışması son derece önemli katkılar sağlamaktadır.

Bu çalışmanın gerçek derinliğini ve konuya olan karmaşık katkısını tam olarak kavrayabilmek için burada sadece bazı yönlerini özetlemeye çalışacağım bu eserin kendisini de okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum.

Çocuk araştırmaları; hayvan araştırmaları; nöroanatomi ve nörokimya alanındaki çalışm