Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Dene(Me) Yanıl

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Birkaç gündür sosyal medyada paylaşılan bir video hakkında karalamak istedim. Birçok kimse izledi bu videoyu ve Türkiye’de neden bilim insanı yetişmiyor başlığıyla paylaştı sosyal medya hesaplarında.

On yaşlarında bir çocuk; içi su dolu bir balonun ateşe teması halinde patlamayacağı hipotezini ispatlamak için sıvamış kolları. İnsanlık için küçük; fakat onun için büyük bir adım. Bir bilin artı ve eksi kutuplarına doladığınız kablonun uçlarını ampule bağladığınızda ampulün yandığı vakti hatırlayın. Nasıl da heyecanlanmıştınız. Bu deney de çocuğu öylesine heyecanlandırıyor işte. Karşısında bu anı ölümsüzleştirmek isteyen biri var. Belki annesi. Deneyin en can alıcı anında anneannenin kolu görünüyor ve çocuğun balona doldurmak üzere eline aldığı su şişesini bir hışımla kapıveriyor. “Akşam o suyu içiyorum” diye haykıran anneanneye dönüyor çocuk ve kestik.

Bebek dünyaya geldiği andan itibaren doğal bir kaşiftir. Yabancısı olduğu dış dünyayı yaparak ve yaşayarak öğrenir. Alıcı ve ifade edici dil yetisinin henüz gelişmediği; yaşamın ilk yıllarında daha ilkel metotlarla keşfeder dünyayı. Ateşin yaktığını anlaması için önce ona dokunması gerekir. Elleri ve ağzı önemli keşif araçlardır onun için. Görerek; işiterek; koklayarak; dokunarak ve tadarak anlar dünyayı. Dil gelişimiyle birlikte ise sorular sormaya başlar. Zaman zaman ebeveynler bunalsa da bu sorulardan aslında bular; çocuğun dünyayı anlama ve anlamlandırma çabalarıdır.

Bu doğal kaşif; ilk zamanlar ebeveynleri; sonraları da “okul” tarafından aldığı darbelerle ölür ya da yaşamının geri kalanını “sakat” olarak tamamlar. Kimi zaman önemli gayeler için gerçekleşir bu cinayet. Çocuğu tehlikelerden muhafaza etmek için yapılır bazen. Kimi zaman da anne baba kendi yetersizliğiyle yüzleşmemek adına ağzına tıkar çocuğun sorularını. Birçok öğretmen; üstün potansiyelli çocuklarla bu nedenle çalışamaz örneğin. Durduk yere icat çıkarma başımıza…

Her biri doğal kaşif olarak dünyaya gelen çocuklar; zamanla sıradanlaştırılır; hayal dünyası ve merakı ipotek edilir. Belirli sınırlarda düşünmesi; ötesini sorgulamaması öğretilir. Kalıplara uyması; kalıbın dışında çıkan tarafların ise törpülenmesidir eğitimden beklenen.

İlkokul sıralarında bir öğretmenim sınıfa dönüp “bilgisayarlar konuşabilir mi” diye sormuştu. O vakit hiç bilgisayar görmemiştim; fakat izlediğim bir yabancı filmde çocuk; bilgisayarıyla konuşuyordu. Büyük olasılıkla fantastik bir filmdi. Heyecanla el kaldırıp “evet öğretmenim; bilgisayarlar konuşabilir” demiştim. Terslemişti:

- Hadi oradan bilgisayar konuşur mu hiç!

Terslenmek hoşuma gitmemişti. Eve varana kadar benimle yürüyen arkadaşıma izlediğim filmde bilgisayarın nasıl konuştuğunu anlatmıştım. O da inanmamıştı. Ben de bir müddet sonra vazgeçmiştim. Öyle sanıyorum şimdilerde öğretmenim iphone’daki “siri” ile sık sık konuşuyordur.
Ebeveyn olmak çocuğa rehberlik etmeyi gerektirir. Elbette sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için sınırlar söz konusu olacaktır; fakat bu sınırlar çocuğu çarptığında yaralamayacak; canını acıtmayacak ve vazgeçirmeyecek sınırlar olmalı.

Kullanılmayan birkaç kitaplığı çıkardığımız tavan arasında kurduğum ilk laboratuarımı hatırlıyorum. Ortaokula henüz başlamıştım. Kendi imkanlarımla yaptığım deney tüpüm; annemden ödünç aldığım sirke ve çamaşır suyu o zamanlar laboratuarımın ilk materyalleriydi. Birgün babam ziyarete gelmişti.

- Anlat bakalım oğlum; neler yapıyorsun burada?

Mumun ucuna batırdığım bakır teli daldırdığım su kabını gösterdim. Tüp bitince suyun soğuk akmasına neden olan şofbene alternatif bir şey tasarlıyordum. Babam gülmüştü. Öyle alay eder gibi değil. İyi niyetliydi.

Mum eriyip bitmişti. Su ısınmamıştı; ama olsun babam gülmüştü.