Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Anksiyete Nedir ?

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:13    Güncellendi: 18.02.2025 22:13
Anksiyete bozuklukları genel popülasyonda en sık görülen ruhsal bozukluklar olarak tanımlanmaktadır. Öztürk anksiyeteyi; nedeni bilinmeyen; içten gelen; belirsiz; korku; kaygı; sıkıntı; kötü bir şey olacakmış endişesi ile yaşanan bir bunaltı duygusu olarak ifade etmiştir. Ayrıca yaşamı tehdit eden ya da tehdit şeklinde algılanan bir çeşit alarm duygusudur. İçten ya da dıştan gelen tehlikeler ya da tehlike beklentilerine karşı yaşanan bir tepkidir. Çok hafif gerginlik ve tedirginlikten panik derecesine varan değişik yoğunluklarda olabilir.

Çevik ve Cüceloğlu kaygı ile korkunun sıklıkla karıştırıldığını ifade etmektedir. Korku; bilinçli olarak tanınan; belirli bir tehlike karşısında ortaya çıkan heyecansal bir tepkidir. Örneğin “Ben kediden korkarım” burada korkunun kaynağını bilinir. Kaygı ise kişi tarafından bilinmeyen; belli olmayan; objesiz tehlikelere karşı verilen heyecansal bir tepkidir; bireyin kendi varlığı için gerekli olan değerlerin; tehdit edilmesi halinin yaşandığı doğal içsel bir durumdur. Korkuda tehdit dışarıdan kaynaklıdır; benliğinin bütünü tehlike altında değildir. Kişi tehlikenin ne olduğunu bilir ve bununla uğraşmak için kaçma veya savaşma biçiminde bir davranış gösterebilir ve korku veren durum ortadan kalktığında rahatlayabilir. Kaygı ise daha genel bir durum olup korkudan daha şiddetli ve daha uzun sürelidir ( akt. Yenilmez).

Literatürde anksiyetenin patolojik özelliklerinin yanısıra uyuma dönük işlevi de olduğu vurgulanmaktadır. İç ve dış tehlikelere karşı koruyucu; uyarıcı; önlem alınmasını sağlayan bir yönü de vardır. Algılanan bu tehlikelere karşı benlik (ego) savunma düzeneklerini kullanarak başetmeye; önlem almaya; kendini korumaya çalışır.
Cüceloğlu kaygının olumlu veya olumsuz olduğunu anlayabilmek için kaygının derecesinin ve başarılması amaçlanan görevin zorluk düzeyinin bilinmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu şekilde kaygının şiddeti ve başarmak istenen görevin zorluk derecesi; kaygının olumlu ya da olumsuz olduğunu belirlemektedir (akt. Macila).

Öktem kaygıyı; kişinin başına bir tehlike gelebileceği duygusunu huzursuzluk; gerilim ve hoş olmayan bir duygusal durum olarak karakterize etmektedir (akt. Deniz ve ark.) hızının artmasını; benzin sararmasını; ağzın kurumasını; terlemeyi; iskelet kaslarında bir gerginliği; titremeyi içeren karakteristik bir otonom sinir sistemi faaliyeti olarak tanımlamıştır. Yine kaygıyı doğuran; kişiliğin içinden gelen bir tehlike; tehdit işareti olduğunu ve bunun bir dış duyum tarafından uyarılmış olabileceğini ifade etmektedir.
Doğan ve arkadaşlarının yaptığı araştırmada; kaygı düzeyinin yüksek olması; bireyin daha katı; daha basit davranışlara gerilemesine; endişeli olmasına ve memnun etmeye aşırı odaklanmasına neden olduğunu belirtmektedirler. Bununla birlikte orta düzeydeki kaygının organizmayı uyarıcı; koruyucu ve motive edici özelliği vardır. Kaygı iyi yönetildiğinde; bireyin başarılı olmak için daha fazla çalışmasına; yaşanacak olumsuzluklara karşı önlem almasına yardımcı olmaktadır .

Literatürde insanın kişilik yapısını ve davranışını inceleyen biyolojik; fizyolojik bütün kuramlar ve bütün ruh bilim öğretilerinin daima kaygıya yer verdiğini belirtmektedir. Bazı kuramlar anksiyeteyi kişiliği oluşturan ilk temel güç olarak kabul etmiş; kimisi de ikincil olarak oluşan ama kişiliğin yapılanmasında; gelişmesinde ve davranışın ortaya çıkmasında önemli rolü bulunan bir etken olarak değerlendirmiştir.

Literatür de anksiyetenin tarihçesi ile ilgili kelimesinin kökünün eski Yunanca “anxietas” olup endişe; korku; merak anlamlarına gelen bir kavram olduğu belirtilmiştir.
Anksiyete; 1869 da Beard tarafından tanımlanmış olan içinde ikinci derecede bir belirti olarak yer alırken; yıllar içinde çeşitli yazarların nevrasteniyi farklı sendromlara bölümleme çabalarıyla ön plana çıkmaya başlamıştır. Anksiyete bozukluklarını kapsamlı bir biçimde ilk ele alan Sigmund Freud dur. Freud yaklaşık 100 yıl evvel ilk kez anksiyete nevrozunu ayrı bir sendrom olarak tanımlamış ve 1894 de anksiyetenin fiziksel ve ruhsal belirtilerini bir araya getirerek anksiyete nevrozu nu tanımlamış ve anksiyeteyi nevrasteni kapsamının dışına çıkartmıştır. Bu dönemde Freud; yazılarında; histeri ve hipokondriyazis gibi geleneksel nevrozların psikolojik kökenli olduğunu söylerken; buna karşı anksiyete nevrozu ve obsesyonel durumların organik kökenli olduğunu öne sürmüştür (Nutt; 1998). Böylece; o tarihe kadar nevrasteni içinde bir belirti olarak yer almış olan anksiyete; Freud la birlikte; diğer belirtilerin etrafında toplandığı psikolojik bir antite olarak tanımlanmaya başlanmıştır.

Literatürde Freud’un anksiyete nevrozu kavramının oldukça kapsamlı bir kavram olduğu vugulanmaktadır. Domrich’in tanımladığı “anksiyete nöbetleri” de bu kavram içinde yer almaktadır. Freud’un bu betimleyici çalışmaları anksiyete bozukluklarının sınıflamasının bugünkü temellerini oluşturmuştur.


Kaynaklar: Çakmak Ö. ve ark.; Ersoy F; Edirne T; & Oğuz TF.; Öztürk MO.; Yenilmez K & Özbey N.; Köknel Ö.; Macila E.; Tükel R.; Gündüz S.; Özakkaş T.; Baykan H & Kul M.