Geçenlerde danışanlarımdan birinin söylediği bir sözdü aslında beni bu yazıyı yazmaya iten. Şöyle demişti; “Size ilk geldiğim gün kapıdan içeri girdiğimde; yaşadığım zor durumla ilgili bana birkaç tavsiye vermenize; yol göstermenize dair bir beklentim vardı; siz de bana o yolu bulmamda bana yardımcı olabileceğinizi ancak bir tavsiye veya öneri vermeyeceğinizi söylemiştiniz. Şimdi bakıyorum da iyi ki bana bir tavsiye vermemişsiniz yoksa kendimi keşfetmenin; ben olmanın tadına varamazdım; yine her zaman yaptığım gibi diğer insanlara uygun bir yol izlerdim.”
Bu sözleri duyunca hem dokuz haftalık yolculuğumuz doğru duraklara uğradığı için kendimi iyi hissettim hem de terapi ile ilgili insanların aklında hala doğru bilinen yanlış düşünceler olduğunu fark ettim.
Hepimiz birer kâşif gibiyiz aslında... Çünkü yaşamımızın her döneminde hayatın bize sunduğu yeni ve farklı öğretileri keşfetmeye çalışıyoruz. Her yeni beceriyi keşfettikçe hem onu hayatımıza uyarlayabilmek için hem de bir diğeri için yeni bir heyecan duyuyoruz. Bazen de gösterdiğimiz bu çaba yetersiz kalabiliyor veya o keşif döneminde sıkıntılar yaşanabiliyor ve öğrendiklerimize can veremiyoruz. İşte tam da bu evrede psikoterapi karşımıza çıkıyor.
Nedir bu psikoterapi dediğimiz şey? Bir psikoloğa gidip ondan hayatımızda kötü giden şeyleri düzeltmesini beklemek mi?
Psikoterapi dediğimiz olgu özünde çok basit bir anlama sahip. Kişinin duygularını; düşüncelerini; tutumlarını; konuyla ilgili kişisel geçmişlerini; davranış ve diğer insanlarla olan ilişkilerini yapısal bir şekilde; bir psikolog desteği ile güvenli bir şekilde incelemesidir; psikoterapi.
Örneğin; benim hiçbir fiziksel rahatsızlığım yoksa ve sık sık bayılacakmış gibi hissedip; kalp krizi geçiriyorum; ölüyorum diye soluğu hastanelerin acil biriminde alıyorsam; panik bozukluk rahatsızlığına sahip olabilirim. Yaşadığım bu hisler; gerçekten kalp krizi geçiriyormuş gibi terlemem; kalp atışlarımın; nabzımın hızlanması gibi durumlar geçmiş deneyimlerim ve bunların beraberinde zihnimde oluşturduğum otomatik düşüncelerimle alakalıdır. Bu noktada başvurmanız gereken yerler psikoloji ve psikiyatri birimleridir.
Bu birimlere başvurduğunuzda karşılaşacağınız ilk şey karşınızdaki uzmanın sizi tanıma isteğidir. Sizi iyi tanımalıdır ki; size yardımcı olabilsin ve yüzlerce teknik içinden sizin yaşam biçiminize uygun olanını bulmanıza yardımcı olabilsin.
Esasında psikoterapideki en hassas ve en önemli bölümlerdir; ilk seanslar. Ancak bizim onca sene içimizde büyüttüğümüz rahatsızlığın iki veya üç seansta çözülmesine dair öyle büyük bir isteğimiz vardır ki; hemen bir çözüm yolu; bir tavsiye isteriz psikolog hanımdan veya beyden. Bazılarımız bu istekleri reddedilince küserler ve çareyi bir başka psikoloğa gitmekte veya bir psikiyatri uzmanına gidip ilaç almakta ararlar. Bazılarımız ise kendilerine söylenenleri düşünür; sabırla ve kararlılıkla yolculuklarına devam ederler. Yolculuğun sonunda vardıkları yerde asıl sahip oldukları kişiyi; kendilerini görürler ve onunla bütünleşerek hayatlarına devam ederler.
Sabırlı ve kararlı olmak psikoterapi için olmazsa olmazdır. Çünkü hiçbir zaman; hiçbir psikolog size şöyle yapın veya bu şekilde yapsanız daha uygun olur gibi tavsiyeler sunmayacaktır. Yüzlerce tekniğin içinden size uygun olanı sizin bulmanızda size destek olacaktır. Çıktığınız terapi yolculuğunda zaman zaman mola verip; dinlenebilirsiniz veya karşınıza büyük bir taş çıkabilir sizin yola devam etmenizi engelleyebilir. Bunlar süreç içinde normal kabul edilen şeylerdir. Önemli olan; o anlarda molanın keyfini çıkarmak ve o an aklınızda olan düşüncelerinizi sorgulayarak taşın yoldan kaldırılmasına yardımcı olabilmektir.
Terapi süreci sizin kendinizi keşfettiğiniz bir dönemdir. Yaşadığınız olayları tekrar sorguladığınız; zihninizde oluşturduğunuz otomatik düşüncelerinize gerçekçi bakmaya başladığınız; neyi neden yaptığınızı fark ettiğiniz ve bunları hayatınıza uyarlamaya başladığınız bir değişim sürecidir. Unutmayın; bu değişimin başkahramanı sizsiniz ve siz ne isterseniz hayatınızda o olacak!