Günümüz anne-babalarını 20 yıl önceki ebeveynlerle; kendi ebeveynleriyle kıyaslarsak arada tarif edemeyeceğimiz kadar büyük farklar görürüz. Eğitim seviyesinin yükselmesi; medya; internet ve basılı yayınlar aracılığıyla çeşitli uzmanlara ulaşmanın kolaylığı gibi faktörler ebeveynlik tutumlarında bilinçlenmeye; çocukların dünyasını; duygularını; ihtiyaçlarını daha iyi anlamaya yardımcı olurken neler oluyor da çocuklar daha mutsuz daha doyumsuz olarak tanımlanıyor?
Anne-babaların doğallığını yitirmesi; çocuklarını birer proje olarak görüp en iyiyi başarma arzusu ve çocukların tüm isteklerinin yerine getirilmesi bu soruya verilebilecek cevaplardan bazıları. Çocukların her isteğinin yerine getirilmesi; anne-babalar tarafından onları mutlu etmek; kendilerinin sahip olamadığı imkânları onlara sağlamak yani iyi ebeveynlik olarak algılanmakta. Konuya çocuklar açısından baktığımızda ise bu durumun derin bir boşluk; güçsüzlük; güvensizlik oluşturduğunu görmekteyiz. Ufak tefek hayal kırıklıkları insanı olgunlaştırır fakat çocuklar için bu durumu yaşadıkları ortam önemlidir. Aile içerisinde yaşadıkları minik hayal kırıklıkları onlar için yumuşak bir geçiş; üstesinden rahat gelinebilecek şeylerdir. Evde hayal kırıklığı yaşamayan; hayır cevabını duymayan bir çocuk ise hayal kırıklıklarını sosyal ortamlarda; arkadaş çevresinde yaşamaya başlar ve bunlarla baş edebilme konusunda çok daha zorlanır. Örneğin arkadaşları arasında oynarken sürekli kendi istediği olsun diye ağlayan; kurallara uymak istemeyen bir çocuk; arkadaşları tarafından kabul görmeyecek; ya içine kapanıp o ortamdan uzaklaşmayı ya da saldırganlaşarak öfkesini dışa yansıtmayı tercih edecektir. Her iki durumda da çocuğun sağlıklı arkadaşlık ilişkileri geliştirmesi zorlaşacaktır. Sırf bu yüzden okula gitmek istemeyen çocuk sayısı hiç de az değildir. Her şeyi yönetme arzusu; hep birinci olma isteği evde fazlasıyla beslendiği; desteklendiği için özellikle çocuklar okula başladıklarında bu sorunlar daha çok su yüzüne çıkar. Arkadaşlık ilişkileri konusunda zorlanan çocuklar; okulun kurallarına uyma konusunda da zorluk çekerler; çünkü sınırlama; otorite kavramları daha önceki dönemde aile ortamında; yaşlarına uygun olacak şekilde hayatlarına sokulmalıdır.
Kurallar ve sınırlar çocuğu sıkmak; ona baskı yapmak için değil; ona güvenli bir ortam sağlamak için oluşturulmalıdır. Çocuklar her ne kadar kurallara uyum sağlamakta zorlansalar da aslında kuralları severler; çünkü belirli sınırlar içerisine alındıklarında kendilerini güvende hissederler. Yaşları itibariyle kendilerine nerden zarar gelebilir; hangi tutum onlar için daha iyi olacak; bunları bilme konusunda yetersizler; sadece dürtülerine göre onlara heyecan; haz veren şeyleri yapmak; elde etmek isterler. Bu yüzden; ebeveynler olarak çocukların gerçek ihtiyaçlarını anlayıp; onları korurken ve özgürlüklerini sağlarken belirli sınırlar oluşturulmalı ve çocukların yaşına göre; anlayabileceği kurallar belirlenmelidir.
Her istediğini elde edebilen; ihtiyacına göre değil de sadece çocuğun isteğine göre alış-veriş yapan ailelerde yetişen çocuklar; mutlu olmayı bir maddeye; yeni alınacak bir nesneye bağlarlar. İlk başta çok heyecanlanır; almak istediği şeyi elde ettiğinde ise bu heyecan kısa bir süre sonra kaybolur ve çocuk yeni bir heyecan peşine düşer. Elde ettiği şeylerden mutlu olamadığını fark ettiğinde ise içerisinde derin bir boşluk oluşur ve bunu nasıl dolduracağını bilemez. Oysaki o boşluk; hayaller; ümitler; manevi değerler; manevi ödüller; başarılar; arkadaşlık ilişkileri gibi birçok ihtiyacın sonucunda ortaya çıkan bir boşluktur. Aileler ise çaresizlik içerisinde “şimdi ne yapsak; mutlu olması için ne alsak” düşüncesinde olabilir. Özet olarak şunu söylemek gerekirse çocukların ihtiyacı olan şey; sevildikleri; duygularının dinlendiği; anlaşıldığı; kendilerini ifade edebildikleri; korundukları; güvende hissettikleri yani fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarının karşılandığı sıcak bir aile ortamıdır; ihtiyacından fazla alınan oyuncaklar; ayakkabılar; kıyafetler ve sadece arkadaşı da sahip olduğu için alınan eşyalar değildir.