Kayseri de bir tek Erciyes Dağı’nı biliyordum. Bu bölgede psikoterapi için bana gelen çoğu danışanımdan öğrendim ki bir de "Analar Dağı" varmış. Çocukken yaramazlık yaptıkların da annelerinin onları kapıyı çarpıp gitmekle tehdit ettikleri dağ ın adıdır Analar Dağı. Anneleri kapıyı çarpıp hiç gitmedi belki ama ne acı ki o çocuklar şimdi birer yetişkin olduklarında psikoterapi için bizim kapımızı çalmak zorunda kalıyorlar. Hemen hepsinin de hissettikleri duygular birbirine benzemekte; bir türlü anlam veremedikleri; terk edilmek; yalnız kalmak; değersizlik; güvensizlik gibi duygular…
Bir çocuğun ruhsal olarak sağlıklı bir zeminde yetişebilmesi için iki temel duygusunun karşılanmasına ihtiyaç duymaktadır. Bunlar; sevgi ve güven duygularıdır. Bu duyguları çocuğa verebilecek en önemli kişiler ise yetişme döneminde en fazla ilişki halinde oldukları kişiler olarak anne ve babalarıdır. Bu duygulardan herhangi biri ya da her ikisi de eksik kaldığı takdirde çocuğun benliğinde -izleri uzun yıllar hissedilebilecek- bir boşluk; değersizlik; yetersizlik; yalnızlık ve güvensizlik duyguları oluşacaktır. Bu tarz duyguları sürekli olarak hissediyor olmak ciddi kişilik sorunlarını da beraberinde getirebilmektedir; kişi bu duyguları yaşamamak adına zaman zaman karakterinden tavizler vermek zorunda kalabilmektedir.
Çocuklar; yaklaşık 12 yaşına kadar soyut olan kavramları algılayamazlar. Onların soyut olan deyimlere yükledikleri somut anlamlar bunun bir örneğidir. “Etekleri zil çalmak” deyimini duyduğunda çocuğun zihnine üzerinde ziller olan ve hareket ettikçe zil sesi çıkaran bir etek gelecektir ve bu sözün neden kullanıldığına pek bir anlam veremeyecektir. Ya da çocuğa; “başım çatladı” diye bir cümle kurduğunuzda çocuk; gerçekten başınızda bir çatlak oluştuğunu düşünecektir. Çocukların bu özellikleri ebeveynler tarafından bilinmediğinde ya da göz ardı edildiğinde ortaya çok ciddi iletişim çatışmaları ve yanlış anlamalar doğabilmektedir. Çocuğa şaka yollu ya da onu korkutmak amaçlı söylenen birtakım sözleri; çocuk kendi düşünce dünyasında çok farklı şekilde kurgulayabilir ve olumsuz bir duyguyla bilinçaltına kaydedebilir.
Adı “Analar Dağı” olmasa da birçok anne; çocukları istedikleri gibi davranmadıklarında onları sevmemek ya da bir gün ansızın çekip gitmekle tehdit edebiliyorlar. Bunu yaparken çocuklarının daha uslu ve disiplinli davranmalarını amaçlıyorlar muhtemelen ancak olayları hep somut olarak yorumlayan çocuklar açısından bu maalesef hiçte öyle olmuyor. Annelerinin bir gün ansızın kendilerini gerçekten terk edebileceği kaygısı çocukların benliklerinin en derinlerine kazınıyor. Bu çocuklar; ileride çocukluk dönemlerinde yaşadıkları bu tarz travmaların izdüşümlerini -başta ilişkileri olmak üzere- birçok alanda yaşıyorlar. Ya terk edilme korkusuyla hiç kimseyle ilişki kuramıyorlar; ya terk edilmemek için bir başkasına bağımlı bir hayatlar yaşıyorlar ya da terk edilmek duygusunu yaşamamak adına ilişkilerinde terk eden taraf olmayı tercih edebiliyorlar.
Siz siz olun -ne kadar sinirlenseniz de- çocuğunuzu onu sevmemekle ya da bir gün çekip gitmekle tehdit etmeyin. Çocuk; bunun bir şaka ya da blöf olduğunu anlamayacaktır. Kendi iç dünyasında bu tehdidi gerçekleşmesi her an mümkün olabilecek bir durum olarak yaşayacaktır. Bu durumun bir sonucu olarak birer yetişkin olduklarında kurdukları partner ve evlilik ilişkilerinde çocukluk dönemlerinden getirdikleri olumsuz duyguları hissetmeye devam edeceklerdir.