Sürekli başkaları için yani “baskın öteki” için yaşadığını hisseden insanlar vardır. Bu; kişinin çalıştığı kurum; sevgilisi; eşi; annesi; toplumsal çevresi olabilir. Buradaki önemli nokta bireyin kendi için değil öteki için ve onun isteklerini doyurmak için yaşadığıdır. Kişi kendini sürekli iş yerinin kuralları; aile içi dengeler; parterin ihtiyaçları vb. birçok duruma uydurmak ve ona göre davranmak zorunda hisseder. Aklında sürekli acaba yanlış mı yaptım; bir hata mı işledim; şimdi beni yargılarlar mı; böyle yaparsam ayıplanırım gibi düşünceler gelir ve kendini mutsuzluğa sürükler. Herkese ve her şeye göre uygun; eksisiz bir yaşantının mümkün olmadığını anladığı zaman ise çaresizlik ve depresyon ortaya çıkar. Sıklıkla başkası için yaşamaya son verecek bir alternatifi; kabul ya da hayal edemez. Başka biri ya da başka bir şey için yaşamanın işe yaramadığını fark eder ancak değişemeyeceğini hisseder. Ötekinden istediği yanıtı alamazsa ya da olanaksız hedeflerine ulaşamazsa yaşamı değersiz algılar ve bu da çökkünlük ve depresyonu doğurabilir.
VİCDANIN SESİ
Hayatta bazı kurallar ve yasaklar olduğunu anladığımızda (takribi 5-6 yaş) vicdanımız gelişmeye başlar. Vicdan; ilkeler; kurallar; ahlaki değerler; haklar; örfler; adetler; ananeler; toplumsal yargılar ve değerlerden oluşur ve kişinin bu değerleri eksiz uygulamasını bekler. Bizler bu kavramları önce anne babamızdan; sonra yakın çevremizden ve toplumdan öğrenir ve içselleştiririz. Uygulamalardaki eksiklik; yani vicdanın beklentileri ile yapılabilinenler arasındaki fark vicdani yargıları ve akabinde suçluluğu etkinleştirir. Suçluluk vicdanın; yasağı aşmaya; yasağa karşı gelmeye verdiği bir tepki olarak özetlenebilir.
Kişinin kendisini ya da başkalarını suçladığı; hesap sorup yargıladığı durumlar şiddetlenmiş vicdani yargılamaya örnektir. İçimde yanlış yaptığımı söyleyen (“iyi etmedin; keşke yapmasaydın; haksızlık ettin.” gibi) bir ses var dediğimizde bu vicdanın sesidir. Bu seste suçlama ve yargılama vardır ve suçluluk duygularına neden olur. Bazen bu ses algılanmaz; onun yerini doğrudan suçluluk ve beraberinde değersizlik ve utanç duyguları alır (“ahlaksız biriyim; işe yaramazım; hiçbir şeyi hak etmiyorum” gibi).
UTANÇ
Suçluluk ve utanç iç içe geçen ve birlikte görülen duygulardır. Utanç duygusu; kendimize biçmek istediğimiz güzel değerlerle ilgilidir. Olmak istediğimiz kişi olamayınca ya da istemediğimiz bir tarafımız ortaya çıkınca utanırız. Burada da vicdanın sesi devreye girmiştir.
DEPRESYON
Depresyonun nedenlerinden biri de “idealleri”mize; yani olmak istediklerimize olan mesafenin uzaklığının bize fark ettirilmesidir. Bu duruma eşlik eden vicdani yargılamaların şiddeti; eksiklik ve suçluluk hislerinin şiddetlenmesine neden olur. Depresyon aslında defolarımızı kabullenme; kendimize tahammül edebilme potansiyelimizle can yakıcı bir yüzleşmedir. Suçluluk ve utanç duyguları ve vicdanı oluşturan yaşantılar güzel bir şekilde değerlendirilirse kişinin depresyonu anlamlı bir şekilde atlatılabilir.
UMUTSUZLUK VE DEPRESYON
Umutsuzluğun yer aldığı en önemli psikolojik bozukluklardan birisi depresyondur. Birçok depresif kişi tedaviye mutsuzluk ve umutsuzluk yakınması ile başvurur. Yapılan araştırmalar; depresif hastaların %78 den fazlasının geleceğe olumsuz baktığını belirtmiştir. Bu oran depresif olmayan hastalarda ise %22 dir. Umutsuzluğa eşlik eden diğer bulgular ise değersizlik; çaresizlik; mutsuzluk; kararsızlık; eyleme geçememe; işlerini sürdürememe ve suçluluk duygularıdır.
Her bireyin kendini güçlü ve değerli hissetmek için gerçekleştirmeye çalıştığı beklentileri vardır. Depresyon ve umutsuzluk ise bu beklentilerin kesintiye uğraması sonucu bireyin güçsüz ve çaresiz hissetmesidir. Bütün bu beklentiler altında temel olan belli başlı istekler vardır.
1. Değerli; sevilen; istenen birey olmak
2. Güçlü; üstün; güvenli; başarılı olmak
3. İyi ve seven olmak
Ancak güçlü ve sarsıcı bir yaşam olayı; düş kırıklıkları ve örselenmeler engel ve çatışma yaratır. Bu çatışmada benlik güçsüz kalır ve öz saygı düşer. Artık birey umutsuzluk içindedir. Umutsuzluk içindeki birçok kişinin yaşam öykülerinde karşılıksız bir aşk; arkadaş veya sevgili tarafından uğranılan bir ihanet; iş yerinde haksızlığa uğrama; iş kaybı; para kaybı; sınavlarda uğradığı bir başarısızlık; elindeki kaynaklarla gelecek hedeflerine ulaşamayacağı gibi travmatik bir simge bulunur. Önemli olan yaşanılan travmanın neden bu kadar çaresiz bir duruma yol açtığını kavramaktır. Asıl çözüm görünür travmanın altındaki derin umutsuzluğu bulup; ortaya çıkarmaktır.
Çok küçükken(bebeklikte); insan umutlarını annesine bağlamıştır. Onun sevgisi; ilgisi; varlığı umuttur. Annenin hep yanında olması ve küçük ayrılıklardan sonra hemen dönüp orada olması bebeğe güven duygusu verir ve değerli olduğunu hissettirir. Aksi bir durum; annenin ya da birincil bakıcının eksikliği ve kaybı; ise bebekte güvensizlik; değersizlik ve umutsuzluk duygularının yerleşmesinde ilk belirleyici olabilir. Sonra yavaş yavaş büyümeye başlarsınız. Büyüdükçe yeni insanlar girer yaşamınıza; annenizin tek umut olmaktan çıkması gerekir. Yaşamınıza yeni giren insanlar; işler; hedefler olmazsa; derin bir yalnızlık ve umutsuzluk hissederiz.
Daha erken yaşlarda bireyler umutlarını daha çok dışsal koşullara bağlarken; yaş aldıkça sıkıntı ve rahatsızlıkların kaynağını kendinde arama daha ağır basar. Umutsuzluğun altında çözümlenmemiş içsel çatışmalar vardır.
Bazen bu durum farkında olunur ve kabullenilmiştir. Hayatın böyle sürüp gideceğini bunun onun kaderi ve talihsizliği olduğunu ve katlanması gerektiğini düşünür ve boyun eğer. Hayatını değerli ve anlamlı kılacak hiçbir şey yoktur ve olmayacaktır. Umutsuzluğun nedeni de şuan ve gelecekte bu durumu değiştirmek için yapabilecek hiçbir şeyinin olmadığına olan inancıdır.
Umutsuzluk etrafımızdaki eş dost tanıdıklarımızdan iyi niyetli nasihatlar; övüler; cesaretlendirmeler ile hemen değişecek bir ruh hali değildir. Kişinin bebekliğinden itibaren annesi ile olan ilişkisiden başlayarak yaşam döngü içinde kendi çatışmaları ile bağlantılı bir durumdur. Çözüm sürecinde bu durum yaşam döngüsüden kaynaklı ve bunun değiştirilebilir bir durum olduğu bilinmeli ve vurgulanmalıdır.
Kişilerin ideal (hayal) ettikleri benlikleri ile aslında olabilecekleri benliklerinin; kişisel kaynaklar doğrultusunda birbirine yakınlaştırılması çözüm sürecinde önemli bir unsurdur. Hayata dair beklentilerini gözden geçirmeye ve değişim fikrine açık olmak sorunun çözümü için işbirliği sağlar ve umut doğurur.
Tekrarlayan depresyonların kaynağında umutsuzluk duygusunun önemli bir rolü vardır. Bu durumu düzeltilmedikçe sorunu tamamen çözmek mümkün olmayacaktır. Sorun yani durumumuz ve gelecek bize ne kadar çözümsüz ve karamsar görünse de er geç bir çıkış yolu görünecektir. İyileşmek için yapılacak en büyük adım bu yolun görüneceğine olan inançtır. Bir umut olduğunu düşünmek içsel çatışmanızda ki direnci kıracak ve sizi çözüme ulaştıracaktır.