Bireysel bir terapist olarak çoğunlukla bireylerin mutsuzluğu; hayata karşı memnuniyetsizlikleri algı ağıma takılır. Toplum ise bireylerin etkileşim içerisinde oluşturduğu birikimlerdir. Küçük küçük mutsuzlukların birikerek; birbirini tetikleyerek bir araya geldiğini düşünün; mutlulukların da öyle. Yani biz teker teker aileyi ve toplumun psikolojisini belirleyen birimleriz diyebiliriz. Peki mutsuzluk dediğimiz zaman aklımızda nasıl bir tablo canlanıyor?
Mutsuzluk dediğimiz şey bir yemek tarifi gibi; azıcık kaygı; zevk alamama; azıcık desteksiz çevre; yalnızlık; biraz da dikkat-konsantrasyon azalması; huzursuzluk artması; pek çok da umutsuzluk derken depresyonun tanımını yapmış oluruz. O halde mutsuzluk halleri bizi zamanla depresif ruh haline götürebilir. Bireysel depresyon toplumsal depresyonun mikro halidir. Bireyin üstesinden gelemediği sorunlar gibi toplumun da aşmakta zorlandığı sorunlar ve dönemler vardır. İnsanın hayatını idame ettirebilmesi için; yaşam standartlarını koruyabilmesi ve mutlu olabilmesi için ilk basamaklardan biri iş sahibi olmasıdır. İşsizlik tüm toplumu kapsayan bir yara gibi gittikçe büyüyerek mutsuzluğu da bir veba haline getirir. Bu süreçte sosyal desteği az olan bireyler gibi güçlü psikolojik yapılanması olmayan toplumlar da ayakta durmakta zorlanırlar. İşsizliğin en büyük ve olumsuz getirilerinden biri yoksulluk; yaşamsal ihtiyaçları karşılamakta güçlük çekme çok büyük mutsuzluk öğesidir.
İşsizlik ve yoksulluğun ardından bir toplumu umutsuzluğa; karamsarlığa ve depresyona sevk eden etmenler toplumsal kayıplar; savaşlar; şiddet olayları ve travmalar olarak sıralanabilir. Yaşanan travmalar ve içinde bulunulan politik yapı toplumları çaresizlik duygusundan aşırı umutsuz semptomlara kadar sürükleyebilir.
Bunların yanısıra popüler kültürün bize dayattığı her şeyi bilinçsizce tüketme furyası; ‘An’ı yaşayamama ile birlikte yaşamdan zevk almamızı da tüketiyor. Yanlış bilgilenmelerimiz ve özenerek öğrenmelerimiz sonucu çarpık bireyselleşme çabaları; çocukluğumuzdan bu yana zihnimizde oluşan şemalar; kalıp yargılar kişisel eğitimle aşılacak çok yolumuz olduğunu gösteriyor.
Yapılan araştırmalar özellikle bizim toplumumuzda ruh sağlığı alanına yapılan başvuruların arttığını göstermekle birlikte 2013 yılında sadece İstanbul’da 7 milyon kutuya yakın antidepresan ilaç kullanıldığını göstermektedir. Bu rakamlar farklı illerde artış gösterebilmektedir. Gitgide arttığı görülen bu kullanım depresyonla doğru orantılı mıdır dersek yanlış bir soru sormayız. İşin içine ilaç firmaları ve kapital sistem de girmiş olacağı için yanlış cevaplar vermiş oluruz. Peki toplumsal şartlar bizi bu denli mutsuzluğa zorluyorken biz bu yapıyı oluşturan bireyler olarak neler yapabiliriz? Hadi o halde mutsuzlukla başedebilmek için birkaç pratik öneri sıralayalım:
• Öncelikle işe kendinizden başlayın-kendinizi sevin! (Sonra kendinizin bir yansıması olarak diğerlerini seveceksiniz)
• Yenilenin ve yeni amaçlar belirleyin! (Hiçbir zaman geç kaldık demiyoruz içinde bulunduğumuz şartlarda en uygun hedefleri belirliyoruz)
• Beden sağlığınıza özen gösterin! (Fiziksel egzersizler için çok bedel ödememize gerek yok. Düzenli egzersizler formda kalmamıza yardımcı olabileceği gibi kaygı durumumuzu ve umutsuzluğumuzu da azaltacaktır)
• Duygularınızı tanımlayın! (Neden olumsuz duyguları yaşadığınızı bulun ve problemin çözümüne yönelik adımlar atın)
• Kararlar alırken büyük kısmı mantığınıza bırakın! (Kararlarınız duygularınız ve mantığınızın bir bileşkesi olsun fakat mantık bir adım önde olsun)
• Ruhunuzu unutmayın! (Herbirimiz farklı ruhsal yapılara ve iç dinamiklere sahibiz. Bunun farkına varmak bizi tek ve biricik yapacaktır. Tek ve biricik olduğuna inanan insan tüm insanlığa saygı duyabilir.)
• HAREKETE GEÇİN! ŞİMDİ VE AN’I YAKALAYARAK!
ÖZLEM AKKEL
PSİKOLOG
Çekmeköy Life Dergisi
Sayı 19- s.44