Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Şiddet;televizyon;internet

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:06    Güncellendi: 18.02.2025 22:06
ŞİDDET
Hayata gözlerini açan bir bebekten daha masum ve zararsız hiçbir şey olamaz. Diğerlerinin bakımına muhtaç bir bebek sadece anne babasının onu beslemesi ile değil; kendisine gösterilen sevgi; fiziksel temas ile büyür. Büyüdükçe görür ki onu seven; koruyan; ona hayatı öğreten kimseler vardır ve o güvendedir. Kendi kendine öğrenemediği şeyleri anne babasına ve çevresine bakarak öğrenir. Bir aynaya bakar gibi bakar çevresine ve nihayet büyür…
Kendimizi tehlikelerden korumak ise milyonlarca yıldır atalarımızdan aldığımız ilkel ihtiyacımızdır.
Ama nasıl? Kendimizi nasıl koruruz? İşte bunu öğrenmek gerekir.
Çocuklarda kayıt hiç bitmez. Sürekli olarak anne babalarını; çevrelerini izler ve kaydederler. Babası araba sürerken sinirleniyor; annesi arkadaşlarına vurmasını söylüyor; evde dayak yiyor; televizyonda kanlı vahşetli programlar izliyorsa; saldırgan davranışlar iyi tepki alıyorsa… Çocuk artık şiddete hazırdır. Kendini şiddete başvurmadan savunmayı öğrenmemiş bir çocukta; kavgacılık; hayvanlara zarar verme; anti-sosyal davranışlar; şiddet; uyum bozuklukları görmek sizce beklenen bir durum değil midir?

ŞİDDET NEDİR?


Saldırganlığın ne olduğunun genel olarak herkes tarafından bilindiği düşünülebilirse de hangi davranışların saldırgan sayılması gerektiği üzerinde bir anlaşmaya varılmamıştır. Bu konuda Buss bütün saldırganlık tepkilerinin iki özelliği kapsadığına işaret etmektedir. Bunlar: tehlikeli bir uyarıcı ve insanlar arası bir durumun oluşmasıdır. Saldırganlık başka bir canlıya tehlikeli bir dürtü ile yanıt vermektir. Freedman ve arkadaşlarına göre saldırganlığın en yalın tanımı ise ‘’başkalarını inciten yada incitebilecek her türlü davranıştır’.’ Davranış bilimlerinde saldırganlık; kasıtlı olarak zarar verme ve acıtma amacıyla gerçekleştirilen davranışların ortaya çıkardığı durum olarak tanımlanmıştır. Saldırganlık; açık ya da örtülü; şiddetli ya da hafif; özel ya da genel; tepkisel ya da planlı; görünür bir nedene bağlı ya da açık bir nedene bağlı olmadan; sözel veya fiziksel olabilir. Hangi biçimde olursa olsun; eğer davranış zarar verme niyetiyle yapılmışsa karşısındakini incitmemiş veya acı vermemiş bile olsa saldırganlık olarak nitelenir (Kartal; Bilgin; 2007).
Kirsh de saldırganlığı ‘’fiziksel; sözel; psikolojik veya duygusal olarak bir diğerine zarar vermek’’ olarak tanımlamaktadır.
Şiddet ve türleri hakkında farklı tanımlar ve sınıflamalar yapmak elbette ki mümkün.
Ancak şiddet dendiğinde genel olarak aynı şeyin anlaşılması çok önemli. Dünya Sağlık Örgütü şiddet ve Sağlık Raporu’nda; şiddeti şöyle tanımlamıştır:
“Gücün ya da fiziksel kuvvetin; tehdit yoluyla ya da gerçekte; fiziksel zarar; ölüm;
psikolojik zarar; gelişme engeli ya da yoksunluğa neden olacak şekilde; kendine; bir
başkasına ya da bir grup ya da topluma karsı niyetli bir biçimde kullanılmasıdır.”

Şiddet; kişinin kendisine; bir başkasına; bir gruba veya bir topluma karşı yaralama; ölüm; psikolojik zarar; gelişme geriliği ya da yoksunlukla sonuçlanan ya da sonuçlanma olasılığı yüksek olan; kasıtlı fiziksel güç ya da yetki kullanımı veya kullanma tehdididir. Bu tanıma göre;
• Şiddet davranışları kişinin kendisine (örneğin intihara teşebbüs ya da intihar etme);
bir başkasına (tanıdığı ya da tanımadığı); bir gruba ya da topluma (çatışmalar ya da
savaşlar) yönelik olarak ortaya çıkar.
• Şiddet genellikle kasıtlıdır.
• Şiddetin yaralama; ölüm; psikolojik zarar; gelişme geriliği ve yoksunluk gibi
sonuçları vardır.
• Fiziksel olarak bir hasar vermese bile tehdit de bir şiddet davranışıdır.
• Yetkinin kasıtlı olarak kötüye kullanılması da şiddettir.

Erol Mutlu’ya (1997) göre şiddet en geniş haliyle saldırganlıkla bağlantılı bir davranış biçimidir. Bu anlamda şiddet; bir nesne ya da kişiye doğru yönlendirilmiş; yönlendirilişi kişinin istemediği ve o kişiyi tahrik edici; yıpratıcı bir eylemi; kimi zaman da eylemden kaçınmayı veya eylemsizliği içerir. Bu anlamda fiziksel anlamdaki her türlü saldırı şiddet tanımı unsurları arasında yer alırken fiziksel olmayan kimi sözlü davranışlarda bu tanım kapsamına girer.

Günlük dilde saldırganlık ve şiddet kavramları eş anlamlı olarak birbirinin yerine kullanılıyorsa da bilimsel anlamda saldırganlığın konumu şiddetin üzerinde yer alır. Saldırganlık (agresivite; agresiflik); bir bireyin başka bir bireyi yaralama girişimi düşüncesine sahip olmasıdır. Eğer böyle bir girişim meydana gelmişse buna da saldırı denir (Hurelmann vd. 1995).

Şiddet; bir kişiye güç veya baskı uygulayarak; isteği dışında bir şey yapmak veya yaptırmak; şiddet uygulama eylemi ise zorlama; saldırı; kaba kuvvet; bedensel yada psikolojik acı çektirme yada işkence; vurma; yaralama olarak da tanımlanabilir. Dar anlamıyla ele alındığında şiddet; insanların bedensel bütünlüğüne karşı dışarıdan yöneltilen sert ve acı verici bir edim olarak tanımlanır (Ünsal 1996:29).

ŞİDDET TÜRLERİ NELERDİR?

Şiddet; başkalarına kasıtlı olarak zarar vermeyi içeren bir çeşit saldırganlıktır. Kişilerin şahsına veya mallarına bilerek ve genellikle de fiziksel güç kullanarak zarar vermeyi içeren davranışlar farklı şekillerde sınıflandırılabilir.
• Tüm şiddet türleri güç ve kontrol üzerine temellenir.
• Fiziksel şiddet daima sözel şiddetle başlar ve gözle görünen tek şiddet türüdür.
• Duygusal ve sözel şiddet kendi başına görebileceği gibi her zaman diğer şiddet türlerine eşlikeder.
• Duygusal şiddet en sık görülen ancak en zor tanımlanabilen şiddet türüdür.
• Cinsel şiddet ise en zor ve en geç açığa çıkan şiddet türüdür.

1.Bir Şiddet Türü Olarak Fiziksel (bedensel) Şiddet

Saldırmak; bir canlı engelleyiciyle başa çıkma araçlarından biridir. Eğer bir başka insan tarafından birinin yönü engellerinse saldırgan olmayan kibar bir hareketle bu engel ortadan kaldırılabilir. Eğer bu tepki başarısız olursa saldırganlık girişimi olabilir. Engellenmeden dolayı ılımlı; saldırgan olmayan tepkiler ilk denemedir. Eğer bunlar başarısız olursa; bir engeli kaldırmada saldırgan olmayan davranışlarda daha başarılı olduğu düşünülen saldırganlığa başvurabilir. Potansiyel saldırganın ihtiyacı yalnızca kendinden daha güçsüz ve zayıf olanı ayırt edebilmektir. Fiziksel saldırganlığın bir diğer sonucu bir başka insanın canın yakmak ya da onu yaralamaktır. fiziksel saldırganlık başarılı olduğunda acıya sebep olması kaçınılmazdır.
Bir başka deyişle fiziksel saldırganlık; bir nesne aracılığıyla(sopa;taş;silah vb.) yada bir nesne olmaksızın(tokat atmak; itmek;ısırmak;yumruk atmak; tekme atmak vb. ) diğer bir kişi veya kişilere güç kullanmasıdır. Çocukların tekme-tokat atmak; dövmek; el-kol bükmek; yumruklamak; iterek yere düşürdükten sonra tekmelemek; yere ya da duvara fırlatmak; saç çekmek; ısırmak ve tükürmek; birbirlerinin kafasını duvara çarpmak şeklinde tezahür etmektedir.
Bazı ilkokul çocukları ise saldırganlıklarının etkili biçimde yönetmek ve engelleyebilmek için gereken becerileri kazanmışlardır. Davranışları vurma; bir eşyayı atma; öfke nöbetleri geçirme şeklinde çeşitlilik gösterebilir.
Genellikle 6-9 yaşları arasındaki çocuklar; aşırı baskı altında olduklarında saldırgan davranışlarda bulunurlar. Erkek çocuklarda saldırganlık problemi kızlara nazaran yaklaşık yediye bir oranında daha sıklıkla görülür. Bunu sebebi; erkek çocukların doğuştan getirdikleri saldırganlık eğilimlerinden ; toplumumuzun onların saldırgan davranışlarını daha fazla destekleyip kabul etmesine kadar uzanan birçok faktörün etkileşimine dayanır.

Sosyal açıdan olgunlaşmamış çocuklar; olumsuz ve düşmanca duygularını yıkıcı yollarla ifade edebilirler. Mala zarar verme(kendi oyuncakları ve başkalarının eşyaları gibi); objeleri fırlatma; mobilyaları devirme; lambaları kırma veya duvarları tekmeleme şeklinde saldırganlık nöbetleri geçirebilirler.

Bazen ana-babalar çocuklarını olumsuz davranışlarına cevap verirken fiziksel ceza gibi uygun olmayan yollar kullanırlar. Bu anne-babalar çocukları kavga ettiklerinde veya kötü davrandıklarında hafifçe vurmanın veya benzer saldırgan bir karşılığın uygun bir tepki olduğuna inanırlar. Ancak fiziksel cezalar çocuğun olumsuz duyguların denetim altına almasını öğrenmesi konusunda yardımcı olmaz; aksine öfkeli olduğunda; saldırgan olmayı öğretir.

2.DUYGUSAL VE SÖZEL ŞİDDET

Sözel saldırganlık; aşağılama gibi negatif duyguları da içeren psikolojik acı vermek için ötekinin benlik algısına yapılmış saldırı olarak tanımlanmaktadır. Aşağılama; bağırma ve tartışma; tehdit; alay etme ve lakap takma sözel saldırganlığın örnekleri olarak görülür. Sözel saldırganlık; fiziksel saldırganlığın habercisi olarak görülür.
Herhangi bir kişiye yönelik olarak sistemli bir biçimde yapılan; kişinin benliğini; psikolojik ve sosyal gelişimini; ruhsal bütünlüğünü etkileyen olumsuz yargılar; atıflar ya da sözel davranışlardır. En büyük özelliği sürekliliği olması ve tekrarlamasıdır. Örnekler:

Bedensel özellikleriyle (boyu; kilosu; diş yapısı; saçı; ten rengi; vb.) alay etme
Dış görünüşüyle (giysisi; gözlüğü; vb.) alay etme
Konuşma tarzı; aksanı ya da şivesiyle alay etme
Adı ya da soyadıyla dalga geçme
Küçük düşürücü isimler (lakap) takma
Küfür etme
Kaba ve çirkin sözlerle (aptal; geri zekalı; ezik; vb.) hitap etme
Sözel olarak tehdit etme

Örneğin birisine ‘’tiksinme’’ yüz ifadesiyle bakmak yada gruptan birini kaba kuvvetle kovmak.Sözel reddetmenin üç tipi bulunmaktadır. İlki direk bir biçimde kovmaktır: ‘’gitmek zorundasın’’; ‘’defol’’ gibi. İkinci tip düşmanca konuşmaktır:’’senden hoşlanmıyorum’’;’’ senden nefret ediyoru’’; ‘’canımı sıkıyorsun’’gibi. Üçüncü tip eleştiri; küçük düşürme; küfretme vb. dir.

Saldırganlık özellikle tehdit; hiddet; öfke ve hayal kırıklığı sonucu oluşur. Erken çocukluk yıllarının önemli bir görevi olarak çocuklar saldırganlıklarını yönetebilmeli ve toplum açısından daha çok kabul gören tepkiler geliştirmelidir.
Okul çağına gelen çocukların çoğunun becerileri yeterince gelişmiştir. Bunu yanı sıra onlar; yeterli sosyal becerilere de sahiptir. Gergin ve hoşa gitmeyen durumlarla karşılaştıklarında bile genellikle sakin ve işbirliği içindedirler. Bu uygun davranış onları mücadele etmekten ve yetenek geliştirmek için uğraşmaktan alıkoymaz.

SALDIRGANLIĞIN NEDENLERI

1- Saldırgan davranışların ebeveynler tarafından ödüllendirilmesi. Geleneksel kültürün erkek çocuğun saldırganlığını onaylaması(Ör: parkta iki çocuk birbirini döver. Biri daha çok dayak yerse; annesinin çocuğunun kendisini savunamadığı düşüncesiyle üzülmesi)
2- Çocuğun yetişkinlerden katı ceza; anlayışsızlık ve yetersiz sevgi görmesi
3- Babanın uzun süreli yokluğunda; annenin sürekli çocuğun etrafında olmasıyla ortaya çıkan ortam
4- TV. Ve kitle iletişimim araçlarının olumsuz etkisi(Kurtlar Vadisi örneği ver.)
5- Ana-baba tutumlarının olumsuzluğu; çocukla aralarındaki iletişimin iyi olmaması
6- Çocuğun ana-babasından şiddet görmesi
7- Beyin zarı iltihabı; beyin zedelenmesi gibi fizyolojik sorunlar

Çocuğun çevresi tepkilerini şekillendirebilir; öfkeyi ele alış ve saldırgan davranış sergileme biçimini büyük ölçüde belirleyebilir. Taklit çocuğun gelişimindeki en güçlü etkilerden birisidir; çocuklar; yetişkinler ve diğer çocukların kendi saldırganlık dürtülerini nasıl kontrol ettiklerini seyrederek ve kopya ederek; kendilerinin nasıl davranacaklarını öğrenirler. Bu yüzden eğer siz ve eşiniz çocuklarınıza; birbirinize veya temasa geçtiğiniz kişilere karşı saldırgan bir şekilde davranıyorsanız; çocuklarınızın kavga etmesine veya birbirlerine zarar vermelerine izin veriyorsanız; bu davranışın kabul edilebilir olduğunu öğreneceklerdir.

SOSYAL BİLİŞSEL TEORİ VE ZORBALIK

Albert Bandura Sosyal Bilişsel Teori’sinde davranışın hem dışsal uyaranlardan hem de içsel bilişsel süreçlerden etkilendiğini belirtmektedir. Örneğin her insanın saldırgan bir tarafı vardır; bu içsel bir süreçtir. İnsanların televizyon; internet ya da çevresinden öğrendiği her şey de dışsal bir süreçtir. Taklit yoluyla yeni davranışlar öğrenilebilir ya da var olan davranışlar; diğerlerinin davranışları gözlemlenerek değiştirilebilir. 2-9 yaş arasındaki çocuklar için anne-baba; arkadaşlar; kardeşler; arkadaşlar rol modeli olurlar. Sonuç olarak ; çocukların kendi çevrelerinde uygulayabilecekleri davranışları ve çocuğa uyan ya da onu aşan karakterleri gösteren televizyon programları; davranışın modellenme olasılığını arttıracaktır.
Sosyal Bilişsel Teori’nin temel varsayımları:
• İnsanlar başkalarının davranışlarını gözlem yoluyla öğrenebilir.
• Öğrenme; davranış değişikliğine yol açan veya açmayan içsel bir süreçtir.
• Davranış amaca yöneliktir.
• İnsanlar kendi davranışlarını öz düzenleme yapabilirler. Davranışlarını kontrol etmeyi ve sorumluluğunu almayı öğrenebilirler.
• Ödül ve ceza davranışı doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak da etkiler. Davranış; önceki deneyimlerden alınan ödül veya pekiştireçlerden daha fazla etkilenir.
Sosyal Bilişsel Teori’nin İlkeleri:
1. Karşılıklı Belirleyicilik
Bireysel faktörler; bireyin çevre ve davranışı karşılıklı olarak birbirlerini etkilemekte ve bu etkileşimler bireyin sonraki davranışını belirlemektedir. Bireyin davranışının ortaya çıkmasında; birey; çevre ve davranış eşit derecede etkili olmayabilir. Bazı davranışların görülmesinde bireysel özellikler; bazı davranışlarda ise çevresel faktörler daha ön plana çıkmaktadır.
2. Bireysel Özellikler-Davranış İlişkisi
Daha önce bahsedilen fiziksel; duygusal ve sözel zorbalık davranışları.
3. Davranış-Çevre İlişkisi
Çevre değişmez bir varlık değildir. Çocuğun ortamı; ilişkileri ve aktiviteleri seçilip yapılandırılabilir. Zorba davranışı uygulayan ya da zorba davranışa maruz kalan çocukların özellikleri incelendiğinde örnek alınacak güçlü rol modeli olmayan; aile içerisinde ihmal edilen; aile içi etkileşimi az olan; çoğunlukla aileleri tarafından fiziksel olarak cezalandırılan çocuklardır. Bu çocukların ailelerinde saldırganlığa izin verilmektedir. Bu ortamda yetişen çocuk okul ortamında sorun çözme yöntemi olarak ailesinden gözlem yoluyla öğrendiği saldırgan davranışı tercih etmektedir. Zorba öğrenciler okul ortamında zorba eylemlerde bulunarak kurbanların ve diğer öğrencilerin okul ortamını olumsuz algılamasına ve okuldan uzaklaşmasına; okula uyumunun azalmasına; okula yabancılaşmasına ve akademik başarılarının düşmesine neden olmaktadır.
4. Sembolleştirme Kapasitesi
İnsanlar deneyimlerini sembolleştirmeler yaparak anlamlandırır; yorumlar ve yaşamını sürdürür. Semboller resim; şekil ve sözel ifadelerdir. Sözel ifadeler davranışı belirlemede daha etkilidir.

5. Dolaylı Öğrenme Kapasitesi
Başkalarının deneyimlerini gözleyerek öğrenme olarak tanımlanmaktadır. Gözlem yoluyla öğrenme dört temel süreci kapsamaktadır.
• Dikkat Etme: Model alınan davranışın gösterilebilmesi için öncelikle model alınan davranışa dikkat edilmesi gerekir. Modelin özellikleri; duyu organlarının yeterliği; davranışın gözlemcinin amacına uygun olması ve çocuğun geçmişte aldığı pekiştirmeler dikkat sürecini etkilemektedir.
• Hatırda Tutma: Gözlem yoluyla öğrenilen bilgiden yararlanmak için modelin davranışlarının hatırlanması gerekir.
• Davranışı Meydana Getirme:
Süreci: Bireyin fiziksel özellikleri ve öz yeterlik duygusu davranışın meydana getirilmesinde önemli bir etkiye sahiptir.
Motivasyon: Gözlemlenen davranışın sonunda modelin çevreden almış olduğu tepki o davranışın gözlemleyen tarafından taklit edilip edilmeyeceği kararını vermede etkilidir. Eğer gözlemlenen davranışın sonunda ödüllendirme varsa modelin davranışını göstermeye ilişkin istek oluşacaktır.
➢ Bandura; saldırganlığın gözlem yoluyla öğrenebildiğini 3-6 yaş arasındaki 36 kız; 36 erkek çocuk ile yaptığı Bobo Doll deneyinde göstermiştir. Çocukları üç gruba ayırarak bir gruba Bobo Doll adı verilen oyuncağa saldırgan davranışlar gösteren ve modelin pekiştirildiği bir film; bir gruba saldırgan modelin ne pekiştirildiği ne de cezalandırıldığı bir film izletmiştir. Çocuklar filmi izledikten sonra oyuncakların olduğu bir odaya alınmış ve saldırgan davranışları incelenmiştir. Deneyin sonucunda saldırgan davranışın pekiştirildiği filmi izleyen çocukların daha fazla saldırgan davranışlarda bulunduğu saptanmıştır. Bu deneyde çocuklar kendilerinden büyük olan bir yetişkinin davranışına dikkat ederek model almışlardır. Çocukların davranışı hatırlamalarını kolaylaştırmak için filmde cezalandırılan bebek oyuncak odasına konulmuştur. Modelin davranışı pekiştirildiğinde çocukların özyeterlik ve fiziksel özelliklerinin de etkisiyle davranışı gösterdikleri görülmüştür

AİLE İÇİ ŞİDDET

Çocuklar yüzyıllardır hiç değişmedi. Çocukluk dönemleri bitmek bilmez enerji; merak; inat; duygusal istikrarsızlık ve öngörülemezlik… Değişen yalnızca; ebeveynin; çocuklarının bu güç ama normal büyüme süreciyle başa çıkma yöntemleridir.
Anne babalar geçmişte çocuk yetiştirmenin normal sorunlarıyla nasıl başa çıkıyordu? Onların metodları “fişli uyuşturucu”yu (televizyonu) kullanmaktan daha mı iyiydi? Uzak geçmişe dönersek; verilecek cevap “hayır” olacaktır. Ama özellikle televizyonun gelişinden hemen önceki dönemin (1930’lu; 1940’lı ve 1950’li yıllar) ebeveynin metotları incelendiğinde; günümüzün ebeveyninin (yani evde televizyon yaşamayacaklarını hisseden ebeveynin) bundan son derece faydalı dersler çıkarabileceği görülecektir.
Çocukluk tarihine bakıldığında bu dönemin içinde ihmal ve zalimliğin kol gezdiği bu kabus; kayıtlı tarihin büyük bir kısmını kaplamaktadır. “Sopayı esirgersen; çocuk şımarır; Dayak cennetten çıkmadır; Kızını dövmeyen dizini döver” hükmüne bir zamanlar hararetle uyuluyordu. Çocuklar –bazen yaşamlarının her günü- düzenli olarak ve vahşice dövülüyordu. Bu iş gizli de yapılmıyordu. Çocuklar sınıflarda; evlerin misafir odalarında; akrabalar ve dostların huzurunda; kısacası ne zaman ve nerede gerekirse; açıkça dayak yiyorlardı.
18. yüzyılla 19. Yüzyılın ilk yarısındaki 60 yıllık çocuk yetiştirme yöntemleri incelendiğinde uzmanlar bir sert bir yumuşak yöntemi denemişlerdir. Bu iki farklı yöntem sıra ile nöbet değiştirmiştir. Bunlardan biri kuralcı biri ise insancıl bir yönelimdir.
Yine bir zamanlar çocukların korkutulması yaygın bir uygulamaydı. Örneğin 17. Yüzyılda ebeveynler; çocuklarını korkutarak itaat ettirmek için; onları kamuya açık idamları izlemeye götürürlerdi. Bilinen en eski tarihten bu yana; çocuklar; yaramazlık yaptıkları takdirde anında saldırmak için bekleyen cadı ve canavar masallarıyla ödleri patlayana kadar korkutuldular. Her ne kadar bu uygulamanın tortular; günümüzün bazı masalları ve efsanelerinde hala yaşıyorsa da; tarih; bir zamanların bu dramatik korku öykülerinden ödleri patlayarak ölen çocuklar bulunduğunu kaydetmektedir.
Çocukların davranışını kontrol etmenin yaygın yollarından birisi de; onları aç bırakmak veya belli gıdalardan mahrum etmektir. Bunun hala görülen örneklerinden birisi “uslu durmazsan tatlı yok!” tarzındaki tehditlerdir. Üstelik “Annenin Yardımcısı” veya “Annelerin Kurtarıcısı” gibi isimlerle etiketlenen çok çeşitli sakinleştirici ve antidepresan; bir zamanlar; küçük çocuklarının olağan yaramazlıklarından kurtulmak isteyen anne ve babalar tarafından rahatça bulunabiliyordu. Belli miktarlarda afyon ruhu; kokain ya da afyon içeren bu ilaçlar; çocukları tamamen bayıltmasa da; onları pasifleştirebilmekteydi. Bu ilaçlar; çocukların normal yaramazlık seviyelerine; ebeveyne ya da bakıcıya vereceği rahatsızlığı ortadan kaldırmada etkiliydi.
Son dönemlerde anne babaların çocuklara karşı davranışlarının çok fazla değiştiği konusunda belirsizlikler vardır. Ailede şiddetin tarihini ele alındığında çocukları koruma hareketi içinde yer alan bireylerin bile 1880’lerde ağır dövmeleri kabul edilebilir bulduklarını; yalnızca silah kullanımını yasakladıklarını belirtmektedir. Bugünün “çocukları koruma hareketi” içinde yer alanlar genellikle her türlü fiziksel cezanın çocuklar için kullanılmasına karşı olmakla birlikte; anne babaların %84’ü ile %97’si arasında değişen bir bölümünün hala düzenli olarak fiziksel cezayı kullanmaktadır. Buna “Zehirli pedagoji” adı verilir ve bu yöntem geçen 200 yıl boyunca geçerliliğini korumaktadır. Bu pedagojinin yani çocuk eğitiminin öğeleri arasında en önemlileri anne babanın çocuğun efendisi ve çocuk için doğru ve yanlışın ne olduğunu belirleyen kesin güç olduğudur. ‘Çocuğun yaşam onaylayıcı duyguları otoriter anne babalar için tehdit edicidir ve hala gençken çocuğun istem gücü (iradesi) ezilmelidir’ anlayışı bulunmaktadır. Kökleri zehirli pedagojiye dayanan çocuk yetiştirme yaklaşımı Hitler Almanya’sında vahşi Nazi yönetiminin gelişmesi için bir temel sağlamıştır. Adolf Hitler’in çocukluğu günlük olarak yediği dayaklar ve çocuklarından tam bir itaat bekleyen ve isteyen otoriter bir babadan kaynaklanan aşağılanmalarla doludur. Ayrıca; Hitler çocukluğunda babasının dayaklarına hiçbir tepki göstermeme kararlılığı içinde acılarını yadsımayı da öğrenmiştir. Böylece; zehirli pedagoji bir bireyin çocukluğundan kalma farkında olmadığı bir öfke ile dolu olarak yetişmesini özendirmektedir. Ek olarak; fiziksel cezanın yaygın kullanımı; utandırma; itaat istekleri ve duyguların yadsınması pek çok insanın Hitler’i ve Hitler siyasetini desteklemesi ile sonuçlanmıştır.
Bir davranışta bulunmayı; bizi ona zorlayan güçlü dış etkiler olmaksızın kabul etmişsek; o davranış için içsel sorumluluk yüklendiğimiz anlamına gelmektedir. Güçlü bir tehdit; ceza; dayak; büyük bir ödül bazı davranışlarda bulunmamızı sağlayabilir fakat onlar içten sorumluluk duygusu tatmamızı sağlamazlar. Yani çocuklarımızdan istediğimiz davranışlar için onların içsel sorumluluk da yüklenmelerini istiyorsak bu davranışlarda bulunmaları karşısında onlara hiçbir zaman büyük rüşvetler vermemeli ya da önlerine güçlü tehditler koymamalıyız. Böyle baskılar belki isteklerimize geçici bir uyma ile sonuçlanabilir. Ancak;yalnızca bu kadarından daha fazlasını istiyorsak; eğer çocuklarımızın yapmış olduklarının doğruluğuna da inanmalarını bekliyorsak; eğer o dış baskıları uygulamak üzere biz orada yokken de istenen davranışta bulunmaya devam etmelerini istiyorsak; şöyle ya da böyle onların yapmalarını istediğimiz şeyler için içsel sorumluluk almalarını sağlayacak düzenlemeleri yapmak zorundayız.
Jonathan Freedman (1965) araştırmasında neyin yapılıp neyin yapılmaması konusunda bazı ipuçları vermektedir.
2-4. sınıf erkek çocuklarının şahane bir oyuncakla oynayıp oynamak istemeyeceklerini görmek istiyordu. Eğer çocukların kendi kendilerini yasak oyuncakla oynamanın yanlış olduğuna inandırmalarını sağlayabilirse; bu inanç oyuncakla oynamalarınadan alıkoyabildi. Oyuncak pille çalışan pahalı bir robottu.
Çocuğun geçici olarak böyle bir isteğe uymasını sağlamak yeterince kolaydır. Katı bir cezayla çocukların yakınında bulunduğu zaman çok az sayıda çocuk oyuncakla oynama cesareti gösterebilirdi.
Bir erkek çocuğa beş oyuncak gösterip “Robotla oynamak yanlıştır. Eğer oynarsan çok kızarım ve bu konuda uygulayacağım bir ceza var” diyerek odadan ayrılı. Çocuk tek yönlü aynadan gözlendi. Freedman bu tekniği 22 ayrı çocuk üzerinde denedi; 22’si de hiç dokunmadı. Tehdit ve ceza işe yaramıştı.

Freedman gerçekte daha sonra cezayı uygulamak üzere kendisi orada yokken tehdidin çocuğun davranışına yön vermesindeki etkililiği ile ilgileniyordu.
Bu durumu görmek için 6 hafta sonra genç bir kadını okula gönderdi. Kadın çocukları deneye katmak üzere teker teker sınıftan çıkardı. Her çocuğu içinde 5 oyuncağın bulunduğı odaya götürdü ve resim çizme testi yaptırdı. O testi puanlarken çocuğa odadaki istediği oyuncakla oynama özgürlüğü verdi. Bir oyuncakla oynayan çocukların %77’si daha önce yasaklanan robotla oynamayı seçtiler.
İkinci bir erkek çocuk örnekleminde Freedman aynı 5 oyuncağı göstermiş ve o kısa bir süre oda dışındayken onlarda robotla oynamamaları konusunda uyarılmışlardı çünkü robotla oynamak “yanlış”tı. Tehditte bulunmadı ve tek yönlü aynadan çocuğu izledi. Yönerge yeterliydi. 22 erkek çocuktan yanlızca 1’i robota dokundu. 6 hafta sonra çocuklara istedikleri bir oyuncakla oynama özgürlüğü verildiğinde büyük bir çoğunluğu robotla oynamaktan kaçındı. Yanlıza %33’ü robotu seçti.
1. Freedman kısa bir süre için dışarı çıktığında; yönergesi yeterli olmuştu.
2. Çocuklar bu süre içinde robottan uzak durma seçimleri için kişisel sorumluluk almışlardı. Onunla istemedikleri için oynamadıklarına karar verdiler.

Samuel Butler: “İstemeden başkasının fikrine uyan birisi hala eski fikrindedir. Ya da “Boyun eğen birisi hala eski fikrindedir.”
Yirminci yüzyılın ilk yirmi yılı boyunca; ebeveyn disiplini; bedensel ceza; yemekten yoksun bırakma; korkutma ve diğer güç gerektiren terbiye usullerinden kademe kademe “psikolojik” metotlara (düşündürme; kandırma; dikkatini başa yere çekme; onayı geri alma ve benzerlerine) geçiş sağlandı. Yüzyılın ortasına gelindiğinde; artık bu yeni tarz; bir kural haline gelmiş bulunuyordu.
Yeni empatik çocuk yetiştirme devrinde ebeveynin karşılaştığı güçlüklerden birisi; bir çocuğun “iyi” olmasının; mutlaka onun için iyi olmamasıdır. Eski; cehalet günlerindeki anlayışa göre “iyi” çocuk; asla sorun çıkarmayan çocuk olduğundan ve “iyi” olma çocuğun yetişkinlerin ihtiyaçlarıyla çatışmayacak şekilde davranmasını gerektirdiğinden; bu uygulama ebeveynlerin hoşuna gidiyordu.
Bu yeni strateji; çocuk yetiştirmeyi daha insancıl bir hale sokuyor ve çocuğun temel ihtiyaçlarının öne çıkarılmasını teşvik ediyor; fakat aynı zamanda bünyesinde büyük bir kusuru da barındırıyor: Bu metotlar her zaman işe yaramıyor. Bir çocuğu mantık yoluyla ikna etmek; bazen bir tokat vurmak kadar etkili olabilir; ama süre olarak daha çok zaman ayırmanız gerekir. Önceden “kötü” olan davranışlar hemen cezalandırılırken uygulanmaya başlayan yeni yöntemle çocukla çok daha fazla zaman ve çaba harcamaları gerekir oldu.
Yeni çağın; çocukların ihtiyaçlarına özen gösterilmesini talep eden yöntemi; çocuklar açısından çok yararlıdır. Günümüz çocukları; geçmişin çocuklarına kıyasla; fiziksel; duygusal ve entelektüel açıdan çok daha gelişmiş durumdadırlar. Ancak; yinede anne babalar farkında olarak ya da olmayarak çocuklarına fiziksel; duygusal veya sözel şiddet uygulamaya devam etmektedirler.
Dünya sağlık örgütü çocuk istismarını "Bir yetişkin tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan ve çocuğun sağlığını; fizik gelişimini; psikososyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar" olarak tanımlamaktadır. Bu tanımda amaç değil; sonuçlar önem taşımaktadır. Başka bir deyişle; yetişkinin niyeti önemli değildir; eylemin çocuk üzerindeki etkisi önem taşımaktadır. Anne-babanın çocuğa; çocuğun anne babaya olan olumsuz tutum ve davranışı çocuğun aile içi şiddete uğramasına ve saldırgan eğilimler göstermesine neden olmaktadır.
"Çocuk ihmali" ise; başta anne ve baba olmak üzere; bakmakla yükümlü kimseler ve diğer yetişkinlerin; çocuğun beslenme; giyinme; barınma; eğitim; sağlık ve sevgi gibi temel gereksinimlerini ihmal etmeleri sonucu; çocuğun bedensel; duygusal; ahlaksal ya da sosyal gelişiminin engellenmesi olarak tanımlanmaktadır.
İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta; istismarın aktif; ihmalin ise pasif
bir olgu olmasıdır. Çocuk ihmali fiziksel ve duygusal ihmal olarak ele alınmaktadır. Ancak bunları birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Yakın kişilerin çocuğun gelişimine sürekli zarar veren hareketleri sonucu çocuğa sosyal olarak bulunan kaynakların sağlanmaması; bunlardan yoksun bırakılması fiziksel ihmal olarak adlandırılmaktadır.

İstismar türleri içinde belirlenmesi en kolay olan fiziksel istismar; çocuğun kaza dışı
nedenlerle yaralanmasıdır. Duygusal istismar; istismar türleri arasında en sık rastlanan ama en zor tanınandır. UNICEF duygusal istismarı ve ihmali çocuğun nitelik; kapasite ve arzularının sürekli kötülenmesi; sosyal ilişki ve kaynaklarla ilişkisinden sürekli yoksun bırakılması; çocuğun sürekli olarak insanüstü güçlerle; sosyal açıdan ağır zararlar verme ya da terk etme ile tehdit edilmesi; çocuktan yaşına ve gücüne uygun olmayan taleplerde bulunulması ve çocuğun; topluma aykırı düşen çocuk bakım yöntemleri ile yetiştirilmesi olarak tanımlamıştır. Çocuğa bağırmak; azarlamak; kıyaslamak; küçük düşürmek; alay etmek; ad takmak ya da çocuktan yaşına uygun olmayan beklentilerde bulunmak gibi davranışlar duygusal istismar örnekleridir.

Çocuklar fiziksel; cinsel; duygusal ve ihmal niteliğinde çeşitli şiddet biçimlerine maruz kalmaktadır. Ancak; bazı toplumlarda yaygın olarak görülen şiddet türü başka bir toplumda nadir olarak görülebilmektedir. Örneğin; Çin ve Japonya’da fiziksel istismara nadir olarak rastlanır çünkü bu ülkelerde dayağın bu ülkelerde çocuk yetiştirme yöntemleri arasında yaygın değildir. Ama Amerika’da en çok kullanılan şiddet fiziksel şiddettir. Türkiye’de de Türk aile yapısı ve çocuk yetiştirme yöntemleri içinde fiziksel ceza yer almaktadır. Bir diğer sık görülen şiddet tipi ise duygusal istismar ve ihmaldir. Ailelerin %78’i çocuklarına duygusal istismar; %24’ü ise fiziksel istismar uygulamaktadırlar.

Çocuğa sık sık uygulanan güç gösterisi yetersiz bir iç denetim oluşmasına yol açmaktadır. Yani çocuk bir davranışta bulunduğunda sürekli olarak dışarıdan birinin yorumuna ihtiyaç duyar; kendi içsel yorumlamasını kaybeder.
Şiddete uğrayan çocukların gösterdiği davranış bozuklukları:
• Sinirlilik
• Umutsuzluk
• Psikolojik hissizlik
• Ağır kişilik ve davranış bozuklukları
• Huysuzluk
• Hırçınlık
• Tedirginlik
• Suça yönelen davranışlar
• Başkaları ile rahat iletişim kuramama
• Antisosyal ve saldırgan davranışlar gösterme
• Aşırı bir endişe hali; korku; sık irkilme
• Karın ağrısı; mide bulantısı; baş ağrısı gibi psikosomatik belirtiler
• Alt ıslatma
• Dil gelişiminde gerileme
• Çevreye karşı ilgisizlik
• Uyumakta zorluk; kabus görme
• Sık ve uzun süreli ağlama
• Yeme problemleri
• Konsantrasyonda zorluk
• Sinirlilik; öfke nöbetleri; agresif davranışlar
• Dürtüsel davranışlar
• Özgüven azalması
• Temel güven duygusunun sarsılması
• Yaşından küçük davranışlar
• Arkadaş ilişkilerinde sorunlar
• İntihar eğilimleri
• Okulda başarısızlık
• Dikkat ve konsantrasyon sorunları
• Sınıf aktivitelerinde kurallara uymayan davranışlar sergilemesi
• Diğer çocuklarla sık sık kavga etmesi
• Eleştiriye ve alaylara son derece kapalı olması; bu tip durumlarla karşılaştığı zaman öfke patlamaları yaşaması suçlamalar ya da intikam almayı amaçlama şeklinde davranışlar sergilemesi
• Çok az sayıda arkadaşı olması ve genellikle davranışları sebebiyle arkadaşları tarafından dışlanması
• Saldırgan davranışları olan ve kural dinlemez çocuklarla arkadaşlık kurmak istemesi
• İzlenilen şiddetin “normalize” olması; olağan gerçekliğin gözden kaçması
• Kendinde ve kendi gibi düşünenlerin dışında kalanların duygu ve düşüncelerine duyarsız olması
• Kendini çok çabuk engellenmiş hissetmesi
• Hayvanlara yönelik saldırganca tutumlar izlemesi
Evlerinde şiddetle iç içe yaşayan çocuklarda görülen tepkiler:
Hem şiddete doğrudan maruz kalan hem de annesinin babasının veya kardeşlerinin sık sık küçük düşürüldüğüne; tehdit edildiğine ya da dayak yediğine şahit olan çocuklar şiddetten olumsuz etkilenir. Her iki durumda da çocuğun kendine saygısı; büyüklere duyduğu güven duygusu ve yaşam sevinci yara alır.
Duygusal:
• Ailede yaşanan şiddet ve şiddeti durduramamak ile ilgili suçluluk duyguları
• Ailesi adına üzüntü
• Anne babasına karşı duygularında karışıklık ( sevgi ve nefreti aynı anda hissetme)
• Terk edilmekten korkma; duygularını ifade etmekten korkma
• Yaralanmaktan korkma
• Yaşamındaki şiddet ve karmaşa nedeni ile kızgınlık duyma
• Depresyon ( aşırı mutsuzluk)
• Çaresiz ve güçsüz hissetme
• Evde olan bitenlerden utanma
Bilişsel:
• Şiddetin sorumluluğunun kendinde olduğunu düşünme
• Kendi davranışları için başkalarını suçlama
• İstediğini yaptırmak; kızgınlığını belirtmek
• Güçlü hissetmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için sevdiği insanlara vurmanın normal olduğ