Stres kavramı literatüre 1950 yılında Kanadalı endokrinolog Hans SELYE tarafından kazandırılmıştır ve kelime anlamının tanımı ‘madde/organizma üzerinde geçici ya da kalıcı değişiklik meydana getiren kuvvet; yük’ olarak yapılmıştır (Balcıoğlu ve Çitken;2005).
Farklı bir deyişle de stres; organizmanın dengesini bozabilecek etkenlerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Bu etkenler; psikolojik; fizyolojik ve sosyal olabilmektedir (Balcıoğlu; 2005).
Stresin tanımı tarihte pek çok kişi tarafından yapılmıştır. Bunlar:
• Lazarus 1960 yılından itibaren; ‘kişi ile içinde yaşadığı ortam arasındaki ilişkinin meydana getirdiği tepki’ ;
• Hause 1974 yılından itibaren; ‘bireyin süreğen davranış kalıplarının yeterli gelmediği durumlarda ortaya çıkan tepki’;
• Mandler 1976 yılından itibaren; ‘olumsuz etkenlerin meydana getirdiği tehlike ve bu tehlikenin oluşmasında organizmanın rolü’;
• Hann 1984 yılından itibaren; ‘ kişinin yaşadığı ortamı tehlikeli olarak yorumlaması ve sonucunda yaşadıkları’ olarak tanımlamaktadır (Balcıoğlu; 2005).
İnsan bulunduğu doğal ortama farkında olarak ya da olmayarak uyum sağlar. Bulunduğu topluma uyum sağlamak için ise farkındalık sahibi olması gerekir. Bu uyumu sağlayabilmek için çaba sarfeder ve bu çabaları netice vermezse sosyal uyumu bozulur. Sosyal uyumu bozulan insan sıkıntı; kaygı; öfke gibi tepkiler gösterebilir (Köknel;1987). Uyum bozukluğu sonucunda kişinin psikolojik; fizyolojik; sosyal dengesi bozulabilmektedir (Balcıoğlu; Çitken;2005).
Her birey kendine özgü biyopsikososyal özelliklere sahiptir. Bu nedenle herkesin zorlayıcı durumlar/olaylar; değişimler sonucunda göstereceği tepkiler ve stres düzeyleri farklılık gösterebilmektedir. Stres karşısında kişinin göstereceği tepki de (savaş ya da kaç) yine biyopsikososyal özelliklere göre değişiklik gösterebilmektedir.
CEZAEVİ KOŞULLARI/YAŞANTISI VE STRES
Tutuklanma ve cezaevine girme durumu; bireyin sosyal yaşamında önemli değişikliklere sebep olmaktadır. Yaşanan iş kaybı; aile ve arkadaşlardan uzak kalma; adli prosedürün hala sürüyor oluşu; geleceğin belirsiz olması kişi üzerinde büyük bir stres yaratmaktadır (Saatçioğlu; Türkcan; Işıklı ve Uygur; 1995).
Birey cezaevine girdiğinde kendi gibi olan bir çok farklı kişiyle bir araya gelmektedir. Fakat yaşadığı tüm bu değişiklikler sonucunda yaşadıklarını ailesine; arkadaşlarına istediği zaman anlatamaz. Bu durum kişinin kendisini yalnız hissetmesine sebep olabilir ve gittikçe topluluk içinde yalnızlık çekme durumunu yaşayabilir. Bunun yanında bulunulan ortamdakilerin toplum tarafından itilen; dışlanan kişiler olması da bu durumdaki bir birey için üzücü ve stres yaratıcı olabilir (Özkürkçügil; 1998).
Hapislik bir yandan her bir tutuklu/hükümlünün psikolojik özelliğine göre; diğer yandan hapisliğin dış durumlarına göre farklı etki yaptığından; herkes için aynı olan bir hapislik psikolojisi bulunmamaktadır. Bu sebeple tek tek tipik etkiler saptanır (Demirbaş; 2002). Bu sebeplerden ötürü herkesin cezaevi deneyimleri farklılıklar gösterebilir. Cezaevinde kalma sürelerinin kısa olmasıyla uzun olması arasında önemli fark vardır. Bu; kişinin cezaevinde kaldığı süre boyunca edindiği deneyiminden çok psikolojik olarak etkilenmeden kalmanın daha zor olması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Cezaevinden tahliye edildikten sonra çoğu şeyin keskin bir biçimde değişmiş olacağı ve dolayısıyla kişinin eski becerilerini geliştirmek ya da yenilerini öğrenme zorunluluğu ortaya çıkacağı için; dışarıdaki hayata adapte olmak daha uzun bir süre gerektirmektedir. Sanık olarak cezaevinde bulunma; alınacak cezanın süresinin belirsizliği ve yaklaşan duruşmanın yarattığı gerginlik zihinsel ve duygusal yönden kişiyi yıpratıcı olabilmektedir (Canter; 2011).
Sykes ‘Tutsaklar Toplumu’ adlı çalışmasında; mahkumların karşılaştıkları acıları/ ızdırapları ‘hapsedilmenin/ mahpusluğun acıları (pains of imprisonment)’ kavramı ile açıklamaktadır. Sykes’a göre mahkumların karşılaştığı beş temel acı/ yoksunluk bulunmaktadır:
• Özgürlüğün Yoksunluğu (deprivation of liberty) : Bu kavram mahkumların özgürlükleri başta olmak üzere ailelerinden; arkadaşlarından ve yakınlarından yoksun olma durumlarını anlatmaktadır. Bunun sonucu olarak duygusal ilişkilerin olmaması; can sıkıntısı ve yalnızlık görülür.
• Eşya ve huzmetlerden Yoksunluk (deprivation of goods and services): Mahkumların cezaevinde maddi gelir/ mal varlığı edinme imkanlarına sahip olmama durumlarını anlatmaktadır.
• Heteroseksüel İlişkilerden Yoksunluk (deprivation of heterosexual relationships): Cezaevinde uzun süre kalan kişilerin cinsel ihtiyaçlarını gidermek konusunda yaşadıkları yoksunluğu ifade etmektedir. Bazı kriminologlar bu durumun kişi üzerinde ciddi psikolojik sorunlar yarattığını belirtmektedirler. Bu sorunların başında yaşı daha büyük ve agresif olan mahkumların daha genç ve pasif olan mahkumları homoseksüel ilişkiye zorlamaları gelmektedir.
• Kişisel Özerkliklten/ Otonomiden Yoksunluk (deprivation of autonomy): Mahkumların 24 saatinin kurum tarafından belirlenip düzenlendiğini ifade etmektedir.
• Kişisel Güvenlik Yoksunluğu (deprivation of security): Kişisel güvenliğin olmayışını; küçük bir mekanı pek çok mahkumun paylaşması durumunda bazılarının diğerlerine yönelik şiddet ve/ veya cinsel açıdan istismar durumlarının olabilirliğini ifade etmektedir (Kızmaz; 2005).
Konuyla ilgili araştırma yapan bir başka kişi ise Haney’dir. Haney’e (2001) göre kişide stres yaratıcı durumlar şöyle sıralanmaktadır:
• Kurumsal Yapıya ve Olasılıklara Bağımlılık: Cezaevi sistemi kişilerin seçme özgürlüklerinden ve kendi adına bir şeylere karar verme bağımsızlığından vazgeçmelerini gerektirmektedir. Bu durum bir çok insan için acı verici ve zorlayıcı olmaktadır. Zamanla tutuklu/hükümlüler; önceki özgürlük ve özerkliklerinin geri verileceği zaman yaklaştıkça; kaygılarının artmasına neden olacak ölçüde kendileri için karar almada kuruma bağımlı hale gelmektedirler (Canter; 2011).
Cezaevi dışındaki yaşam; radikal ve köklü değişmelere sahne olurken; cezaevindeki yaşam görece durağan bir nitelik sergilemektedir. Uzun süre cezaevinde mahkum kalan herhangi birinin cezaevinden çıktıktan sonra karşılaştığı yaşam bu sebeple onların toplumsal adaptasyonlarını güçleştirici bir nitelik sergileyebilmektedir (Giddens; 2000).
• Aşırı Uyanıklık; Kişilerarası Güvensizlik ve Kuşku: Cezaevleri kaçmanın olanaksız olduğu; tehlikeli yerlerdir. Tehdit ya da kişisel risk durumları için uyanık ve tetikte olma gereği bulunmaktadır. Çünkü yakın çevrede herhangi bir zayıflık işaretinden faydalanmaya hazır kişilerin bulunuşu; kişilerarası kuşku ve güvensizlik durumuna sebep olmaktadır (Canter; 2011).
• Aşırı Duygusal Denetim; Yabancılaşma ve Psikolojik Uzaklık: Bazı erkek tutuklu/hükümlüler; şiddet uygulayabildiğini; güçlü olduğunu gösteremedikleri sürece; cezaevi yaşantıları boyunca sömürülüp yönetileceklerine inanabilmektedirler. Bu yüzden ‘sert adam’ imgesi yaymaya çalışmaktadırlar. Bunun sonucunda kişiler çevrelerindeki olaylara duygusal tepki vermeyip bastırma çabası gösterebilirler. Hem duygusal hem de davranışsal olarak nötr bir ‘tutukevi’ maskesi geliştirmeye çalışan tutuklu/ hükümlüler; kendilerine ve başkalarına yabancılaşma tehdidi ile karşılaşmaktadırlar. Toplumsal durum ve ilişkilerde alışkanlık haline gelen ve güçsüz bırakan duygusal bir boşluk geliştirebilirler. Ayrıca; kendileriyle başkaları arasında kalıcı ve köprülenemez bir uzaklık oluşturmuş olduklarını da görebilmekteler (Canter; 2011).
• Toplumsal Geri Çekilme ve Yalıtılmışlık: Bazı tutuklular; bir toplumsal görünmezlik perdesi arkasına gizlenerek ve olabildiğince göze batmaz ve başkalarından özenle kopuk hale gelerek kendilerini koruma eğilimi sergilemektedirler. Bu kendi kendine toplumsal geri çekilme ve yalıtılmışlık kendilerini bütünüyle her şeyden geri çektikleri anlamına da gelebilmektedir. Kendilerinin kimseye güvenmesine izin vermeyip tutukevi yaşamının gerginlikleriyle sessiz bir yalıtılmışlık yaşayarak üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar. Tutuklu/hükümlü vurdumduymazlığı ve kendi kendine davranış başlatma yeteneği kaybı birleştiğinde; bu örüntü büyük ölçüde klinik çökkünlük örüntüsüne benzemektedir (Canter; 2011).
• Azalmış Benlik Değeri Duygusu ve Kişisel Değer: Tutuklu/hükümlülerin özel yaşam hakları oldukça kısıtlıdır ve yaşam alanlarını paylaşacak kişileri seçme hakları ya hiç yoktur ya da çok kısıtlıdır. Uyuyup uyanma saatleri; yemek yeme saatleri; yıkanma zamanları konusunda seçenekleri bulunmamaktadır. Bu koşullar; kişilere sürekli toplum tarafından dışlanmış ve damgalanmış olduklarını hatırlattığı için tutuklu/hükümlüler üzerinde son derece stres ve üzüntü yaratmaktadır (Canter; 2011).
• Tutukluluk Acısına Sarsıntı Sonrası Gerginlik Tepkileri: Cezaevinde bulunan insanların çoğunluğunun çocukluk dönemi sıkıntıları yaşamış olması gerçeği; başka şeyler arasında cezaevi yaşamının katı; cezalandırıcı ve duyarsız doğasının birçok tutuklu/hükümlü için bir ‘yeniden sarsıntı geçirme’ deneyimi anlamına gelebilmektedir. Bazı tutuklular; cezaevi yaşamının eğilip bükülmez ve yol vermez katılığını davetsiz bir biçimde her an şiddetle karşı karşıya kalmaları ve fiziksel ve/veya cinsel saldırılar yoluyla kötü davranışa hedef olma olasılığını; başkalarının denetiminden kurtulma gereksinimini; yasal saygı ve onları saran çevrede iyilik hallerine duyarlılık yokluğunu hep çok tanıdık yaşantılar olarak görebilmektedirler. Cezaevinde geçirilen zaman; yalnızca anıları değil aynı zamanda bu erken zararlı deneyimlerin engelleyici psikolojik tepki ve sonuçlarını da yenilemektedir (Canter; 2011).