Hayatta her zaman inişler çıkışlar olduğundan; sabit bir çizgi halinde bir hayat olmadığından; bazen şartlar istediğimiz gibi gitmemektedir. Böyle zamanlarda kendimize kötü hissetmeyi bir hak olarak görürüz. Oysa; bu sırada yanlış bilişsel çıkarımlar yapmaktayız. İyi hissedebilmemizi beklediğimiz sonuçların gelişmesine bağlamaktayız. Maalesef; beklediğimiz koşullar sonu gelmeyen ve her zaman kontrolümüz altında olmayan noktalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sırada iyi hissedebilme becerimiz kendimiz dışındaki şartlara bağlı olduğundan kaçınılmaz olarak hayatımız üzerinde kontrolümüz kalmayacaktır. Bu durum güneşli havalarda iyi hissedip yağmurlu havalarda kötü hissetmeye fazlasıyla benzer. Hava durumunun değişmesi sadece bir durumdur. Buna bağlı çıkarımda bulunup kötü hissetme algısını hatta algı yanılsamasını sağlayan ise sadece biziz. Yine aynı şekilde çocuğum iyi okula giderse; derslerinde başarılı olursa; isteklerimi yerine getirirse; istediğim işe sahip olursam; istediğim kadar maaşım olursa; istediğim arabayı alabilirsem; hayalimdeki hayatı yaşayabilirsem; eşim istediğim gibi davranırsa; kocam ya da karım her isteğimi yerine getirirse...vb. tüm bunlar bitmek bilmeyen arzu ve isteklerimizin sadece bir bölümü. Hepsi aslında birer durumdan ibaret belli zamanı içeren yanılsamalar. Yaşadığımız hayata sadece akıl ile yaklaştığımızda ve beklenti denizinde devam ederken şartlara koşullu olarak bağlanmaktayız. Buna bağlı olarak da istediğimiz koşul gelişmediğinde kendimizi bazen fiziksel bazen duygusal olarak yerden yere parçalamaktayız. Biz birey olarak sahip olduklarımızla ya da elde ettiklerimizle tanımlanmıyoruz. Bu sadece zihnimizin bize oynadığı bir oyundan ibaret. Olumlu ve iyi şartlara geliştirdiğimiz bağımlılık bizi en ufak bir olumsuzlukla karşılaştığımızda ne yapacağım ben şimdi bundan ötesi yok hissine anlık dahi olsa ya da bazen günlerce bazen aylarca sürükleyebiliyor. Sadece varolduğu haliyle biz ve hayatımızdaki her şey yeterli olan; bunun dışında gelişen diğer yaklaşımlar ise sadece bizim olanlara dair çıkarımlarımız. Kendimizi kötü hissettiğimiz zamanlara baktığımızda; ya geçmişteyiz ya da gelecekteyiz. İki zaman dilimi de aslında yok; fakat biz zihnimizin düşünce tuzaklarına düştüğümüzden geçmişe ve geleceğe takılı kalmayı seçiyoruz. Bu anlarda koşulsuz iyi hissedebilme becerimizi kaybettiğimiz anlar. Çünkü iyi hissedebilmek sadece anda olduğumuzda açığa çıkan bir duygudurum olarak gelişiyor. Şimdi de tam anlamıyla varolduğumuz takdirde koşulsuz iyi hissedebilmek kaçınılmaz olarak gelişiyor. Geçmişin keşkeleri ve pişmanlıkları; geleceğin ne olacak kaygısı ve korku temeli taşıyan duygularımız bizi iyi hissetmekten uzaklaştıran duygu hislerini oluşturuyor. Bu yüzden iyi hissedebilmek olduğumuz halimizle ve sadece sahip olduğumuz koşulları görebilme becerisini kazanarak mümkün. Çünkü korku ve zihinsel tuzaklarla başetmeye çalışırken sahip olduklarımızı da farkedemiyoruz. Kendi derdimizi dünyanın en büyük problemi olarak görürken başkasının derdini görünce nelerde varmış deyip bende iyiymişim aslında diyebiliyoruz. Bir başkasıyla karşılaşmadan önce de kendi hayatımıza yukardan bakıp sahip olduklarımızı en tarafsız haliyle ve en ince ayrıntısına kadar değerlendirme bilinci kazanabiliriz. Bu bilinç bizi şükretme haline sevkedeceğinden; otomatikman kendimizi daha iyi hissedebileceğiz. Koşulsuz iyi hissetme becerisine gelince kendi içimizdeki düğümleri çözüp anda olduğumuzda koşulsuz iyilik zaten varolduğu haliyle hayatımızda kendine bir yer bulacak. Her mevsim yerinde duran kocaman gövdeli bir ağaç gibi fırtınaya; rüzgara; yapraklarımızın defalarca sarsılmasına rağmen; güneşin kavurucu sıcağına rağmen; karın dondurucu etkisine rağmen vakurca ve umutlu gülümsemizle olan her şeye sadece ‘olması gereken olur ve olan benim için en iyisidir’ inancıyla yaklaşabileceğiz.