Varoluşcu felsefenin önde gelen isimlerinden olan Alman filozof Martin Heidegger; konuşulan dil’in hatta kullanılan aksanın bile insanların algıları ve anlamlandırmaları konusunda son derece önemli bir role sahip olduğunu iddia etmiştir.
Nitekim “aksan” kelimesi aynı zamanda “ritm” anlamına gelir ve kullanılan aksanın dil ritmine; dil ritminin de Heidegger’ci bir anlayışla gerçeklik ritmine etkisinden dolayı algılanan frekansların olayları anlama ve üzerinde düşünme şekillerini etkileyen bir duruma dönüşmektedir.
Bu durumu bir örnekle açıklayalım;
Doğadaki yansıma sesleri her yerde aynıdır; örneğin dünyanın neresine giderseniz gidin tüm köpekler aynı sesi çıkarır ancak köpeklerin çıkardığı bu ses her dilde farklı bir kelime grubu ile ifade edilir.
Türkçe’de biz köpek havlama sesini tanımlamak için “Hav hav” deriz; aynı ses İngilizce’de “Bark bark” tır; Kanada’da çoğunlukla İngilizce konuşulmasına rağmen köpek sesleri “Woof woof” şeklindedir. Aynı ses; Fransızca’da “Aboyer aboyer”; Almanca’da “Wau wau”; Rusça’da “Gav gav” ;Çince’de “Wung wung” olarak ifade edilir.
Dolayısıyla; havlayan bir köpek gördüğümüzde o sesi ana dilimizle nasıl kodlamışsak o şekilde algılıyoruz. Anne babamızın ve onların ait olduğu kültürün dilini başlangıçtan itibaren öğrenmemiz nedeniyle; onların algılayış şekillerini kaçınılmaz bir şekilde kopyalamak suretiyle kullandığımızı da söyleyebiliriz
Daha anne karnından itibaren dili öğrenmeye başladığımız gerçeğini göz önünde bulundursak *; farkına varmadığımız bir şekilde öğrendiğimiz dil bizi belli bir şekilde algılamaya ve düşünmeye mecbur kılıyor.
Hal böyle olunca; Heideger’in “Dil Varlığın Evidir” sözü bazı insan davranışlarının nedenselliğini açıklama konusunda son derece anlamlı bir hal alıyor.
Dil ve Öğrenme ilişkisi ise şu şekilde olmaktadır:
Dil gelişimi; seslerin; kelimelerin; sayıların; sembollerin kazanılması; saklanması ve dilin kurallarına uygun olarak kullanılmasını içeren bir süreçtir. Dil gelişimi; doğum öncesi başlar ve yaşam boyu devam eder. Dil ve öğrenme arasında önemli bir ilişki vardır.
Dil; öğrenmeyi kolaylaştırır. Öğrenme sürecinde ise çocuğun dili gelişir. Dil gelişiminde; sesin duyulması dili kullanma deneyimlerinin bulunması gerekir. Çocukların; çevresindeki bireylerin konuşmalarını taklit ederek dili öğrendikleri ileri sürülür. Çocuğun dil gelişiminde iletişim kurma; diğerlerinin dikkatini çekme; isteklerini duygu ve düşüncelerini iletme ihtiyacı vardır.
* Amerikalı ve İsveçli bilim adamlarının yaptığı araştırma; bebeklerin doğduktan sadece birkaç saat sonra ana dil ve yabancı dil arasındaki farkı anlayabildiğini gösterdi.
Bebeğin; annesinin karnında anadilini benimsemeye başladığını vurgulayan bilim adamları; yarısı erkek; yarısı kız; 7-75 saat önce doğan 80 bebeğe annelerinin anadili olan İngilizce ya da İsveççe sesler ile yabancı bir dildeki sesleri dinletti.
Bu sesleri dinlerken bebeklerin dikkatleri bir bilgisayara bağlı emziği emme sürelerine göre değerlendirildi. Bebekler emziği her emdiğinde ünlü bir harf duydu.
Anne karnındakinden farklı sesler duyan bebeklerin emme süresinin ana dilinde sesler duyanlardan daha uzun olduğu; bunun da yabancı seslerin algılanmasının daha az olduğunu gösterdiği belirtildi.
Araştırma; ”Actadiatrica” dergisinde yayımlandı.
Kaynaklar:
Dil Gelişimi – Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi Kitapçığı – T.C. Milli Eğitim Bakanlığı