Çocuğumuz olduğunda; temel bakımının yanı sıra gelecek endişesi de usulca sokularak kendini mamaların bezlerin yanına bırakıverir.
O andan itibaren anne babalar olarak eğitimi; nasıl bir insan olacağı; arkadaşları; yetenekleri vs hakkında düşünürken buluruz kendimizi. Bunlara bir de bizim küçüklüğümüzden beri isteyip de yapamadıklarımız eklenir;
Biz tenis oynayamamıştık O oynasın
Biz keman çalamamıştık O çalsın
Biz Fransızca öğrenememiştik O öğrensin
Ben aslında hep doktor olmak isterdim O olsun…
Uzar gider bu liste.
Ve bu listeyi oluştururken; çocuğumuzun hayatı üzerine gelecek planları yaparken; çocuğumuzu o kurstan bu kursa koştururken; Özel ders öğretmeninin biri gelir biri giderken; okul çantasına 5 günlük tatil bavulu kadar doldururken; tek bir şeyi unuturuz: Çocuğumuzun ne istediğini O’na sormayı…
Sorar gibi yaparız ama sormayız;
“Sence de piyano dersi alman en doğrusu değil mi Canım!”
"Bence sen tercihlerine şu......bölümleri de yaz; biri olmazsa öteki olur."
O bizi kırmamak için; üzmemek için ya da çekindiği için bizim tozu dumana katmış koşuşturmamıza ayak uydurmaya çalışır; bir de onun her istediğini yapmış; hayatını ona vakfetmiş düşüncesiyle kendimizi yeryüzünün en fedakâr ebeveyni ilan ederiz.
Çünkü hayat tecrübemiz; görüp geçirdiklerimiz bize yol gösterir; doğru olanın bu olduğuna inanırız. Onlar adına karar vererek onların hayatına yön veririz ve bunu onların iyiliği için yaptığımızı savunur; onların yaşının yetmediğinden; hayat tecrübelerinin henüz gelişmediğinden dem vururuz.
En basitinden en karmaşığına; elbisesinin renginden hangi enstrümanı çalacağına; hangi mesleği seçeceğinden; hangi şehirde yüksek öğrenime devam edeceğine kadar birçok konuda Onun ne istediğine; ne düşündüğüne; adına karar verilen ne ise Onu mutlu edip etmeyeceğine bakmadan seçimler yapıyorsak yanlış giden bir şeyler var demektir.
Yazılı; görsel veya sosyal medyada muhakkak rastlamışızdır: Azımsanmayacak kadar çok insan mesleğinden ve yaptığı işten memnun değil… Ve bu memnuniyetsizlik iş performansına ve aile yaşantısına olumsuz yansıyor.
Çocuklarımız ileride başarılı olsun diye kendimizi ve çocuğumuzu parçalarcasına koşturmanın sonucu mutsuz tatminsiz yetişkinler… Ya da bize boyun eğmeye alışmış olması ve zoraki bize uyum sağlaması nedeniyle; kendi hakkını savunamayan; hep başkasının kararlarına göre yaşayan yetersizlik duygusuyla boğuşan bir yetişkin. Ya da çevresindeki herkese her şeye kendini feda etmeye hazır bir yetişkin… Ve bu yetişkini şaşkınlıkla izleyen bizler. Oysa ömrümüzü onun için en iyisi olacağına inandığımız eğitim yaşantısına vakfetmiştik.
Onların ileride mutsuz olmasına; zoraki bir yaşam sürdürmesine; geçmişte size karşı çıkamadığı için duyacağı pişmanlıklara; kendine öfkelenmesine; geçmişe dönüp hayatına istediği şekilde yön verebilmeyi istemesine rağmen gelecekte sıkışıp kalmasına; sürekli başkasına gıpta ederek kendini onların yerine koyduğu hayallere kapılmasına ne kadar razıyız. Şimdiden kendimize soralım.
Şimdi anlaşalım;
Her çocuk kendine özgüdür.
Her çocuk özeldir.
Her çocuğun kendine has hayal gücü vardır.
Her çocuğun kendine has yaratıcılığı ve becerileri vardır.
Her çocuğun kendini ortaya koyabileceği ve başarılı olacağı bir alan vardır.
Yeter ki yoldan çekilip ona yol açalım.
Bize düşen çocuğun bizi kendi yetenek; bilgi; beceri ve ilgilerine göre yönlendirmesine izin vermek. İçindeki potansiyeli keşfetmesini sağlamak ve en önemlisi sabretmek; işte çocuğumuz için gerçek fedakârlık budur.
Bunu onlardan esirgemeyin!