Türkiye; nüfusunun yaklaşık olarak % 12’si engelli bireylerden oluşan ve onların aileleriyle birlikte 25 milyon vatandaşı etkileyen toplumsal bir sağlık sorunu gerçeğini yaşamaktadır. Bu sorun vücudun farklı ve değişik şekillerde bütünselliğinin bozulmasıyla oluşmaktadır. Doğuştan yada sonradan oluşan bu eksikliklerle yeti yitimi yaşayan birey kısıtlanmış olarak hayatını sürdürür. Engelli olmanın getirdiği özel ve yaşamsal ihtiyaç kısıtlanmaları bireyin yaşama olan bakışını ve algısını olumsuz etkiler.
Bireyin “kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi başına yapması gereken işleri; bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki herhangi bir noksanlık sonucu yapamayışı" kısıtlanmaların yarattığı eksiklik ve güçlük; onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar. Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın psikolojik sebebidir. Her türlü ayrımcılık farklılıktan doğar ve alışılmadıkça ortaya çıkan sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaştırır.
“Eksik olmak” “Kısıtlı olmak” “Engellenmek” “Noksan kalmak” “Özürlü görülmek” tanımlamaları engelli bireyi etiketler; damgalar ve toplumsal - sosyal yaşama alışmasını zorlaştırır. Oysa engellinin çevrede kabul görmemesi; hatta alay edilmesi; acınması; korkulması ve reddedilmesi sonucunda oluşan her zorluk bireyi daha da mutsuz eder; engellenmiş yaşamını çekilmez hale getirir ve depresyona sürükler.
Genellikle kendini çaresiz hissetmeyle başlayan bireyin; özürlü olduğunu kabul etme düşüncesi yerini bir savunma mekanizması olan reddetmeye ve bilinmeyene karşı duyulan korkudan kaynaklı yaşamla ilgili endişeler; kaygılar; "Halim ne olacak?" sorusunun hayal kırıklığı ve "Neden ben?" sorusunun kızgınlığı acı çekme sürecine yol açar. Acı çekme; gerçeğin kabul edilmesini kolaylaştıran bir duygu olarak görülmektedir. Depresyon ise; genellikle acı çekme süreci sonunda ortaya çıkmaktadır. Bireyde bu süreç "içine kapanma" ya da "sosyal etkileşimlerden kaçınma" davranışlarına dönüşebilmektedir. Utanma halinin de etkisinin olduğu çaresiz bireye aile üyeleriyle beraber verilen destek; hayata ve topluma uyum sağlamasını ya da kabul etmesini başlatan bir süreç olacaktır. Yaşamda daha olumlu ilişkiler kurabileceklerini fark eden engelliler ve aileleri ‘engelin ve engelli olmanın’ takınılıp kalınacak bir ruhsal problem olmadığını; nitelikli bir yaşam sürebilmenin anlamını fark etmiş ve olumsuz duygularla baş etmeyi öğrenmiş olacaktır.
Sosyal bir canlı olarak engelli bireyin psikolojik yapısını tahlil ederken öncelikle bireyin çevresel etkiler ve başından geçen olaylar incelenmelidir çünkü bu tutum ve tavırlar engellinin ruhsal durumunda belirleyici etmenleri oluşturur. Özellikle çalıştıkları iş yerlerinde ya da yaptıkları işlerde hor davranılması sonucu ‘engellilik halinin iş yapma azmini kırması’ ve toplum içine girilen anlarda toplum içerisinde kendilerine acıyan gözlerle bakılmasından rahatsız olan bireyler; bu anlayışın değişmemesi sonucu koşullarını pozitif bir hale dönüştürememektedir.
Görme engelli bireyler; toplum içine girecekleri zaman karşıdan karşıya geçme ve durumlarını anlamayan bireylerle karşılaşacakları sorunlardan; işitme –konuşma engelli bireyler; toplum içine girdikleri zaman kendilerine soru sorulması sonucu anlamama ve cevap verememe; duyamama gibi durumlardan; fiziksel- ortopedik engelli bireyler ise toplum içine çıkacakları zaman gerekli donanımın kendilerine sunulmamış yapılardan; binalardan ve sokaklardan çekinmektedirler.
Engelli bireylerin psikolojik olarak yaşamlarını sürdürebilme becerileri bakımından diğer bireylere yetişememeleri çok normaldir. Yapılması gereken engellinin yaşam boyunca kendi kendine yetebilmesini sağlayacak becerileri kazandırmaktır. Toplumsal aktivitelere katılmak; iletişim becerileri; sosyal etkileşim ve duygusal gelişim bu sürece girer. Engelliliğine rağmen toplum hayatında; başkalarıyla eşit düzeyde yer alma fırsatlarından yararlanabilme şansına sahip olması halinde kişi; engelli olmaktan çıkmaktadır.
Ben bir psikolog olarak özürlülük konusunda ‘kötü imajları azaltabilmek hatta silmek’ için sosyal ortamda ciddi; sistemli ve eğitici faaliyetler yapmamız gerektiğine inanıyorum. Milyonlarca özürlü birey için dar kalıplarda düşünmek; yanlış eğilimli davranmak ve farklı bir canlı gibi görmek; sosyal toplumdaki sağlıklı bireyin düşüncesine yakışmaz. Sosyal hayata eşit katılım sağlanması için siz sağlık çalışanlarımızı ‘uyarıcı ve eğitici’ olmaya davet ediyorum. Her birey bir engelli adayıdır ve kendisine düşen görev toplumdan dışlamak değil; destek olmak ve yalnızlıklarını paylaşmaktır.