Yaşamak telaşı içerisinde çoğu zaman farkına bile varmıyoruz bizi çevreleyen uyaranların ve hergün biraz daha artan stres faktörlerinin.
• Uyaranlar: Reklamlar Alışveriş merkezleri ; Bilgisayar; cep telefonu vs. kaynaklı iletişim ağları Alışveriş merkezleri ; VCD; DVD; home cinema Alışveriş merkezleri ...
• Stres Faktörleri: Trafik; hava kirliliği; gittikçe artan betonlaşma...
Kendimizi nasıl etkilediğini çoğu zaman gözden kaçırırken çocuklarımızı nasıl etkilediğini de kaçırabiliyoruz. Az önce saydığımız etkenler bizi dönüp dolanıp alışveriş merkezlerine yani tüketmeye götürüyor ve tabi çocuklarımızı da. İstediğimiz herşeye erişmemiz mümkün bu merkezlerde. Gıdadan giyime; kitaba; elektronik cihazlara; bijuterilere; sinemaya; tiyatroya varana kadar herşey var. Böyle bakınca oldukça cazip görünüyor. Ancak tüm bunların tek bir mekanda bulunmasının verdiği bir mesaj var: Tüketin; neye ihtiyacınız varsa bizde var; alışveriş mi mağazalarımız var; karnınız mı acıktı fast food emrinizde; biraz eğlence- tiyatro/sinema; biraz kültür- kitapçı. Çocuklarınızla dolaşmak zor mu oluyor; onun da çözümü bizde. Siz keyfinize bakın; onlara biz bakarız. Yeter ki tüm vaktinizi burada geçirin; tüketin; para harcayın.
Böylece boş zaman tabir edilen anlarımızı sürekli tüketerek ve gezintiye çıkmak tabir edilen anlarımızı saatlerce kapalı mekanlarda kalarak geçirmeye başlıyoruz. Gündelik kent yaşamının bizlere yüklediği stresten kapalı; havasız mekanlarda para harcayarak kurtulmaya çalışıyoruz. Çocuklarımızla “başbaşa” kaldığımız anları bu kapalı mekanlara ayırıp; adına paylaşmak diyoruz. Peki ama neler öğreniyor çocuklarımız bu mekanlarda. Daha doğrusu neler öğretiyor bu mekanlar çocuklarımıza; tüketmek. İstediği herşeye sahip olabileceği düşüncesinde olan çocuklarımız gördükleri herşeyi almak istiyorlar. Gerekli ve gereksiz; ihtiyaç olunan veya olunmayan mefhumu henüz tam yerleşmemiş çocuklarımız başlıyorlar herşeyi istemeye; “onu da alalım; bunu da” demeye. Çok da yüklenmemek gerek onlara. Çünkü bizlerden de bunu görüyorlar.
Açık mekanlarda bir kelebeğin ardı sıra koşarak; salıncakta yükseğe daha yükseğe uçarak; uçurtmayı olabildiğince yukarıya çıkararak; atlıkarıncaya binerek; türlü çeşit ağacın; bitkinin ve hayvanın isimlerini öğrenerek geçirecekleri zamanları kapalı alışveriş merkezlerinin tüketim çılgınlığına sıkışarak yaşıyorlar.
Yazımı Mimar Akın Atauz’un çocuk ve kente dair; kendi bakışıyla söylediği bir kaç cümleyle bitirmek istiyorum.
“........Eve geliyorlar. Televizyona bakıyorlar; ağaç ya da hayvan görüntüsü izliyorlar. Halı sahaya gidiyorlar. Hafta sonunda bir sinemaya gidiyorlar. Kavga/şiddet ve patlamalar arasında savaşan düşmanlar görüyorlar. Birbirlerine bakıyorlar. Ne giydiklerine; ne yediklerine; hangi kokuları kullandıklarına... Birbirlerine telefon ediyorlar. Mesaj gönderiyorlar. Evlerine gelip televizyonda bir acıklı insan gerçeğini izliyorlar. Eve gelip müzik dinliyorlar. Bilgisayarda konuşuyorlar; internette geziniyorlar; disk; disket alışverişinde bulunuyorlar. Süpermarkete gidiyorlar; teneke kutular; naylon torbalar; petler içinde yiyecekler görüyorlar. Sonra eve; evlerinin olduğu güvenlikli siteye; toplukonutlara geliyorlar.
Üzerlerine pek yağmur yağmıyor. Kapalı okul; kapalı ev; kapalı alışveriş merkezi; kapalı klüp; kapalı spor salonu.... Kapalı devre yaşıyorlar. Giderek kentler daha fazla çocuksuz oluyor. Onlar için kent; kapalı mekanların; otomobillerin; servis araçlarının penceresinden görülen; kalabalık ve gürültülü; endişe verici bir bilinmezlik.
........Kent artık hiçbir çocuk için özgürlüklerin mekanı değil. Keşfin; öğrenmenin; ilişkinin ve arkadaşlığın mekanı değil. Kent; oyunların bir parçası değil. Kent bir oyuncak değil artık hiçbir çocuk için.
Çocuklar kenti; çocukluklarının bir parçası olarak kenti giderek kaybediyorlar. Kentler de çocukları ( Atauz; 2004).”