Canlılar belirli bir çevre içinde doğar; yaşar ve ölürler. Yaşamları boyunca da; varlıklarını sürdürebilmek için; o çevreyle en iyi uyum sağlamalarına olanak veren davranışlar geliştirirler. Benzer biçimde canlılar bilip; tanıdıkları çevrenin değişmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni koşullara da uymaya çalışırlar. Bu uyumun gerçekleşebilmesi için de yeni davranışlar geliştirirler. İnsan da bir organizma olduğu için; o da çevresine uyum sağlamak ve bu uyum için gerekli davranış kalıplarını oluşturmak durumundadır. İnsan için çevre; içinde yaşadığı toplumdur. Toplum kısaca; sürekli birarada yaşayan ve varlıklarını sürdürebilmek için birbirlerine gereksinim duyan insanlar topluluğu; olarak tanımlanmaktadır ( İsen; Batmaz; 2002 ).
İnsan dünyaya gözünü açtığı andan başlayarak çevresindeki varlıklarla birtakım ilişkiler içine girer. Bu varlıklar arasında en önemlisi diğer insanlardır. Bir toplumun bireyleri için önde gelen en belirgin ve belirleyici ilişkiler diğer insanlarla kurulanlardır. Dolayısıyla; çocuğun toplumun bir bireyi haline gelmesinde en büyük ağırlığı taşıyan etken “ toplumsal kuralların öğrenilmesi”dir. Bu da “toplumsallaşma” olarak adlandırılmaktadır. Toplumsallaşmanın yapı taşları diğer insanlar; özellikle de çocuğun anne-babası; öğretmenleri; arkadaşları ve onun için önem taşıyan kimselerdir. Onlarla kurduğu ilişkiler sonucu; bilinçli ve sistemli bir şekilde çocuk; toplum içinde varlığını nasıl sürdürebileceğine ilişkin bilgileri yani toplumsal yaşama uyumu etkin bir biçimde öğrenir. Sonuç olarak toplumsallaşma; “ kişinin; üyesi olduğu toplumun veya grupların beklentilerine uyum sağlayan davranışları öğrendiği; oluşturduğu ve değiştirdiği bir etkileşim süreci” olarak tanımlanmaktadır ( İsen; Batmaz ; 2002). Toplum içinde değişik konumlarda bulunan bireyler; kendi özelliklerine en uygun düşünce ve davranış biçimlerine girerek; o toplumda yaşamasını öğrenirler. Yani toplumsallaşma bir “öğrenme süreci”dir.
Toplumsal yapı bireyleri; birbirinden bağımsız; yalıtılmış; ilgisiz kum taneleri gibi kendi başına hareket edebilen öğeler olmaktan çıkararak gruplar içinde toplar. Bireyin toplumsal yaşamı; gruplar içinde bir anlam ve belirginlik kazanır. Her toplumsal yapı; birden fazla grubu içeren; canlı ve yaşayan bir organizmadır. Toplumsal yaşam; gruplar aracılığyla gerçekleşmektedir.
Okul öncesi dönem çocuğu; toplumsallaşma sürecine gerçek anlamdaki ilk adımını kreş ve anaokulu yoluyla atar. Farklı kültür düzeylerinden gelen çocuklar; okullarındaki sosyal gruplarını oluştururlar. Çocuk bu yolla; diğer çocukları; diğer anne-babaları tanır; insanların çeşitliliği ve farklılığı konusundaki farkındalığı artar. İnsanların çeşitlilik ve farklılıklarını benimseyip kabullenmede çocuk olmanın avantajlarını taşır. Henüz önyargı kalıpları gelişmemiş olduğu için çocuk bu yaşta daha benimseyicidir. Ve bu yaş çocuğu; diğerleri ile ne kadar karşılaşır; onları tanır ve benimserse o kadar önyargı ve ayrımcılıktan uzak bir davranış örüntüsü dolayısıyla kişilik yapısı geliştirir. İleriki yaşamında da önyargıdan uzak; hoşgörülü ve esnek bir bakış açısına; yaklaşımına sahip olur.
Çocuğun dünyaya ilk geldiği andan itibaren tüm davranış kalıplarını öğrendiği; toplumsallaşma sürecinin temelini attığı modellerinin anne-babası olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Önyargısız; ayrımcılıktan uzak ve hoşgörülü çocuklar yetiştirmek istiyorsak önce bizim bu doğrultuda davranış kalıplarına sahip olmamız gerekmektedir. Hepimiz ve çocuklarımız için hoşgörülü; ayrımcılıktan uzak; esnek; kabullenici; sevgi ve barış dolu bir dünya dileğiyle!!!