Ülkemizin en saygın psikiyatrlarının başında gelen; asla mesleki kaygı ile hareket etmediğini yıllardır çok iyi bildiğim; bilim insanı nosyonuna sahip; dik duruşlu; mütevazi ve dobra kişiliği ile tanıdığımız kıymetli hocam Sayın Prof. Dr. Erol GÖKA ile yaptığımız şu kısa ancak faydalı görüşmeyi kendisinin de rızasını alarak buradan siz okuyucularla paylaşmak istiyorum.
İletişim selamlaşma ile başlıyor. Diyalogun alandaki sorunlarla ilgili olan asıl önemli kısmı şu şekilde gelişiyor:
İzzet Güllü: Kıymetli hocam; (psikiyatride) hastalık yok; sorun var diyorum ben... Sorun var denilmeli sadece. Hastalık başka bir şey.
Erol Göka: Bu bakışın piri Thomas Szasz güçlü bir teori geliştiremedi maalesef zaten modern psikiyatri de hastalık demiyor "bozukluk" diyor.
İzzet GÜLLÜ: Evet. Doğru. Ama bozukluğa meslektaşlarınız (pratikte) hastalık muamelesi çekiyor. Öyle görüyor. Demek hastalık olmadığı kabul görüyor (camiada).
Erol GÖKA: Bozukluk anlam olarak soruna çok yakın zaten ama o zaman da şizofreni ile evlilik ve işyeri sorunları arasında ayrım yapamıyoruz
İzzet GÜLLÜ: Akıl hastalıklarına hastalık deniyor zaten. Diğerleri hariç olmalı: Hepsini aynı torbaya atmak gerekmemeli.
İzzet GÜLLÜ: Soruna sırf sorun diye hastalık denilince alakasız tedaviler gündeme geliyor. Alakasız yardım ise süreci besliyor.
İzzet GÜLLÜ: Malum ekonomik; sosyal; siyasal vb pek çok sorun türü vardır. Sorun olması onun hastalık sayılmasını gerektirmemeli.
Erol GÖKA: Dostum kötü psikiyatri tüm dünyanın derdi; biz de derdin dünyadan da çok büyük olduğuna katılıyorum.
İzzet GÜLLÜ: Sevgili hocam; bugün hastaneye gidip de tanı ve ilaç almayan kimse yok gibi. İnanın durum tam bir cinayet boyutunda. İçindeyim.
Erol GÖKA: İlaç kullanımın suistimal boyutunda olduğu çok doğru; araştırmalar da bunu gösteriyor ama uygun kullanılan ilacın yararı açık.
İzzet GÜLLÜ: Bir psikolog ilaç önerse yer yerinden oynar. Peki hatalı kullanımı hekim yapınca neden derin bir sessizlik hakim olur hocam!
İzzet GÜLLÜ: Ruh hekimlerinde hasta sayısı arttıkça alanın daha popüler hale geleceği gibi bir inanış hakim sanki. Çok hasta hedefleniyor adeta
İzzet GÜLLÜ: Ruhsal sorunlara biyopsikososyal modelle yaklaşım esas denilir;malum. Yıllardır salt biyo boyutlu yaklaşmak cinayet değil de nedir
Erol GÖKA: Haklısınız ama Psikiyatri; tıbbın kendi içinde eleştiriye izin veren ve "anti"sini barındıran tek dal yine de.
İzzet Güllü: Bu psikiyatrinin bir lütfu değil ki. Asıl psikiyatri düşünmeli değil mi; neden tıp içinde tek bizim anti miz var diye?
Erol GÖKA: Düzeltmek için elimizden geleni yapıyoruz inanın...
SONUÇ
Uzun zamandır psikiyatriyi eleştiren yazılar yazıyorum. Bu süreçte birçok kişi abarttığımı; aslında psikiyatri ile şahsi bir sorunumun olduğunu; gerçeğin anlattığım gibi olmadığını düşünmüş olabilir. Bu iletişim yanlış yolda olmadığımı; kıymetli psikiyatri hocamızın tespitlerinin de bu yönde olduğunu gösteriyor.
Kıymetli hocama hiçbir mesleki kapris gütmeyen tutumu ve açık sözlülüğü; en önemlisi de alandaki sorunlara yapıcı katkı sağlaması nedeniyle bu iletişimin yayınlanmasına izin vermesi nedeniyle tekrar teşekkür ediyor; her türlü mesleki sorunun hocamız gibi hocaların sayısının çoğalmasıyla ancak mümkün olduğunu hatırlatarak kendisinin ellerinden öpüyorum.
Peki ya Prof. Dr. Nevzat Tarhan Ne diyor?
“Duygularımızın beynimizde biyokimyasal karşılık bulması; duygularla ilgili ölçü aletini keşfettiğimiz gerçeğine bizi yaklaştırdı.
Hangi sevgi; hangi nefret; hangi değerler bizim çıkarımızadır; sorusuna artık beynimizi ölçerek karar verebileceğiz.
Duygularımızın fiziksel bir varlığının olması insanlık tarihinin hayranlık uyandıracak keşiflerinden birisi olmuştur.
İnsan beynindeki karmaşık biyolojik süreçler ve sayısız bağlantılar; insanı doğru tanımamızda bize yardımcı olmaya başlamıştır.
Sevgi duygusunun insan beyninin özel bir işleyişine bağlı olduğunun anlaşılması; sevginin değerini ve itibarını düşürür mü?
Binlerce yıldır aşk; sanat; romantizm; kıskançlık olarak bilinen ve ‘insan ruhu’ olarak isimlendirdiğimiz kavram yeniden mi tanımlanacak?”
Buradaki Propagandist Yaklaşımın Türkçesi şudur
_”Daha ruhsal hastalıkların fizyolojisi çözülmedi” demeyin sakın. Bakın görün; biz duygularınkini bile çözdük!
_Bize hastalık yok; nesnel bulgularınız zayıf falan diye de saldırmayın; bakın bizde de her şey beyinde fizyolojik açıdan netleşmeye başladı! Biz de artık tıbbın diğer branşları gibiyiz; hiç farkımız yok!
_O zaman doğru yoldayız; aynı işleyişe tam gaz devam!
Sonuç
Ünlü ve mütedeyyin hocamız; “Ülkemizde 100 kişiden ancak 12’sine doğru teşhis konuluyor” vahim gerçeğini katıldığı kurultayda bilim adamı meslektaşından dinliyor ancak bununla ilgili yıllardır en ufak bir çabası gözlenmiyor.
Hocamız buna iki nedenle mecbur aslında:
Birincisi; Profesör olmak bilim adamlığı demek ise; şayet “üniversite öğretmenliği” değilse sadece; bunun böyle olması icap ediyor.
İkincisi; hocamızın yürekten bağlı olduğu inanç sistemi doğruya sahip; yanlışa da karşı çıkmayı kuvvetle emrediyor.
Haliyle bu vahim sorun; bir insan için; bir hekim için; hele hele bir hoca için duyguların beyinsel mi yoksa psikolojik mi olduğundan daha az önemli olamaz; olmamalıdır da!
Nezaketen; hocamızın şahsını tenzih ederek söylüyorum:
Esasında sorun mesleki varlık sorunu! Sorun var olma ve yok olma sorunu! Dava alanı pekiştirme; bunun için tıplaştırma; böylece tıbbi metotlara sonsuza dek yer açma davası!
Gerisi çelik - çomak; gerisi hikaye! Kitlelerin ruhu bu gayeye hizmet ettiği ölçüde önemli olan basit bir nesne sadece!