“Dediğiniz gibi büyük bir yanlış olsa karşı çıkmazlar mı! Sen abartıyorsun galiba!”
Yo; bir yanlış durum olsa bile karşı çıkmazlar. Çünkü varlıkları o yanlış durumun sürmesine bağlıdır.
Varlıkları mevcut sorunların hastalık sayılmasına bağlıdır.
Hastalık olacak ki hekimlik mesleği varlığını sürdürsün. Hastalık sayılacak ki tedavi yetkisi ruh hekimlerinde kalsın!
Şimdi de şunu diyorsunuz; onu da anlıyorum: “Ama bu kadar menfaat odaklı olunur mu?”
Olunur! Hangimiz menfaat odaklı değiliz ki. “Allah rızası için” diyerek iş yapanımız bile özünde menfaat için iş yapmıyor mu!
Ya cenneti istiyor karşılığında ya cehennemden kurtulmayı. “Ama bazılarımız sırf Allah rızası için yapıyor” mu diyorsunuz yoksa!
Allah rızası neden isteniyor? Onunla arzu edilen netice ne? Yine aynı şeyler değil mi. Ben bile bu çıkışlarımı menfaat için yapıyorum. Tek farkı; bu menfaatin maddi; dünyevi olmaması; o kadar! Tek farkı bu! Yoksa; “Bana ne el alemin derdinden; millet kendi derdini kendisi düşünmeyecek de ben mi düşüneceğim” der geçerdim!
Yani günümüzde menfaatsiz iş yapılmaz! Önemli olan bu menfaatin ne olduğu; ucunda birilerine zarar verme durumu söz konusu olup olmadığı meselesidir!
“Hastalık yok; sadece olağan sorunlar var” dendiğinde hekimliğin müşteri kitlesi bir anda psikologa; sosyoloğa; yaşam koçuna; Güzin ablalara; komşu Ayşe teyzelere; velhasıl herkese açılıverir. Oysa hekimler kendilerini var eden; sayesinde ekmek yedikleri; zengin oldukları; itibar gördükleri bu alanın sadece kendi tekellerinde kalmasını isterler.
Mevcut yasalara göre hastalığı tedavi yetkisi hekimlerde olduğu için de bu alandaki sorunların hastalık olduğunda ısrar ederler. Bunun için her türlü çelişkiye düşmeyi bile göze alırlar. Baktılar bu çelişkiler aleniyet kazandıkça kendilerine zarar veriyor; ağız birliği ederek susmayı tercih ederler.
Böylece (güya) topluma; “Biz ilgilenmiyoruz; biz eminiz. Biz sadece işimize bakıyoruz” mesajı verirler.
O sebeple hekimlik gibi yüksek itibarlı ve kazançlı bir mesleğin varlığını ve özel konumunu sürdürmesi için sorunların ruhsal hastalık olarak görülmesi şarttır. Bu mesleğin daha da popüler hale gelmesi için ise hastalıkların çeşitlenmesi ve sayısının artması elzemdir.
Hem halka hem de diğer tıp branşlarına; “Bak sadece obezite; şeker; kalp; dalak önemli değilmiş gördünüz mü; depresyon gibi asrın hastalığı denilen sorunlarımız var bizim de. Biz de boş değiliz; bizim branşı asla yabana atmayın” mesajı verilir çaktırmadan!
O sebeple gerçeklere güzünü tıkar; yok bile sayar; olmadı kızar; daha da olmazsa susar ama mutlaka mevcut statükoyu muhafazaya çalışır.
SOMUT BİR DELİLİ
Yazdıklarım zaten sizin de mantıken hak vereceğiniz şeyler. Ancak yine de somut bir örnek vereyim; tahlillerime delil olsun diye! Ülkemizde yapılan; ünlü bir prof. psikologun katıldığı toplantı öncesi psikiyatri ilaçlarına güven konulu bir anket yapılır. Katılan hekimlerin üçü hariç; hepsi bu ilaçları faydalı bulduğunu beyan eder.
Hoca birkaç saat boyunca dünya çapındaki son bilimsel araştırma sonuçlarını anlatır. Bu sunumda psikiyatri ilaçlarının plasebodan daha fazla bir etkisinin olmadığını gösterir. Sunumun sonunda tekrar bir anket yapılır. Çıkan dağılım yine aynıdır! Aynı üç kişi hariç hekimlerin hepsi ilaçların faydalı olduğunu beyan etmiştir yine.
Yani dogmatik bir anlayış hakimdir bu alana. Dedim ya; öyle de olmak zorundadır. Nedenini yukarıda anlattım kısaca. Neden varoluş ve yok oluş sorunudur esasında!
Metin Münir’in deyimiyle bir psikiyatristin ilaçlara ve ruhsal hastalık kavramına karşı çıkması bir müslümanın Mekke’de “Kabe yoktur” diye bağırması gibidir. Bu ise pek mümkün bir şey değildir.
O yüzden bu tip konularda meseleye dışarıdan bakan; aynı zamanda bu işlerin işleyişine hakim de olan; en önemlisi de ehli insaf ve vicdan sahibi kişilerin yaklaşımları önem kazanır.
Varını yoğunu ortaya koymuş; on katlı yeni bir bina dikmiş bir müteahhide nasıl ki; “Bu bina çürük” dediğinizde size hışımla karşı çıkar. Bu alandaki durum da aynen böyledir.
Bu durumda binanın çürük olduğunu kabul etmeyi ve zararına olacağını bile bile revizyona gitmesini; olmadı bu binayı kendi eliyle yıkmasını ilgili müteahhitten beklememek; bu işe belediyenin fen işlerinin falan el atması gerekir.
Ancak fen işlerindeki kişilerin müteahhitle mesleki veya özel bağlarının olmaması da gerekir.
Ülkemizde burada anlattığım fen işlerine karşılık gelen yer ilgili bakanlıktaki ruh sağlığı dairesidir.
Orada etkin olan kişiler sorunun kaynağındaki kişilerle aynı mesleğe; yani aynı mesleki varoluş kaygılarına sahiplerdir.
Sorunun da çözümün de esas kaynağı işte tam da burasıdır.
Sorunun kaynağını bulmadan çözümün kaynağına ulaşmak zaten eşyanın tabiatına ters bir durumdur.
Sonuç: Bu işler çok ufak tefek değişiklikler olsa bile yine böyle sürer gider. Bu dava da çoğu davamızda olduğu gibi huzuru mahşere kalır gibime geliyor. Ne diyelim; ak koyun kara koyun o gün belli olur diyelim ve bu yazılık bu kadarla yetinelim.
((Son Bir Not: "Allah sabredenleri sever." (Ali İmran - 146)... Kapitalist Tıp ve Mevcut psikiyatri ise hasta oldum diyerek hemen hastanelere koşanları sever!))