Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Zeigarnik Etkisi: Bitmemiş Meseleler Tamamlanmamış İşler

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:05    Güncellendi: 18.02.2025 22:05
1920li yıllarda Alan kuramcıları; insanların farklı nesneleri birbirinde bağımsız olarak değil; aksine organize ederek algıladıkları; ayrıca eksik şeyleri tamamlayarak algıladıkları iddiasında bulunmuş; bu iddiaları araştırmak üzere deneysel çalışmalar düzenleyen Zeigarnik 1928’de tamamlanmamış işlerin tamamlananlara göre daha iyi hatırlandığı sonucuna ulaşmıştır. Psikolojide “Zeigarnik Etkisi” olarak adlandırılan bu durumu araştırmaya devam eden Ovsiankina; insanların yarım bıraktıkları işlere kendiliğinden geri dönerek tamamlama eğiliminde olduklarını eklemiştir. Ve tüm bu çalışmaları temel alan Geştalt psikologları; insanların tamamlayamadıkları işleri tamamlama eğiliminde olduklarını; tamamlayana kadar unutmadıklarını ve tamamlamak için yollar aradıkları görüşlerini ileri sürerek terapiye bitmemiş işler kavramını taşımışlardır.

Geştalt psikologlarına göre; insanlar çevredeki nesneleri birbirinden bağımsız olarak algılamaz; bütün olarak algılar. Algı sırasında bazı nesneler ön plana çıkarken bazıları arka plana itilir. Neyin ön plana çıkacağını belirleyen şey bireyin o andaki ihtiyaçlarıdır. Dağınık bir masa düşünün; üzerinde bir yığın nesne var. Kurşun kalem; tükenmez kalem; kitaplar; not kağıtları; sandviç; şampuan; ıslak mendil; telefon; bir bardak su…. Diyelim ki şampuanı algıladık; o an da şampuan ön plana çıkan şekil; diğerlerinin hepsi arka plana itilen fondur. Bir şey belirginleşir o şekil olur ve diğerleri fonu oluşturur. “Sakla samanı gelir zamanı” da şekil fon meselesinden başka bir şey değil. Düşünsene yıllarca gözünün önünde dönüp bakmıyorsun bile (fonda); bir anda ihtiyacın oluyor; “Vay be iyi ki atmamışım” (ihtiyaç hasıl oldu fon şekil dönüverdi) dediğin eşyalarını; sözün özü her fon bir gün şekil olabilir.

Tabi şekli belirleyen şey o andaki ihtiyacımızdır; açsak yiyeceği susuzsak suyu algılarız. İhtiyaç karşılandıktan sonra o da artık fon olur; ama artık biliyorsun fonun şekle dönüşebileceğini ; bu yüzden samanı saklamaya devam et. Ve yeni bir ihtiyaçta bir başka nesne şekil oluverir. İşte tamamlanmış işler; oluşan şeklin; tamamlanmadan fona itilmesiyle oluşur. Çünkü kişi tatmin olmamış; ihtiyaç doymamış; yarım kalmıştır. Düşünsene bir; söylemeye karar verdin tam söyleyecektin bir şey oldu söyleyemedin. Rahmetli Barış Manço’nun “Domates biber patlıcan” şarkısını bir de bu gözle dinleyin.

“Keşke hislerimi sana açıkça anlatabilseydim
Sana deli gibi aşık olduğumu söyleyebilseydim
Göz göze geldiğimiz o anda
Sanki Dilim tutuldu bir anda
Konuşamadım karşında
Oysa bütün cesaretimi toplayıp sana gelmiştim
Senin için çarpan şu kalbi gör istemiştim
Tam elini tutmak üzereyken
Aşkımı itiraf edecekken
Sokaktan gelen o sesle yıkıldı dünyam
Domates biber patlıcan” Güler misin ağlar mısın bu duruma; al sana tamamlanmış iş. Bu işler iki şekilde ortaya çıkar ya tamamlanmak üzere açık kalır ya da tamamlanmadan kapatılır.

Nefsim der ki “Keşke tüm ihtiyaçlarımızı kolaylıkla tam olarak tatmin edebilseydik.” (Bu arada bunu ben demiyorum; benim tam olarak terbiye edilmemiş nefsim diyor; o sadece benim bir parçam; yani parçalarımdan biri.) Ama bu mümkün değil; her ihtiyacımızı kolayca tatmin edemeyiz. Acıkınca yiyecek bir şeyler hazırlamamız gerekir; ev de kalmadıysa alış verişe gitmek; ne yiyeceğimize karar vermek; pişirme hazırlıkları; pişmesini bekleme süreci; sofrayı hazırlamak ve nihayet yemek. Kolay olmaz. Tabi yemek yanmadıysa  veya lezzetli olduysa (tuzsuz pilav berbat oluyor) ya da o anda acil bir şey çıkıp yememize engel olmadıysa. Yemek deyip geçmeyin; benim yemekle ilgili ne çok bitmemiş meselem var. Mesela hiç unutmam; ilkokul 2. Sınıftaydık. Yerli malı haftası. Hepimiz bir şeyler götürdük okula. Ama Onur’un babası büyük bir tepsi içinde siyaha yakın kahverengi bir; tatlı olduğunu sandığım bir şey getirdi. Bugün o şeyin browni olabileceğini sanıyorum; ne yalan söyleyeyim emin değilim. Neyse o tepsiye ben bakakaldım; o kadar lezzetli görünüyordu ki yutkunamadım; tek hayalim ondan yemekti ve öğretmen 2. derste yemeklerimizi yiyeceğimizi söyledi; bu beni yıktı; sabırsızlanıyor ve gözümü tepsiden alamıyordum ve zil çaldı ve o an yaklaştı ve ben bekliyorum; ondan yiyeceğim. Ve başka bir öğretmen içeri girdi yemekleri seçmeye başladı; arkasında büyük sınıflardan öğrencilere şunu şunu şunu öğretmenler odasına götürün diye talimat verdi; o benim bittiğim andı. Şu an bu satırları yazarken gülmeyle karışık ağlıyorsam bitmemesindendir. İşte bu tamamlanmamış iştir; acıtıyorsa hala geçmiş henüz geçmemiş demektirin tam karşılığıdır. Bugünkü birçok davranışımı etkiledi bu olay. Mesela çoluk çocuk bir ortamdaysak çocukların tabaklarına çok dikkat ederim; eğer onların yaş grubunun yiyebileceği bir şey onlara ikram edilmemişse “Hadi bakalım biz büyüdük bunlar onların hakkı” der verir ve verdiririm (işlevsel yansıtma); bitmemiş meselem bu yolla tatmine uğraşıyor ve benim tutum ve davranışlarımı etkiliyor. Böyle nice anımız vardır her birimizin. Kırgınlık; öfke; acı; hayal kırıklığı; suçluluk; yalnız bırakılmışlık… hissettiğimiz. Duygularımızı tam olarak ifade edemediğimizde onlar fon olur; fakat sakla zamanı gelir zamanı misali; en ufak bir şeyde hortlayıverirler. Çoğu evli çiftin; çoğu yakın arkadaşın… yakınmasıdır bu “Ne zaman bir konuda tartışsak temcit pilavı gibi hep eski meseleleri açıyor.” Hey çünkü onlar bitmedi; kişi hala orada; yani hala geçmişte; o olayın enerjisi dünkü kadar taze. Başka bir yazımda bir danışanımdan bahsetmiştim. Ağlayarak başladı; ağlayarak bitirdi seansı; babası ile yaşadığı bir sıkıntıyı anlattı ve ben ertesi seans “Babanızla konuşma fırsatınız oldu mu o konuları?” diye sorduğumda; 30 yıl önce yaşadığı şey için ağladığını algılayabildim. Enerjisi o kadar yeni görünmüştü ki bana; ne zaman yaşadığını sormak aklıma bile gelmemişti. İşte bitmemiş meseleler böyle etkiler bizleri.


Her tamamlanmamış iş aynı düzeyde etkilemez elbette. Tamamlayamama sebepleri; işin önem derecesi; bizi ne denli etkilediği ve daha birçok faktöre göre değişir bu. Yapılarımız; bakış açılarımız; değer yargılarımız her şey ama her şey etkiler bu algımızı. Örneğin bir öğrenci; dershane arkadaşlarıyla buluşma günü; matematik sınavının öncesine denk geldi. Ya buluşur sınava hazırlanma vaktinden çalar; ya çalışır arkadaşlarıyla buluşamaz; ikisini aynı anda zaten yapamayacak; biri tamamlanmayacak. Seçim onun; onun yapısı belirler bu durum karşısındaki davranışını. Ve birini seçtiğinde o işe ne kadar konsantre olacağını. Diyelim ders çalışmayı seçti; öflene pöflene aklını derse veremiyor olabileceği gibi; gayet rahat başka bir zaman buluşurum ne olacak sanki böyle olması gerekiyor da diyebilir. Ne kadar çok insan o kadar çeşit tepki çıkar. Gittiğine sevinen; çalışmadığına üzülen; gidemediğine üzülen; kaldığına sevinen; gittiğinde eğlenen; gittiğinde sınavım var deyip arkadaşlarının burnundan getiren… davranışı belirleyen kişidir ve tamamlanmış işten ne kadar etkileneceğini onun bütünü belirler.

Bazen öyle zamanlardan geçeriz ki; bir şeylere yetişmek mümkün değildir. Ya aileden feragat ederiz; ya gezmelerden; ya zevklerimizden; hatta sağlık kontrollerimizden… Bir gün lütfen 48 saat olsun diye abuk taleplerim olduğu zamanlar hatırlıyorum; her şeye her zaman yetişmek ne mümkün; bir şeyleri göz ardı etmek; ertelemek; yarım yamalak yapmak gerekiyor bazen. İşte tehlike sinyalleri burada yanıp sönmeye başlar. Bitmemiş meseleler çoğaldıkça gerilmeye; yetersiz hissetmeye; yorgunluğa; tükenmişliğe; depresyona doğru ilerler yolumuz. Bunlar yalnızca günlük rutinlerin yapılamamasından kaynaklanan meseleler olsa da bununla bitmiyor ki işimiz. Ya çok sevdiklerimiz; değer verdiklerimiz onlarla yaşadığımız çatışmalar. Yerli malı haftasında yaşadığım şeyi paylaştım sizlerle ve bir danışanımın yaşantısından bahsettim; işte bunlar duygularımızı etkiliyor ve dönün bakın yaşantılarınıza en çok hangilerini hatırlama eğilimindesiniz? En çok bizi öfkelendirenleri; üzenleri; hayal kırıklığı yaşatanları; acı verenleri; kırıklıklarımızı; utandıklarımızı; suçluluk hissettiklerimizi… kısacası duygusal hafızamızda yer tutanları hatırlamıyor muyuz?


Geçmişe gerçeklikte dönme imkanımız yok; o geçti gitti; zaman makinesi filmi; zamanı durdurma hayallerimiz olsa da gerçeklikte geri gidemiyoruz; o ana dönüp işlerimizi tamamlayamıyoruz; şimdi ben evimde mutfak masasında bu satırları yazarken; sizin şimdinizde bilmem nerede bu satırları okuyor olacaksınız. Elimizdeki tek an şimdi. Elbette bir geçmişimiz var; geçip giden ama bugünümüzü etkileyen; ama o geçti; elimizdeki tek an şu an; geçmişte yaşadıklarım şu anda aklıma geldiğinde şu anımı hala etkiliyor ve gelecekle ilgili kaygılarım hortladığında şu anımı etkiliyor; oysa gelecek henüz gelmedi; elimdeki tek an şu an.


O halde bu an şuna niyet edebiliriz. “Hayatımı farkında yaşamaya; duygularımı etkileyen durumları diğerleriyle paylaşmaya; elimden geldiğince anda yaşadığım meselelerimi tamamlamaya; elimden gelmeyen durumların benden kaynaklı olanları tespit ederek kendimi geliştirmeye; hiç elimden gelmeyen durumları kabullenmeye niyet ediyorum.”


Zeminlerimizi temiz bırakmamız temennisiyle…