Yardım etmek; yardımlaşmak geleneksel Türk kültürümüzün çok değerli ve önemli bir parçası olarak bilinir. Yardım etmek sözlükte “kendi gücünü; imkânlarını başka birinin iyiliği için kullanmak” olarak açıklanmaktadır. Şimdi günlük hayatımızdan yardım etme örneklerini aklımıza getirmeye başlarsak; “Çocuk; torbaları taşımasında ninesine yardım etti”; “Arkadaşına işe girmesinde yardım etti”; “Anne çocuğunun giyinmesine yardım etti”; “Eşi hastalığı boyunca ona çok yardım etti” gibi iyilikseverlikle yapılmış durumları görmek insani duygularımızı kabartıyor değil mi?
Evet; kabartıyor tabi. Bu iyilikleri yaptığımız için kendimizle övünüyoruz. Fakat sorunlara kucak açtığımız kısma şöyle geçebiliyoruz bazen: Bekliyoruz ki bir gün gelir başkaları da kendi kaynaklarını benim iyiliğim için kullanır. Nasıl olsa hep takdir edilen; öğretilen şey “iyi olmak” değil miydi? İçimiz rahat. Gururla kendi ruhumuzu okşuyoruz. Çünkü tam anlamıyla iyi olacağına inandığınız bir şey yapıyorsunuz. Bu davranış kalıbına küçüklükten beri öylesine alışıveriyoruz ki; tıpkı senelerdir giydiğimiz gömleği artık gözümüz kapalı giyip çıkartabildiğimiz gibi; daha karşımızdakiler bize sormadan bizler “iyilik meleği”; “kurtarıcı”; “süper-insan” rolünün kostümünü üstümüze geçiriveriyoruz.
Biri hastalandığında işimizi gücümüzü bırakıp başında pervane oluyoruz; hatta onu ziyarete gelenlerin kölesi oluyoruz. Ya da çocuğumuz proteinlerini ve vitaminlerini tam alsın diye o oyun oynarken zorla yemek yediriyoruz. Sanıyoruz ki kendimizi feda edip sevdiklerimizi “kendimizce” düşününce bizlere müteşekkir kalacaklar. Bazen de “iyilik” yapmak için başkalarının üzülmelerini önlemeye çalışıyoruz. Kardeşimiz ters bir iş yaptığında örtbas edip anne-baba üzülmeden olayı biz çözüyoruz. Çocuk okula geç kalıp öğretmeninden azar işitmesin diye sabah onunla beraber biz koşuşturuyoruz. Eşimizin tadını kaçırmamak için canımız bir şeye sıkılsa da paylaşmak yerine kendimiz çözmeye çalışıyoruz. “Ayıp olmasın” diye istemediğimiz şeyler yapıyoruz. Örnekler çoğaltılabilir.
Böyle yapınca kendimizi daha iyi hissediyoruz. Bankada yatırırım için para biriktirdiğimiz gibi diğer insanlara “kendimizce” iyi yatırımlar yapıp sonra onun bize geri dönmesini bekliyoruz.
Maalesef; bazen beklediğimiz gerçekleşmiyor. Bir bakıyoruz; bizim fedakarlık olarak tanımladığımız iyilikler karşılıksız kalmış. Çocuğumuz yardım almadan iş yapamayan bir insana dönüşmüş ve biz onun için böylesine “iyi bir ebeveyn” olmuşken şimdi niçin bizi cezalandırıyor diye düşünüyoruz. Şunu hatırlamakta fayda var: Acaba bizim iyiliğimiz onun için uzun vadede gerçekten faydalı olmuş muydu? Karşımızdakiler; bizim için iyi olacağını düşünerek yaptıklarımıza her zaman seviniyorlar veya faydalanıyorlar mıdır?
Bazen sevdiklerimiz; hasta olduğumuzda fazla ilgi ve şefkat gösterdiklerinde bunalmaz mıyız? Annenin; proteini eksik kalmasın diye peşinde yemek kaşığıyla koşturduğu çocuklar; ileride yeme problemleri yaşadıklarında annelerine gerçekten müteşekkir oluyorlar mı? Onlar bizim beklediğimiz karşılığı göstermediklerinde küsüp kızdığımızda; onları nankörlükle; bizleri anlamamakla suçladığımızda onlara iyilik yapmış mı oluyoruz? Bu nasıl bir iyilik olur ki; karşımızdakine zorla kendi doğrumuzu yaptırmaya çalışıyoruz? Yoksa iyilik yaptık sanarak bir noktada kendimize yanılgılar yaşatmaya mı başlıyoruz?
Dikkatleri şuraya yönlendirerek soru sormaya devam edelim: İyilik dediğimiz şey nedir? Uğruna kendimizden feda ettiğimiz şeyler mutlak iyilik midir? Mutlak iyi’nin tanımı herhangi bir şekilde yapılamamıştır; yapılamayacaktır da. Çünkü iyi göreceli bir kavram olmakla birlikte; kişiden kişiye durumdan duruma değişir. Hal böyleyse bizler bazen “Ben de bilirdim yan gelip yatmasını ama sen üzülme diye nelere katlandım” derken kendimizi bir hayale kaptırıp fedakarlık yaptığımızı zannediyoruz.
Unutmayalım ki; her ne zamanda neyi ne için yapıyorsak; ancak kendimize yararımız olabilir; başkası için ne iyi olacak bilemeyiz; kendimizi türlü fedakarlık oyunlarına kaptırıp karşılık bekleyerek kandırmayalım.