Dilimizdeki kısıtlılıktan mıdır yoksa bizim dağarcığımızın sınırlılığından mıdır bilinmez; zaman içinde bazı sözcükleri ve terimleri birbiri yerine kullanır olmaya başladık. Sonra da o kelime veya terime uygun duygusal ve düşünsel yaklaşımlar içine girmemiz kaçınılmaz oldu Sözgelimi bir kötüye; hatta katile hitap ederken “sayın” derseniz o kişinin kötülüğüne hakkıyla duygusal tepki veremezsiniz; velev ki verebilseniz dahi bu duygunuzu uzun süre diri tutamaz; koruyamazsınız! Sonra da ruhlarda bilmem ne sendromu denilen tecavüzcüsüne gizil hayranlık duyma psikolojisi gelişir. İşte burası fıtratın bozulduğu yani kuyruğun koptuğu; tuzun koktuğu en insani zul noktasıdır.
Son dönemde neredeyse her yerde kullanır olduğumuz “Saygı duyuyorum” cümlesi bu fıtrat bozan sözlerin en başında geliyor. Adam görüşünü ifade ediyor; yahut bir tepkisini ortaya koyuyor! Ne kadar saçma dahi olsa; ne denli vahim bir eylem olsa dahi ona hemen saygı duyduğumuzu söylemeye başlıyoruz. Sanırım bunu medeni bir tavır biçimi zannediyoruz!
Oysa bir yanlışa; bir hataya saygı duyulabilir mi; bu mümkün müdür! İyiye; güzele; doğruya ancak saygı duyulur! Kötü; yanlış ve çirkin olan söz ve tepki biçimleri ise asla saygıya değer şeyler değildir; bunlar en fazla demokratik bir dünya düzeninde hoş görülebilir! “Sana; görüşüne; tepki içimine asla saygı duymuyorum; sadece seni mazur görüyor; hoş görüyle karşılıyorum” denilebilir!
Burada saygı duyuyorum demekle aslında hoş görüyorum denilmek istenmektedir. Madem öyle; o halde durumu meramımıza uygun sözlerle tanımlayalım. Dedim ya; saygı duymak farklıdır; hatalı olana; yanlış şeye saygı duyulmaz. Eğer hatalıya ve yanlış olana bir kere cümle düzeyinde dahi olsa saygı duyarım dediniz mi zamanla duygularınızın da o yönde evrilmeye başlaması kaçınılmaz olacaktır. Bu süreç sonunda iyi ile körü; doğru ile yanlış; güzel olanla çirkin aynı çizgide gözümüzde ve yüreğimizde eşitlenecektir ki bu insanlık; toplum ve psikolojilerimiz açısından çok vahim bir durumdur.
Kullanılan terimler ve cümleler duyguları dönüştürür demiştim. Kötüye açıkça kötü demezseniz; en fazla “doğru bulmuyoruz” gibi yumuşatıcı ifadelerle bu gerçeği tanımlamayı tercih ederseniz başta cesaret duygusu olmak üzere bir yığın şeyinizi; hatalıya saygı duyarım derseniz de basiretiniz ve ferasetinizle birlikte pek çok şeyinizi zaman içinde sönmeye maruz bırakırsınız.
Günahı açıkça günah sözüyle değil de dinen doğru değil şeklinde bir anlatımla tanımlamaya kalkarsanız da durum aynen böyledir! Bu sürece bir kere girerseniz şayet sonunu getiremezsiniz; mesela çirkin bir haslet olan ataletinize sağduyunun muhafazası demeye başlarsınız. Haksızlık karşısındaki dilsiz şeytan olan tutumunuzu da soğukkanlılığın muhafazası olarak tanımlar; hem kendinizi ferahlatır hem de kitleleri kandırırsınınız.
Bir gazeteci eskiden ünlü bir siyasetçi hakkında argo bir sıfat kullanır; … der. Derken hakkında dava açılır; mahkemeye çıkar. Hakim hakikaten böyle deyip demediğini sorar. Gazeteci; “Hakim bey bizim oralarda … olana … derler; sizin orada ne derler” diye cevap verir!
Eğer bir sıfat hak edilmiş ise o sıfatı argo ya da değil; hakkıyla kullanmak; haliyle gerçeği hakkıyla tanımlamak sonuç itibariyle en mühim şey olan gerçeğe kıymamak için çok gereklidir. Önemli olan da budur; gerçeğe kıymamaktır.
“Bu bağlamda”
Sözgelimi Diyanet teşkilatımız çıkıp günaha açıkça günah; harama çekinmeden haram diyebilmelidir. Bu yapılabilirse arkasından yediğimiz gıdaları bozanlar; böylece insan sağlığını alenen riske atanlar için çıkıp; “Bu davranış insanları açıkça öldürmekle aynı şeydir. Çünkü dinimizde yapmak ile sebep olmak aynı görülür” diyebilir.
Yani; “Gıdalarımızı bizi hasta edecek şekilde bozanlar dinen katil hükmündedir” diyebilir ki bu gerçeği böyle tanımlamak hata ve yanlışların önüne çekilebilecek en keskin; en güçlü psikolojik bariyer olacaktır.
“Yanlışlarla mücadelede uygun psikolojiyi harekete geçirmek”
Katile açıkça katil; adi bir insana da eveleyip gevelemeden adisin demek muhatabı içsel bir çatışmaya ve suçluluk psikolojisine düşürür. Oluşan bu duygular da değişme; düzelme; iyi insan olma yönündeki en güçlü güdü ve motivasyon işlevi görmeye başlar.
Bu gerçeği böyle okumaz; her şeye ve duruma saygı duyar; gerçekleri yumuşatıcı ve geçiştirici ifadelerle ve silik bir üslupla tanımlamaya kalkar; bu şekilde yapınca “güya” medeni olduğunuzu sanırsanız şayet bu hatalı yaklaşım bataklığı daha pek çok kötülükler sineği üretmeye devam edecektir.
“Sonuç”
Kelimeler ve cümleler duygularımızı harekete geçirebilme; en önemlisi de değiştirebilme ve dönüştürebilme gücüne sahiptir.
Her durumu o durumun niteliğine uygun sözcüklerle ve çekinmenden tanımlamak nezaketten çok; çok daha büyük bir öneme haizdir. Birisi yüzeysel bir üslup meselesidir; diğeri gerçeği katledip katletmemek sorunudur.
“Bozuk ve sağlıksız gıda satan dinen katil hükmündedir”
Günümüz dünyasında; özellikle de çoğu Müslüman olan ülkemizde; hassaten toplumla ilgili her sorunda Diyanete büyük görev düşmektedir.
Bozuk ve içeriği sağlıksız gıda satanları; yani bilerek hastalıklara davetiye çıkaranları; “Sebep olan yapan gibidir” hadisi ışığında dinen katil hükmünde saymalıdır. İçki satmayı içmek gibi günahtan sayarken ki; kötülüğü teşvik etmeyi yapılan kötülükten daha beter (fitne olarak) görürken ki dinsel yorum yaklaşımı / mantığı burada da geçerli olmalı; benzer durumlardaki söz konusu çifte standartlar ortadan kaldırılmalıdır. Bir insanı silah vasıtasıyla direkt öldürmekle sağlıksız gıdalarla uzun vadede ve dolaylı yoldan öldürmek; en azından bu sonucu bile bile göze almak çok ayrı şeyler olarak görülmemelidir.
“Gereksiz tahlil ve ilaç giderine sebep olmak kul hakkı yemektir”
Yine aynı Diyanet gereksiz yere tahlil isteyen; lüzumsuz yere ilaç sarfiyatına sebep olan doktorun ve hastanın kamu (yetim) malı yediklerini; böylece kul hakkı günahına girdiklerini açıkça ilan etmelidir.
“Trafikte kurallara uymamak da kul hakkı yemektir”
Herkesin ortak menfaati için tesis edilmiş; ihlal edildiğinde başkalarının hakkını gasp etmek manasına gelen kural ihlallerinin de kul hakkı yemek kapsamında olduğu açık ve seçik ortaya konulmalı; bu meselenin hutbelerde irat edilen orman haftasından ve çevre temizliği meselesinden daha az önemli olmadığı unutulmamalıdır.
“Bir diğer sonuç”
Haram olduğunu bilmeyen; konuyu sadece basit bir kural ihlali sanan kişiler trafikte buldukları ilk fırsatta başkasının hakkını yer; böylece kişilerde zaman içinde hak yeme eğilimi gelişir. Bu eğilimin gelişmesi nispetinde söz konusu güdüyü önleyici duygular da sönmeye uğrar. Böylece kişiler daha büyük haklar yeme konusunda kendilerini engelleyemeyen dürtü kontrol sorunlu a tipik kişilere / kişiliklere dönüşürler. Sonunda bu sorun en basit olarak rüşvet yoluyla ekonomik; şiddet olarak da kişisel hak ihlalleri olarak karşımıza çıkar.
Bu bir örnektir sadece; pekala benzer durumlara uyarlanabilir. Ancak; "Her yanlış; yanlış yapma eğilimini artırır. Bu yanlışın önüne set çekebilme gücü ve görevi olan duyguları ise zayıflatır" gerçeği hiç değişmez!
“Velhasıl”
Susmamak;
Eğip bükmemek;
Her durumu açık ve seçik bir dille;
Doğru ve en uygun sözcüklerle tanımlamak işte bu kadar önemlidir; en az yüzde ellisi psikolojiden ibaret olan insan canlısı için!