Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Eşler Arası Sorunlar: Davranışlarımızı Hangi Motivasyon Kaynağının Belirlediği Önemlidir

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:05    Güncellendi: 18.02.2025 22:05
SORUN KARACİĞER YAPISINDA; BÖBREK FONSKİYONLARINDA DEĞİL; İLETİŞİMDE VE YAKLAŞIMDA

Evlilikteki sorunlara baktığınızda hiçbirisinin böbrek yapısı; karaciğer fonksiyonları ya da safra kesesi işlevleri ile ilgili olmadığı; neredeyse tamamının iletişim (konuşma) ve yaklaşım (davranış) kaynaklı olduğu görülecektir. Evet; bu sorunların tamamına yakını “dediydi demediydi” odaklı iletişim sorunları ve “az ilgiliydi çok ilgisizdi” türü yaklaşım bazlıdır.

DOĞRU CEVABI BULMAK İÇİN DOĞRU SORULAR SORMAK LAZIMDIR

Kavgadan küsmeye; psikolojik olarak bunalıma girmekten boşanmaya varıncaya kadar evlilik yaşamında ortaya çıkan tüm sorunlar şayet yukarıda bahsini ettiğim “sözel iletişim” ve “davranışsal yaklaşım” şeklinde tanımladığım iki temel süreçle alakalı ise bunların önlenmesinin; önlenememiş ise çözümlenmesinin son derece kolay olması gerekmez mi?

Bu noktada akla gelen ikinci soru şudur: Hemen hemen herkes çevresindeki eş ve dostu ile ömür boyu sorunsuz bir ilişki kurabiliyorken sıra eşlerine gelince niçin bu ilişkilerinde birden acemileşiveriyorlar; neden bu ilişki bir kaç yıl içinde sorunlar yumağı haline gelebiliyor?

Eşler arasındaki sorunların altında çoğunun zannettiği gibi yapı ve yapamama meselesi varsa bu kişiler çevrelerindeki kişilere; özellikle de eş ve dostlarına karşı aynı yapı ile nasıl oluyor da son derece başarılı bir ilişki yürütebiliyorlar? Mesele yapı ve yapamama meselesi olsa burada da benzer şekilde sorunlar yaşanması gerekmez mi?

İLK YILLARIN ÖĞRETTİĞİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK SORUNU

Evliliğin ilk yıllarını iyi analiz etmek sonrasını doğru olarak anlamada adeta laboratuar işlevi görür. Dikkat edilirse sonradan sorun yaşanan pek çok evliliğin özellikle ilk yıllarda son derece sorunsuz geçtiği görülür. Bu gerçek bize sorunun eşlerin kişilikleriyle ilgili yapısal bozukluklarda ve yapamama şeklinde tarif edilen şahsi beceriksizliklerinde olmadığını göstermektedir. Çünkü yapı ve anlayış nispeten uzun sürelidir; öyle sürekli değişen bir şey değildir. Dolayısı ile sorun aslında sağlıklı iletişimi yakalayamama değil; sürdürememe sorunudur.

Oysa bir şeyi yakalamak ile sürdürebilmek son derece farklı şeylerdir. Sürdürülebilirlik hayatın her alanında geçerli olan çok önemli bir konudur. Ekonomik gelişmeyi yakalamak ama sürdürememek; başarıyı bir kere yakalamak ancak sürdürememek; firmayı büyütmek lakin bu büyümeyi sürdürülebilir kılamamak şeklinde yaşamın tüm köşe başlarında gözlediğimiz bu olgu insan ilişkilerindeki en önemli sorunlardan birisini oluşturur. Bu gerçeği hakkıyla kavramadığımızda sorunları eşlerin kişilik yapılarıyla; iletişim tekniği eksiklikleriyle veya yapıp yapamamalarıyla alakalı bir bilgi ve beceri sorunu gibi algılamak durumunda kalırız. Haliyle bu hatalı algı ve tanımlama üzerine doğru bir çözüm ortaya koymak imkansızlaşır.

NİÇİN SÜRDÜRÜLEMİYOR

Peki evliliğin ilk yıllarında yahut evlilik öncesindeki flört evresinde yakalan bu sağlıklı ilişki niçin sonradan sürdürülemiyor? Bu yapamama değil; sürdürülebilirlik sorununun temelinde aslında motivasyon azalmasının ciddi oranda rolü bulunuyor. Yani önceki süreçte yapılan; yapıldığı için de sorun doğurmayan doğrular bir süre sonra yapılmaz oluyor. Çünkü davranışların ardındaki motivasyon zaman içinde zayıflamaya uğruyor.

MOTİVASYON DERKEN NE KASTEDİLİYOR

Motivasyon derken kişiyi zor da olsa gerekli olan bazı davranışları yapmaya yönelten; kolay da gelse bazı yanlışlardan da uzak durma düşüncesi; şevki ve isteği veren her şeyi kastediyorum. Bunlar sevgi; heves; istek; saygı; inanç; bağlılık gibi şeylerdir.

OYSA DAVRANIŞLARI DEĞİŞKEN OLAN MOTİVASYON DEĞİL; NESNEL OLAN İLKELER / DEĞERLER BELİRLEMELİDİR

Genellikle insanların önemli bir bölümü davranışlarını değişmeyen ilkeler üzerine değil; duygu odaklı; dolayısı ile de değişken değerler zemini üzerine bina eder. Deprem kuşağındaki çürük zemin misali duygular zaman içinde değişiklikler göstereceği için bu zemin üzerine inşa edilmiş doğrular / davranışlar da sarsıntıya uğrayarak değişmeye başlar.

Mesela sevgi azalınca ilgi; heves zayıflayınca gayret; arzu değişince de fedakarlık zorlaşır. Oysa kişiler bu türden çok gerekli; evliliğin sürmesi için lazım olan tutum ve davranışları değişmeyen; kişiliğe mal edilmiş nesnel ilkeler üzerine kursalar; sözgelimi; “Sevgim azaldı yahut çoğaldı fark etmez; ben eşime ilgili olmak zorundayım; bu benim eş olmaktan kaynaklanan görevim” bilincini içselleştirerek taşıyabilseler evliliğin ilk yıllarında yakalanan ivmenin sonuna dek sürmemesi için fazla bir neden kalmayacaktır.

PEKİ NİÇİN BÖYLE OLMUYOR

Böyle olmuyor çünkü daha çocukluktan itibaren kişileri ilke ve prensipler kazandıracak şekilde değil; duygu bazlı bir anlayışla yetiştiriyoruz. Haliyle büyüyüp yetişkin olduklarında evliliğin kurallarla dolu olan; daha çok ilkesel yaklaşımlar gerektiren doğasına adapte olamayarak çabucak pes eden; çünkü çabucak zorlanan; zorlandıkça sıkılan; böylece -karşılık görmeyince iyilik yapmayı kesen bencil kişiler misali- kısa sürede zor olan doğruları değil de kolay olan yanlışları tercih eder hale gelen bireyler yetiştiriyoruz. Çünkü gerek kültürümüz gerekse klasik ana – baba tutumumuz buna uygun bir yapılanma arz ediyor.

BATININ BİZDEN FARKI

Batı evvele sabit; kolay kolay değişmeyen bir medeniyet ve çağdaşlık algısı inşa etmiştir. Sonra da temel doğruları ve yanlışları bu algıyla özdeşleştirerek belli ilkeleri – prensipleri bu zemin üzerine inşa etmiştir. O sebeple batıda bireyler evlilik de dahil her yerde duygu odaklı; haliyle değişken değil; kural ve ilke bazlı; dolayısı ile de standart yaklaşımlar sergiler. Bu ta çocukluk yıllarından itibaren kural odaklı çocuk yetiştirme egzersizleri ve bunun yol açtığı içselleştirme mekanizması yoluyla sağlanmıştır. Burada batı psikoloji biliminden yararlanmıştır. (Bizde ise psikolojiden yıllardır sadece zeka testinde yararlanılmıştır).

Oysa bizde doğrular ve yanlışlar inanç; ayıp gibi kodlarla inanç motivasyonu üzerine kurulmuştur. Bu anlayış inanç ve değerler dünyasının sağlam olması durumunda kuşkusuz ki çok faydalıdır. Ancak bir yandan geleneksel inanç ve değerler zayıflarken öbür yandan bazı evrensel doğruları ve yanlışları hala bu zemin üzerine bina ederseniz ilerde bunun sarsıntıya uğraması; böylece bireylerin doğru davranışlar sergilemesi için iç dünyalarında güçlü bir motivasyon kaynağı bulmada sıkıntı yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Bize özgü sosyal ve ailevi sorunları doğuran en önemli nedenlerden birisi işte budur.

SONUÇ

Bu durumda bir eş evde eşine karşı; zaman içinde nispeten de olsa ilgisi ve hevesi azaldığında (ki zamanla duyarsızlaşma olağan bir süreçtir) sabretmenin zorluğunu; bir başkasından hoşlandığında aldatmamanın fedakarlığını; her gün ilgi göstermenin zahmetini; uzanıp tv. izlemek varken eşiyle vazifem diyerek sohbet etmesinin ağırlığını tercih etmesi için imkan kalmaz. Az önce belirttiğim gibi rüzgar azalınca ağaç dallarındaki kıpırdamanın kesilmesi misali duygu motivasyonu zayıflamış; iteklediği davranışlar da haliyle kıpırdayamaz bir hale gelmiştir artık. Böylece kişiler zor olan; sabır gerektiren; çok da haz verici olmayan ilkesel doğruları değil; daha kolay gelen yanlışları yapmaya başlamışlardır.

“Eşim eskiden böyle değildi; sonradan değişti” diyerek tanımladığımız sorunların ortaya çıkma ve gelişme mekanizması işte budur.

Psikolog
İzzet Güllü